• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Murat Alan
Murat Alan
TÜM YAZILARI

Demek ki neymiş, Türkiye haklıymış!..

26 Aralık 2025
A


Murat Alan İletişim: [email protected]

Demek ki neymiş, Türkiye haklıymış!..

MURAT ALAN

25 Aralık 2025, Batı’nın yıllardır özenle örttüğü bir çelişkinin, Atlantik’in iki yakasında adeta patladığı tarih olarak hafızalara kazındı. 

ABD, Avrupa Birliği’nin Dijital Hizmetler Yasası’nı (DSA) şekillendiren eski AB Komiseri Thierry Breton ve dört Avrupalı yetkiliye vize yasağı getirdi. 

Gerekçe, o kadar tanıdık ki gülmeden edemiyor insan. 

“Amerikan fikirlerinin sansürlenmesi.” Evet, ABD’ye göre AB, sosyal medya düzenlemeleriyle ifade özgürlüğünü ayaklar altına alıyordu. Bu, yıllarca başkalarına ders veren bir gücün, kendi gölgesinden korkması gibi bir şey.


Brüksel ve Paris’ten yükselen tepkiler, kararın kendisinden daha da çarpıcıydı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, bunu “cadı avı” olarak nitelendirdi; Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise “egemenliğimize saldırı” diye haykırdı. Karşı yaptırımların sinyali verildi, hatta AB’nin Amerikan şirketlerine misilleme yapacağı konuşulmaya başlandı. Kısacası, Batı, sosyal medya düzenlemeleri yüzünden kendi içinde sert bir çatışmaya, neredeyse bir soğuk savaşa girdi. Bu bölünme, yıllardır “Birleşik Batı” imajını pazarlayanlar için utanç verici bir manzara.



Bu tablo, yıllardır aynı düzenlemeler nedeniyle Türkiye’ye yöneltilen suçlamaları hatırlayanlar için son derece öğretici, hatta aydınlatıcı bir ders niteliğinde. Türkiye, dezenformasyonla mücadele ve sosyal medya düzenlemeleri nedeniyle Batı tarafından sürekli “otoriterlik”, “sansür”, hatta “diktatörlük”le itham edildi. 

Hatırlayın, 2022’de yürürlüğe giren Dezenformasyon Yasası, Batılı raporlarda “Orwellvari” ifadelerle, adeta bir distopya senaryosu gibi hedef alındı. Düşünce kuruluşları, uluslararası medya organları ve sözde insan hakları örgütleri, Türkiye’yi sistemli biçimde karalamayı bir görev, bir misyon haline getirdi. Bu karalamalar, sadece lafta kalmadı; uluslararası konferanslarda, BM oturumlarında ve hatta sosyal medya platformlarında Türkiye aleyhine kampanyalar düzenlendi.


Bu eleştiriler yalnızca raporlarla sınırlı kalmadı. Sosyal medya şirketlerine gönderilen ortak mektuplar, platformları Türkiye’ye karşı açıkça pozisyon almaya çağırdı. “Etki ajanı” tartışmaları üzerinden egemenlik alanına doğrudan müdahale edildi. Freedom House gibi yapılar, endeksler üzerinden Türkiye’yi damgaladı, demokrasi puanlarını düşürdü, yatırımcıları uzak tutmaya çalıştı. Amaç belliydi: Türkiye’nin ulusal güvenlik ve kamu düzeni gerekçesiyle attığı adımları “özgürlük karşıtı” ilan ederek baskı altına almak, iç politikayı dışarıdan şekillendirmek. Bu yöntemler, Soğuk Savaş dönemindeki propaganda taktiklerini andırıyordu; farkı, artık dijital araçlarla yapılıyor olması.

Şimdi aynı Batı, kendi ürettiği DSA yüzünden birbirine girmiş durumda. AB’nin Dijital Hizmetler Yasası, platformlara içerik kaldırma zorunluluğu getiriyor, algoritmaları denetime açıyor ve cirolarının yüzde 6’sına kadar varan cezalar öngörüyor. Thierry Breton’un X’e kestiği milyonlarca euroluk ceza da bu çerçevenin bir parçası; hatta daha önce Twitter’a (şimdi X) karşı benzer yaptırımlar uygulanmıştı. ABD ise bunu “küresel sansür” olarak tanımlayıp bireysel yaptırımlarla karşılık verdi. Bu, adeta bir aile kavgası gibi: Bir taraf “özgürlük” diyor, diğer taraf “güvenlik” diyor, ama ikisi de aynı şeyi yapıyor.



İşin ironik tarafı şu.. Türkiye yıllardır “dezenformasyonla mücadele ediyoruz, ulusal egemenliğimizi koruyoruz” dediğinde, Batı bunu baskı olarak niteledi, hatta uluslararası mahkemelerde dava açma tehditleri savurdu. AB aynı şeyi yaptığında ise adına “demokrasiyi koruma”, “dijital egemenlik” dedi. Türkiye’ye “sosyal medyayı özgür bırakın, platformlara dokunmayın” diye parmak sallayanlar, bugün platformlara ağır yaptırımlar uyguluyor, hatta içerik modülasyonunu zorunlu kılıyor. Türkiye’nin “egemenliğimize müdahale ediliyor” itirazına burun kıvıranlar, şimdi aynı cümleleri kendi ağızlarından kuruyor, hatta daha da sertleştirerek. Bu çifte standart, artık bir kural haline gelmiş gibi; Batı’nın dış politika el kitabı adeta bunun üzerine kurulu.


Bu tablo, çifte standardın artık gizlenemeyecek kadar açık hale geldiğini gösteriyor. Türkiye’nin yaptığıyla AB’nin yaptığı arasında ilkesel bir fark yok; her ikisi de ulusal çıkarlarını koruma peşinde. Fark, Batı’nın kime konuştuğuna göre dil değiştirmesi, bir nevi diplomatik ikiyüzlülük. Kendilerine gelince özgürlük, başkalarına gelince baskı. Kendilerine gelince egemenlik, başkalarına gelince “evrensel değerler” dayatması. Bu değerler, nedense her zaman Batı’nın çıkarlarına hizmet ediyor; örneğin, Filistin meselesinde “özgürlük” diyenler, sosyal medyada Filistin yanlısı içerikleri sansürletmekten çekinmiyor.


Bugün ABD ile AB arasında yaşanan bu kriz, Türkiye’nin yıllardır savunduğu tezleri doğruluyor. Sosyal medya düzenlemeleri ulusal egemenliğin bir parçasıdır; platformlar sınırsız bir özgürlük alanı değil, ulusal sınırlar içinde hesap verebilir olmalıdır. Dezenformasyonla mücadele küresel bir zorunluluktur; pandemi sırasında, seçimlerde veya toplumsal olaylarda bunun acı sonuçlarını hepimiz gördük. Ve Batı’nın eleştirileri ilkesel değil, seçicidir; güçlü olanı kollayan, zayıfı ezer bir yaklaşım.


Türkiye bu tabloyu iyi okumalıdır, çünkü dün Türkiye’yi mahkûm etmeye çalışanlar, bugün aynı suçlamalarla birbirini hedef alıyor. Bu bir tesadüf değil; Batı’nın kendi iç çelişkilerinin, emperyalist mirasının doğal sonucudur. Tarih bazen geç gelir ama adil gelir. Bugün yaşanan tam olarak budur: Batı’nın maskesi düşüyor, ve bu düşüş, Türkiye gibi ülkeler için yeni fırsatlar doğurabilir. Belki de bu kriz, küresel dijital düzenlemelerde daha adil bir yaklaşımın kapısını aralar, ama önce Batı’nın kendiyle yüzleşmesi gerekiyor. Selametle..

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23