Demek “Yaşasın Cumhuriyet,” öyle mi?..
Demek “Yaşasın Cumhuriyet,” öyle mi?..
MUHAMMET SEYFULLAH MADEN
Allah’ın adıyla...
*
29 Ekim’de metrobüsteydim.
Aracın önüne, “Yaşasın Cumhuriyet” yazıldığını gördüm.
Hoşuma gitti. Neon tabelaları oldum olası sevmişimdir.
Araca bindim, 3 durak sonra herkesi indirdiler.
Metrobüs bozuldu.
Toplu taşımadaki kronik aksaklıklardan bıkmış onlarca İstanbulluyla birlikte arkadan gelen körüklüye geçtim.
Herkes tıkış pıkış, burun buruna yol gitti.
Zar zor durağıma geldim.
Durakta da “Yaşasın Cumhuriyet” yazılı reklamlar vardı. Mustafa Kemal’in fotoğrafı billboard’lardaydı.
Reklamlardan birinin altında, sarı poşet geçirilmiş metal çöplüğün hemen kenarında, bir-iki haftadır orada duran, artık kurumuş kusmuğu fark ettim. Günlerdir temizlenmemişti. Durağın daimi yolcularında kas hafızası oluşmuştu; pisliğin olduğu yere basmamak için, tam onun olduğu yerde gayri ihtiyari hamle yapıyorlardı.
Buruş buruş bir suratla asansöre gittim.
Bir beyefendi, bir hanımefendi ve çocuğu da asansördeydi. Onlar da benim gibi burunlarını gömleklerinin içine soktular. Çünkü asansör idrar kokuyordu. Kesif, ciğeri delen inanılmaz bir koku.
Neyse... sağ salim inmeyi başardım.
Temiz havayı bir hevesle içime çektim ama bu kez The Night Fox’a dönüştüm.
Ocean’s Twelve’teki François Toulour’un lazerlere yakalanmamak için dans ederek holden geçtiği bir sahne vardı, hatırlasanıza.
Metrobüs durağında asansörden indikten sonra, koca koca elektrik direklerinden pörtlemiş kablolara basmamak için capoeira yapmak zorunda kaldım.
Allah’ın lütf-u inayeti ve izn-i kebîr-i kerimiyle çarpılmadan geçebildim.
Üst geçitte, dün geceden kalma bira şişeleri dizilmişti. Birkaç tanesi kırılmış, bazıları sağlam duruyordu. Yanlarında içi çekirdek çöpü dolu siyah poşetler... Özgür Özel’in, “Rakıya indirim yapacağız” vaadi aklıma geldi.
Ben merdivenlerden inerken, yukarı doğru çıkan birkaç hanımefendi vardı. Yanlarındaki kırmızı beyaz giyinmiş sevimli çocuklara refakat ediyorlardı. Okuldaki 29 Ekim töreninden çıktıklarını düşündüm.
Çocuklardan biri, hâlâ etkinliğin yoğun siyasi sloganlarını büyük bir şevkle bağırıyordu. “Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar, bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar, yaşa Mus!..” derken sert şekilde yere kapaklandı.
İçim acıdı.
Biraz sonra aynı basamaktan geçerken fark ettim ki, diğer basamaklarla boyu aynı değildi. Bu yüzden küçük kız adımını ayarlayamamış ve düşmüştü.
Otobüs durağına indim. İBB’nin uygulamasını açtım. Beklediğim otobüsün durağa gelmesine 11 dakika görünüyordu. Oturdum, birkaç sayfa Zeynep Gazali’nin Zindan Hatıraları’nı okudum.
İBB’nin uygulamasını tekrar açtım. Otobüsün gelmesine hâlâ 11 dakika görünüyordu.
Yâ Sabır...
Neyse... Neyse...
Birkaç sayfa daha okudum. Mısır’da İhvan üyelerine yapılan işkenceler, Zeynep Gazali’nin nasıl aç köpeklerin önüne atıldığını falan okurken, birazdan yine otobüs uygulamasına baktım.
Durak uyarısı vardı; beklediğim sefer iptal edilmişti.
“Hay İmamoğlu senin yöneteceğin belediyenin de!.. Nuri Aslan senin yapacağın belediye başkan vekilliğinin de!..” diye söylenmeye başlayan birkaç yolcu oldu.
O sırada İBB’den SMS geldi: “102 yıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimiz bizim ellerimizde yükselmeye devam edecek! (...) YAŞASIN CUMHURİYET!”
İlla ki görmüşsünüzdür, Çinlilerin yol kenarlarındaki barikatları dakikalar içinde inşa ettikleri videolar viral olmuştu. İstanbul’da ise, her gün kullandığım yolun kenarındaki bariyer çalışması yaklaşık 1 aydır devam ediyor.
İçinde kimse olmadığı halde büyük bir gürültüyle çalışan birkaç iş makinesinin arasından geçtim, çukurlardan atladım, çamura bulandım, Allah razı olsun, yol veren bir abinin arabasının önünden koşa koşa karşı kaldırıma geçtim. Orada da bir elektrik direğinden sarkan kabloları fark edip fotoğrafını çektim ki onu aşağıda paylaşayım:
Allah’ın lütf-u inayeti ve izn-i kebîr-i kerimiyle oradan da çarpılmadan geçebildik...
Çamurun, çukurun, kusmuğun, idrarın, tıkış tıkış yolculuğun, bozuk metrobüsün, gelmeyen otobüsün, elektrik kablolarının, içinde kimse olmadığı halde şehrin kaosunu beslesin diye açık bırakılan iş makinelerinin arasından geçip zar zor eve vardım.
Elimi yıkadım, aynaya baktım... Kafamda “Yaşasın Cumhuriyet” sloganı dönüyordu.
Bilgisayarın başına geçip yeniakit.com.tr’deki haberlere biraz göz attım.
Yerli Altay Tankı’nın teslim töreni... Kaan’ın motoru için yapılan anlaşmalar... Erdoğan’ın açıkladığı 500 bin konut müjdesi... TOKİ’nin hayata geçireceği ucuz kira uygulaması...
125 bin konut yapma sözü verip, 2 bin tane yapan İmamoğlu ve “Roketsan füze testi yapıyor, balıklar ürküyor” diyen Özgür Özel geldi aklıma.
Eh...
Kafamda aynı slogan dönmeye devam etti: “Yaşasın Cumhuriyet!”
Yaşasın, yaşasın da...
Kusmuğun, pisliğin arasına, bozuk otobüslerin camlarına yazılan sloganlarla mı, boş beleş reklamlarla mı yaşayacak bu cumhuriyet?
Yoksa kemalist propaganda yapmadan, işi şova dökmeden; gerçekten üreten ve üretmeye devam etmek için söz veren insanlarla mı yaşayacak?
Hakkında onlarca itirafçının, “evet çaldı, hatta birlikte çaldık, 560 milyarı götürdük” dediği insanların sloganik çığırtmalarıyla mı yaşayacak? Yolsuzluk tutuklularını savunmak için sokağa dökülen, yerli ve milli markaları boykot eden, polise kaldırım taşıyla saldıran, bulaştıkları tüm pislikleri doğrudan inkar edip Mustafa Kemal’in arkasına sığınanlarla mı?..
Yoksa, “Sorunlarımız var, farkındayız, düzelteceğiz, emeklimizin yüzünü güldürecek, kalbi kırık kardeşlerimizin güvenini kazanacağız” diyenlerle mi yaşatacağız cumhuriyeti?
Kim ne derse desin;
Cumhuriyeti yaşatanlar; bozuk metrobüsün camına slogan asanlar değil; Altay’ın zırhına, Kaan’ın motoruna, TOKİ’nin tuğlasına emek verenler olacak.
Gerisi lafügüzaftır.
Ve minellâhi’t-Tevfîk.