Bir Yavuz Bülent daha yok işte
Bir Yavuz Bülent daha yok işte
HÜSEYİN ÖZTÜRK
Vatanımız, devletimiz, milletimiz, bayrağımız dinimiz adına zor zamanlarda cesurca inandıklarını söyleyen ve savunan bir Yavuz Bülent daha yok işte.
Rabbim rahmet eylesin. Hakk’ın ve hakikatin yılmaz savunucusu olduğuna inananlardan ruhuna Fatiha Şerif niyazında bulunalım. Ruhu için El-Fatiha.
Yavuz Bülent Bakiler; bu toprağın sesi, soluğu idi. Kırk türküsü, kırk şarkısı, kırk şiiri, kırk sözü vardı, hepsi de ülkemiz, milletimiz, dinimiz üzerineydi.
Vatanına, kültürüne, diline, dinine, edebiyatına, tarihine âşıktı. Türkçe konuşan her kavim onun için birdi ve ayrılmazlardı. Baba memleketi Azerbaycan onun için başka türlü güzeldi ve “Can Azerbaycan” kitabıyla bilinmeyen Azerbaycan’ı yazmıştı.
Sadece Kafkaslar değil, kendi ifadesiyle Balkanların tümü onun öpöz memleketiydi, anasının sütü gibi temiz vatan topraklarıydı.
Yalnız Anadolu onun kalbiydi, her şeyi idi. Kendi çocukluğu ve gençliği yıllarında bu toprakların nasıl heba edildiğini, milletin nasıl ötelendiğini, nice acıların yaşandığını, sanki yedi yüz yıl dünyaya adaletle, hikmetle, sanatla hükmedilmemiş bir devletin devamı değil de soyguncuların baskın verdiği memleket gibidir.
Tek parti döneminin estirdiği kasırgadan aklında kalanları, “Anadolu” şiiriyle dile getirmiştir. Şiire yer vererek dün ile bugün arasındaki farkı da ortaya koymuş olalım.
“Ben Anadolu’yum...
Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç...
Şükrederek, kalktığım sofralarımda
Ya soğan ekmek olur yahut bulamaç.
Hastalarım ölüm yataklarında
Ne doktor yüzü gördüm, ne ilaç.
Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum,
Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç...
Devlet denince hep vergi geldi aklıma
Jandarma deyince kırbaç...
En gümrah ırmaklarım boşuna akıp gitti
Üç beş adım ötesinde toprağım vardı kıraç.
Gittim, yiğitçe döğüştüm gazâ meydanlarında
Ne tak-ı zaferler istedim, ne taç...
Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara
Barışta düştü üstüme gölge gölge haç...
Yolsuz, okulsuz köylerim, kasabalarım hâlâ
Alın terine muhtaç...
Ben Anadolu’yum, acılı, mahzun;
Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç”... Rabbim rahmet eylesin.
Mekânı Cennet olsun!
Yavuz ağabeyi 40 yıldır bilirim. Ankara’da Türkiye Yazarlar Birliği çatısı altında tanımıştım, sonrasında da birlikteliğimiz her fırsatta devam etti. Türkçenin hamisiydi.
Bu topraklarda yetişmiş bir münevver olarak, inandığı değerlerden asla taviz vermedi ve özellikle bürokrasideki ayak oyunlarına yenilmedi. Makam, mevki, para uğruna asla kimseye karşı bir minnet beslemeden çalıştı. Gücünü amentüsünden alıyordu.
Kültür Bakanlığında bulunduğu yıllarda da günümüzde de kültür adına memleketin ve milletin altını oyanlarla çok mücadele etti ve hep şunu söyledi:
“Kendi köklerini kaybeden ve dönmeyen milletler, başka milletlerin kölesi olmaya razılar demektir. Bu sebeple; ilimde, sanatta, tarihte kayıtsız ve şartsız, kendi köklerimize dönmek zorundayız”. Daha ne desin?