• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ali Osman Aydın
Ali Osman Aydın
TÜM YAZILARI

Osmanlı modernleşmesi: Bir dönemin analizi

20 Aralık 2025
A


Ali Osman Aydın İletişim: [email protected]

Osmanlı modernleşmesi: Bir dönemin analizi

ALİ OSMAN AYDIN   

Osmanlı modernleşmesi uzun yıllar boyunca ya bir “kaçınılmaz ilerleme” hikâyesi olarak anlatıldı ya da “özden kopuş”un adı oldu. 

Oysa bu iki anlatı da Devleti, kanlı canlı tarihin içindeki bir aktör olarak değil de, tarihin dışından yargılanan bir nesne olarak görür. 

Yüksel Çelik ve Fatih Yeşil tarafından kaleme alınan “Osmanlı Modernleşmesinde Tereddüt ve Teceddüt Yılları” adlı kitap bu alışıldık şablonu bilinçli biçimde terk ediyor. Kitabın bence en önemli özelliklerinden bu.  


Kitap daha en başında modernleşmeyi bir ideolojik tercih olmaktan çıkarıp, bir “hayatta kalma meselesi” olarak ele alıyor. Bunu yaparken de soğukkanlılığı, nesnelliği elden bırakmıyor.  

Kitabın üzerinde durduğu bağlam, “Osmanlı neden modernleşti?” değil, daha çok “Osmanlı hangi koşullar altında, hangi zorunluluklarla yüzleşerek ve nasıl modernleşti?” sorusu. Bence kitabın diğer önemli özelliklerinden biri de bu gerçekçi yaklaşımı kitap boyunca sürdürmesi.  


Kitap, toplumsal dönüşümlere, kaçınılmaz savaşlara, kahredici antlaşmalara, dayanılmaz zorunluluklara ve bütün bunların ortasındaki devlet faktörüne odaklanıyor.  


1768’den itibaren Osmanlı, özellikle Rusya karşısında artık klasik denge siyasetinin işlemediği bir dünyaya adım atıyor. Bir travmaya dönüşen Kırım’ın ilhakı, Balkanlar’daki önlenemeyen çözülme ve merkezî otoritenin ayânlar karşısında zayıflaması, modernleşmenin düşünsel değil, yapısal bir mecburiyet olduğunu gösteriyor. Kitap bunu çok sarih bir şekilde gözler önüne seriyor.  

Kitap bu süreci romantize etmeden, hamasete bulaşmadan anlatıyor. “Osmanlı’da idarenin ayânlaşması, merkezi otoritenin zayıflaması kadar, siyasî dilin giderek daha fazla dinî referanslarla kurulmasına da yol açmıştır” diyor. Siyasal söylemin dinileşmesinin yine iktidarın merkezileşmesi ve otoritesini yeniden kurma çabası çerçevesinde okunması gerektiğini vurguluyor.


Kitabın belki de en güçlü bölümlerinden biri Nizâm-ı Cedîd anlatısıdır. Çünkü bu düzenleme yalnızca askerî bir reform olarak değil, bir yönetim zihniyeti denemesi olarak ele alınıyor. 


“Nizâm-ı Cedîd, bir askerî teşkilatlanmadan çok, onu mümkün kılacak mali ve idarî düzenin inşasını hedefliyordu.” 

Bu cümle, Osmanlı modernleşmesinin özünü ele verir. Sorun yeni silahlar değil, onları taşıyacak kurumsal aklı yeniden inşa etmektir. Yeni düzende eski alışkanlıklarla ilerlemek mümkün değildir. Yeni düzene yeni bir yöntem gerekmektedir. 

Daimî elçiliklerin kurulması, mali reform arayışları, idari düzenlemeler ve hukukî altyapı tartışmaları bu telaşla dolu yeni arayışların sonucudur. 


Reformun toplumla temas ettiği yerde ortaya çıkan gerilim de son derece kritiktir. İstanbul halkı ve âyanlar için Nizâm-ı Cedîd bir “yenilik” değil, eski düzeni yerle bir eden bir tehdittir. Modernleşme daha bu aşamada, merkez ile çevre arasında bir gerilim üretir. 

Fransız İhtilali’yle birlikte yönetimler sarsılıp değişirken, Osmanlı bu değişimi temkini elden bırakmadan izler. Yeni bir dünyanın kurulduğu aşikardır, ama o yeni dünya ne getirecektir, orası muammadır.  

Kitabın tonunun en keskinleştiği yerlerden biri Küçük Kaynarca Antlaşması’ysa diğeri de Edirne Antlaşması’dır. Çünkü burada artık yalnızca toprak değil, psikolojik üstünlük de kaybedilmiştir. Edirne Antlaşması’nın Osmanlıların hafızasındaki olumsuz etkisi uzun süre devam eder. 


“Antlaşmanın sosyal ve psikolojik etkisi o kadar büyüktür ki, II. Mahmud bölgeye bizzat gitmek zorunda kalır.” Avusturya Macaristan İmparatorluğu Dışişleri Bakanı Prens Metternich antlaşma için: “O ana dek bir ulusa dayatılmış en ağır antlaşma olmasının yanı sıra Türk İmparatorluğunun bağımsızlığı ve varlığı için sonuçları bakımından ölümcül maddeler içermekteydi” der. “Rus elçisinin, sultanın kabinesinin başbakanı gibi” hareket etmesinden bahseder.


Tarihimizin en acı anlarından biri kitap tarafından şöyle ifade edilir: 

“Rusya 11 Nisan 1833’de İstanbul’daki ordusunu takviye eder. Anadolu ve Rumeli Kavaklarına da Rus birliklerinin yerleştirilmesi talebi ve Çanakkale tahkimatlarının Rus askeri uzmanlar tarafından takviyesi, İstanbul’un St. Petersburg’un nüfuzu altına girdiğini gösteriyordu. Hünkâr İskelesi Antlaşması ise sadece malumun ilamıydı.”

Osmanlı Modernleşmesinde Tereddüt ve Teceddüt Yılları, modernleşmeyi ne bir kurtuluş destanı ne de bazı aşırı yorumlarda ifade edildiği gibi bir ihanet anlatısı olarak sunar. Bu kitap, modernleşmeyi çok uzun, sancılı, zamanın ve şartların dayattığı bir yol olarak anlatır. Belki de kitabın beni bu kadar sürüklemesinin nedeni budur. Çünkü bana göre ciddi ve yansız bir kitap tarih hakkında hüküm vermeye değil, onu anlamaya çalışır. 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23