Saçlara ak düşünce tartışmak istemiyor insan
Saçlara ak düşünce tartışmak istemiyor insan
AHMET TALİB ÇELEN
Tartışmak da bir gençlik işi olsa gerek. Kişiliğini ortaya koymak, “Ben de varım” demek, insanları kendin gibi düşünmeye iknâ etmek veyâ düpedüz susturmak, zekânı ispatlamak, ne kadar çok okuduğunu göstermek, kendini gerçekleştirmek… Bütün bunlar için bir gençlik enerjisi gerekiyor. Belki o çağda ilerideki gelinecek seviye için bunlar faydalı da olabilir. Bir dâvâ sahibi olmak, o dâvâyı dünyâya yaymak, bu yolda okumak, kendini yetiştirmek ve dâvâna karşı olan fikirlerle çarpışmak… Heyecansız ve enerjisiz olacak iş değil. Ve zekâyı bileylemek için oldukça faydalı bir hareketlilik…
Yaş kemâle erince tartışma isteği de azalıyor, hattâ yok oluyor. Bir ömür bir dâvâ için koşturmuşsun, okumuşsun, öğrenmişsin, muhâliflerle saatler süren tartışmalar yapmışsın, yenmişsin, yenilmişsin. Dostlarınla bekâr evlerinde geceler boyu sabahlara kadar devlet yıkmış devlet kurmuşsun. Arkana dönüp bir bakıyorsun, aldığın yol hiç de iftihar edecek bir yol değil. Evet, “hiçbir şey” diyemezsin ama gönlündeki volkanlar yanında titrek mum ışığı gibi. Öven çok olsa da aldanmaya gerek yok; çünkü içimizde yaşattığımız hayâl ile gerçekleşen netîce arasındaki mesâfenin fazlalığını en iyi biz biliriz. Allah hiçbir çabayı karşılıksız bırakmıyor. Bu yüzden bizim yapıp ettiklerimizin de küçük küçük meyveleri olmuştur. Netîcenin küçüklüğünde bizim de kusurlarımız mutlaka vardır ama bizdeki kusurların olmadığı büyük şahsiyetlerin de ulaştıkları netîceden çok mutlu olmadıklarını görüyoruz. Demek ki sinn-i kemâl çağında hemen hemen herkes bir miktar hayâl kırıklığı yaşıyor. İnsanları iknâ etme gayreti olağanüstü yorucu oluyor. Sen içindekileri tam aktaramıyorsun, muhâtap da aktardığını tam anlayamıyor. Bu çift dikiş eksilmeden sonra alınan yol ister istemez mutlu edici olmuyor. Hayâl ettiğiniz yer ile vardığınız yer arasında uçurumlar olabiliyor. İnsan üzerinde çalışıyorsanız hayâliniz ile netîce arasında çok büyük farklılıklar oluyor. Taşla uğraşan Michelangelo, hayâlindekinin aynısını taşa geçirebilir ve yaptığı heykel karşısında cezbeye kapılarak, “Konuş benimle ey Musa!” diyerek çekicini fırlatabilir. İnsanı değiştirmek isteyenler bu şanstan ne kadar nasipsiz… Eskiler bu vaziyeti “Taşa geçer kendime geçmez sözüm” diye şarkılara işlemişler. Kendimiz, insanız. Kendimize bile geçmeyen sözümüz başkasına nasıl geçsin? Kendimiz bile kendimizden yorulmuşken başkasından nasıl yoruluruz, düşünülsün. Bu açıdan baktığımda Peygamberlere hürmetim çok artıyor. Uğraştıkları insan. Santim santim mesâfe almak zorundasın. Pat diye anlamıyor ve olmuyor insan. Sabırla işlemeye devâm edeceksin. Peygamberlerin insanlar arasında en çok sıkıntı çeken insanlar olduğunu en iyi anlayanlar insan yetiştirmekle uğraşanlardır. Bunun nasıl devâsâ bir iş olduğunu bir dâvâsı olmayan, bu istikâmette insan yetiştirmekle meşgûl olmayanlar anlamaz. Mutlaka O’nun da üzüntüleri vardır ama Peygamberler arasında en çok lûtfa mazhar olmuş Peygamber de Resûlullah efendimizdir. Onun ashâbı gibisi gelmemiştir. Her emrini harfiyen yerine getirmeye çalışmışlar, her yasağından ürpertiyle kaçmaya çalışmışlardır. Yetiştirdiği insanlar için “Hepsi yıldızlar gibidir” diyebilmek her dâvâ adamına nasîp olmaz. Son nefesine kadar heyecânını muhâfaza etmek de herkesin harcı değildir.
Yıllar bedeni yorduğu gibi rûhu da yoruyor. Hayâliniz ile gerçekler arasındaki açıklığı gördükten sonra bir isteksizlik yürüyor içinizde. En sık hatırınıza gelen gelen kelime: Çekilmek… Dünyâdan çekilmek, sizi yoran insanlardan çekilmek. Kimseye ben bir şey anlatmayayım, kimse de bana bir şey anlatmasın. Sâdece -artık çok az kalmış olan- güvendiğin birkaç insanı dinlemek ve okumak… Biz ne kadar uğraşsak da insanlar yine ne olacaklarsa o oluyorlar. Katkımız o kadar az ki… Benim bu saatten sonra çekilmem çok da bir şey fark ettirmeyecektir. Böyle hissediyorsunuz. Zâten tartışmayı çok isteyen gençler de arkadan gelmişler ve meydanı doldurmuşlar, harıl harıl konuşuyorlar. Onların imkânı da bol. Youtube, instagram, facebook…vb. Fikirler havada uçuşuyor. Kırılan, dökülen, yıkılan… Mühim değil, mühim olan rakîbi bastırmak ve susturmak. Hakîkat, görünmeyen, güyâ kendi hatırına savaşılan hayâlî değer.
Televizyon kanallarında gerek dînî gerekse siyâsî tartışmalara bakıyorum. Bitmez tükenmez bir sürtüşme. Ömür törpüsü… Çoğu da belli bir yaşın üstünde insanlar. Nasıl tahammül ediyorlar, şaşırıyorum. Şunu da fark etmiyorlar: Tartıştıkları muhâtaplarında yıllardan beri en küçük bir değişiklik meydâna getirememişler. Ee, netîce?
Küfür ve kötülük karşısında hakîkatin sesini yükseltmek şarttır. Yükseltenlerden de Allah râzı olsun. “Haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan olduğunu”, “En üstün cihâdın zâlim hükümdara karşı hakkı söylemek olduğunu” da unutmuyoruz.
Ama şu hadislerin de boşuna söylenmediğini düşünüyoruz:
“Kim haklı olduğu halde tartışmayı terk ederse Allah onun için cennetin ortasında bir ev inşâ eder.”
“Allah-u Teâlâ’nın en çok buğz ettiği kul, tartışmada ileri gidendir.”
Son zamanlardaki ruh hâlimin ifâdesi sosyal medyada görüp kaynağını bilmediğim şu sözlerdir diyebilirim:
“Gereksiz ispat çabası bünyeyi yorar. Bâzen haklı olduğun hâlde konuşmaman senin yararınadır.”
“Saçlarım beyazlıyor, öyle uzun uzun anlatamam artık hiçbir şeyi.”
Hele muhâtabınız hakîkat derdi olmayıp da kendini sizin üzerinizden ispatlamak isteyen inatçı bir tartışmacı ise.