Donmuş Ruhların Ardında
Donmuş Ruhların Ardında
Ahmet Can Karahasanoğlu
Kar, İstanbul’u beyaz bir örtüyle esir aldı. Hava öyle soğuk ki, şehir adeta acı bir uykunun koynuna çekilmiş gibi. Sokaklar, caddeler, her yer bembeyaz... Mikroplar temizlendi belki, ama ya içimizdekiler? Ruhumuzun derinliklerine sinen o karanlık, o çürümüşlük... Onları nasıl temizleyeceğiz? Tıpkı bir kefen gibi her şeyin üzerini örten bu kar, altında yatan gerçeği saklıyor: çürümüşlük, yalnızlık, kayıplar...
Pencereden dışarıya bakıyorum. Kar taneleri, sanki birer kurşun gibi, yoksulların üzerine yağıyor. Gökyüzü, adeta bütün öfkesini yeryüzüne kusuyor.
Bu beyaz taneler, her şeyi yavaşlatıyor, donduruyor. İnsanlar, robot gibi hareket ediyor, yüzlerinde donuk bir ifade... Sanki hepsi, başka bir diyardan gelmiş bu melankolik şölene katılmış gibi.
Kar, sadece sokakları, taşları, ağaçları, kuşları değil, ruhları da donduruyor. İnsanlar arasındaki mesafeler daha da açılıyor. Herkes, kendi kabuğuna çekiliyor, yalnızlaşıyor. Tıpkı buzullar gibi, birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Bu beyaz örtü, aynı zamanda yitirilmiş bir dünya tasavvurunu da hatırlatıyor. Buzul çağı hissi... Binlerce yıl öncesine götüren o devasa sezgi, altında yalnızca beyaz bir dünya tahayyülü sunuyor. İnsanın bitmek bilmeyen hırslarına, güzel bir tokat gibi çarpıyor bu manzara.
Sıcak odasında, şömine başında oturanlar için her şey ne kadar da güzel görünüyor. Ama o iliklere işleyen soğuğu hissetmeyenler, bu manzarayı yanlış yorumluyor. Çünkü bu dondurucu soğuğun altında yatan tek şey ölüm. Tıpkı hayat gibi... Çıplak gözle her şey güzel görünür, ama o görüntünün altında hep aynı gerçek yatar: Ölüm.
Kar yağarken, her şey susuyor. Sadece karın sesi duyuluyor. O ses, şuurun fısıltısı gibi, unutulmuş bir anıyı canlandırıyor. Kumarbaz Şair, kar tanelerinin arasında, sözlüklerin bilmediği ilkel kelimeler arıyor. Belki de tüm sözler tükenmiştir, söylene söylene...
Karanlık ve soğuk, derin buzulların artması, kış manzarası, insan ruhunun hapsolduğu, sıkıştığı bir alanı hatırlatıyor. Her şey soğuyor, soluyor, ama kimse fark etmiyor. Ne geçmişin sancılarına ne de geleceğin bilinmezliğine dair bir iz var. Yalnızlık, karın içinde daha da derinleşiyor.
İçimizdeki boşluğu, soğuğu ve çürümüşlüğü kabul etmiyoruz. Tıpkı karın her şeyi örterek gizlemesi gibi, biz de ruhlarımızdaki yaraları, hüzünleri, kayıpları örtmeye çalışıyoruz. Oysa kar, ne kadar üstümüzü örtse de, bir gün eriyecek ve her şey olduğu gibi ortaya çıkacak. O gün geldiğinde, yüzleşmekten kaçındığımız tüm gerçeklerle burun buruna kalacağız.