Şiddet pandemisi ve çözülme
Kahramanmaraş merkezli depremleri, depreme sebep olan siyasi mekanizmayı ve sonrasını en iyi analiz eden Yıldıray Oğur, geçen hafta İstanbul’da yaşanan olayları değerlendirdi. Karar’da yazan Oğur’un yazısını Serbestiyet isimli bir site de iktibas etti. Toplumsal çürümeyi ‘Belki de çürümüyoruz, yeşeriyoruz’ başlığıyla köşesine taşıyan Yıldıray Oğur, “Hükümeti suçlayanlar ile ahlaksızlığın/dinsizliğin yayılmasını suçlayanlar arasındaki siyasi kavganın menşeini, sosyolojisini irdeledi.
Emekli bir akademisyenin sosyal medyada viral olmuş tespitlerine cevap mahiyetinde kaleme alınan Oğur’un yazısının özeti şu: “Şehirler büyüyor, nüfus artıyor ve çeşitleniyor, eski mahalle kültürü ortadan kalkıyor, değişen ilişki biçimleri, nesiller arası kopukluklar, artan eşitsizlikler eski küçük, müreffeh ve içinde güvende hissedilen eski yaşam biçimini değiştiriyor. İnsanlar değişimden korkarlar, muhafazakârlık içgüdüsel bir tepkidir. “Sosyal çürüme” de hoşa gitmeyen değişime tepkiyi ifade ediyor.”
Oğur’a göre sosyal çürümenin önüne geçebilecek en temel dinamik, “başka insanların hayatlarını umursamak ve kaygılanmak”. Bu güzel hasleti, çürüdüğümüzün değil yeşerdiğimizin işareti olarak gören Oğur’a katılıyorum. Üstad; “Şehirlerdeki eşitsizlikler, ekonomideki bozulma, sosyal medya üzerinden kurulan ilişkiler, sanal dünyadaki alternatif hayat, dinlerin etkisinin azalması, atomize olan aileler; insan ilişkilerini, kadın-erkek ilişkilerini değiştiriyor” diyor, elhak doğrudur. İşte sıkıntı burada. Değişip dönüşen, seküler sokağa sapan, her geçen gün biraz daha bireyselleşen bir insanlık var karşımızda. Başka insanların derdini umursayan mı kaldı? Peki, çare nedir? Birbirimizin, hepimizin sorunlarının ilacı nedir? ‘Belki de yeşerdiğimizin işaretidir” dediğiniz şeyin toplumda bir karşılığı var mı? Su, kaynağından uzaklaştıkça kirleniyor. Bu milleti dinden başka ayağa kaldıracak, yeşertecek bir yol tanımıyorum.
TRT, Akit TV ve birkaç TV hariç, toplumun ahlak, gelenek ve inancına uygun olmayan TV kanallarını izlemiyorum. Hepsinin ekranından necaset akıyor. Toplumsal çürümeden bahseden söz konusu kanallar, o değirmenin bendine su taşıyorlar. Su, kaynağından uzaklaştıkça kirlenir. Toplumlar da böyledir. Ahlak ve maneviyattan uzaklaştıkça çürüme ve seküler yaşantı damarı güçlenir. İyi de Batı toplumu çok mu dindar veya ahlaken üstün? Hayır, bilakis Batı’da kilise dini iflas etti. Batı, işini severek ve düzgün yapıyor. Dinleri çürük ama işleri, muameleleri sağlam. Bizim ise dinimiz sağlam, inancımız bozuk, işimiz çürük. Müslümanların muamelesi düzgün değil. Deprem dahi bizi terbiye edemedi. 19 yaşındaki bir genç, sevgili ediniyor ve birkaç gün sonra sevgilisinin kafasını kesip, daha sonra kendisi de intihar ediyor. Torun, kendisine harçlık vermeyen ninesinin kolundaki bileziği alabilmek için nineyi dövüyor, muvaffak olamayınca bileğini kesiyor. Evliliklerin ömrü nedense uzun olmuyor. Eskiden olsa, “Allah bir yastıkta kocatsın” denirdi. Boşanmalar arttı. Peki, biz ne ara bu hale geldik? Modernizm insanı bireyselleştirdi. Bencil insan profili oluşturuldu. Başkası için yaşayan, başkasının hak ve hukukunu koruyan insan profili yerine, hep kendini düşünen bencil bireyler oluştu. Sosyologların bu konu üzerinde ciddiyetle durması gerekiyor.
Biz bu toplumsal vakaya, bir cami imamı gibi salt dini yönden, bir eğitimci gibi sadece milli değerlerden bakamayız. Bütüncül bir bakış açısıyla metafizik, sosyolojik ve İslâmî perspektiften, entelektüel bir zenginlik yakalamalıyız. Tabi meselenin teşhisini koyarken, aynı zamanda çarenin de ne olduğunu belirtmeliyiz. Bu da beyni zonklatırcasına fikir üretmeyi ve analizini yaptığımız konunun ayağının yere basması ve toplumda bir karşılığının olması gerekiyor.
Bu tür konuları sağlıklı bir şekilde analiz edebilmek için mantık, fizik, biyoloji, zooloji, astronomi, metafizik, etik, estetik, ruh, psikoloji, dilbilim, ekonomi, siyaset ve retorik gibi pek çok alanda söz sahibi olan Aristo’yu tanımak gerek. Çok ciddi bir şiddet sarmalıyla karşı karşıyayız. Doktora, polise, kadına, çocuğa, velhasıl insana yönelik bir saldırı söz konusu. Şiddet pandemisinin hedefinde insan var. Bütün sorunların temelinde ekonomik, siyasi ve sosyolojik nedenler yatıyor. Maalesef insan insanın kurdu haline geldi. Sosyal medya şiddeti körüklüyor. Toplumun tüm fertlerini öfke yönetiyor. Stres, gerilim trafikte başlıyor. Birbirimize katlanamaz hale geldik. Bugün aslında sadece fiziksel şiddetle de karşı karşıya değiliz. Cinsel, ekonomik, siyasal ve sözel şiddet arttı. Daha da kötüsü, şiddet pandemisinin toplum tarafından kanıksanması. Şiddeti yenebilmek için entelektüel bir bilinç oluşturmalıyız. “Dayak cennetten çıkmadır”, “Eti senin, kemiği benim”, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek” gibi atasözü ve deyimler geçerliliğini kaybetmiştir. Dijitalizmden önceki toplumlarda hükmünü sürdüren bu söylemleri günümüze uyarlamaya çalışmanın adıdır şiddet.
Şiddetin çeşitleri vardır: Günlük yaşamda, aile içinde, ekonomide, iş yaşamında, siyasette, ülkeler arasında. Şu anda şiddetin her türünü yaşıyoruz. Ülkeler arası bazda İsrail-Filistin, Rusya-Ukrayna savaşları şiddetten soykırıma evrilmistir. Ortadoğu’da tüm ülkelerin vekâlet savaşına tanıklık ediyoruz.