Yargıtay Başsavcısı göreve..
Yargıtay Başsavcısı göreve..
MURAT ALAN
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 68. maddesi, siyasi partilerin demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olduğunu belirtirken, aynı zamanda çok önemli bir sınırlama getiriyor.
İlgili maddeden aktarıyorum:
“Siyasi partiler, suçu veya suçluyu övemez, suç işlemeyi teşvik edemez.”
Anayasa bu hükümle, partilerin siyasi mücadelelerini hukuk çerçevesinde yürütmesini zorunlu kılıyor.
Ancak son dönemde, özellikle CHP’nin sahadaki faaliyetine bakınca, ilgili hükmün adeta rafa kaldırıldığını görüyoruz.
Darbeciler tarafından hayatımıza dahil edilse de, 82 Anayasası CHP’ye suç işleme özgürlüğü mü tanıyor?
Anayasada böyle bir madde varsa bizim mi haberimiz yok?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklandığı yolsuzluk ve rüşvet soruşturma sürecinde, CHP’nin önde gelen isimleri sokak çağrısı yaptı.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Ali Mahir Başarır ve Mahmut Tanal gibi isimler, geceler boyu kitlelerin önünde polisin karşısına dikildi.
Polise taş, sopa, asit, balta ve molotoflarla saldırı yapıldı.
İstanbul’daki eylemlere ilişkin konuşan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, şu ifadeleri kullandı:
“Milletimizin kardeşliğine pusu kuruldu. Polislerimize saldırıldı. Milli ve manevi aile değerlerimiz ayaklar altına alındı. Adalet sokaklarda değil, mahkeme salonlarında tecelli eder. Sokağa çıkmakla kimse temize çıkamaz.”
Yerlikaya devam etti:
“Sadece bu kadar mı? Aralarında uyuşturucu, cinsel taciz, hırsızlık, dolandırıcılık, kasten yaralama gibi 17 farklı suçtan adli işlem görenler olduğu tespit edildi. Eylemlerde 150 polisimiz maalesef yaralandı. Yazık değil mi, günah değil mi? Polisler bu milletin evladı değil mi? Onların da yolunu gözleyen eşleri, evlatları, anaları babaları yok mu? Polislerimiz, sadece şehirlerimizin değil, o gün o alanlara gelenlerin de güvenliğini sağlamak için oralarda bulunuyordu.”
150 polisin yaralandığı eylemlerin sorumlusu kim?
“Merkez Bankası 26 milyar dolar yakarak piyasayı soğutmaya çalıştı” diyen bunlar değil mi?
“Polisle çatışma oylaması” yaptılar Saraçhane’de...
Bu söylemler, açıkça “suç işlemeye teşvik” olarak yorumlanabilecek niteliktedir.
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay içtihatları, “sokak” vurgusunun şiddet çağrıştırabileceğini ve kamu düzenini bozucu eylemlere zemin hazırlayabileceğini defalarca vurgulamıştır.
Bu eylemler, “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” ile izah edilemez.
Yüzleri maskeli tipleri sabaha kadar polisle çatıştırıp, 150 polisi yaralamak bir hak değil, bariz bir suçtur.
Meselenin bir boyutu daha var…
Siyasi Partiler Kanunu’nun 103. maddesi ne diyor?
Kanun, bir siyasi partinin suç işlemeyi teşvik etmesi halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na bazı sorumluluklar yüklüyor.
Başsavcılığın, ilgili siyasi partiye ihtar vermesini öngörüyor.
Madde şu şekildedir:
“Bir siyasi parti, Anayasa’nın 68. maddesine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline gelirse, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, partinin yetkili organlarını uyarır. Parti, bu uyarıya rağmen söz konusu fiillere devam ederse, hazineden alacağı mali yardım kesilir.”
Bu durumda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın CHP’ye bir ihtarname göndermesi ve söz konusu isimlerin partiden uzaklaştırılmaması halinde hazine yardımının kesilmesi gündeme gelebilir.
Anayasa’nın 68. maddesi ve Siyasi Partiler Kanunu, devlet yardımının bir “özgürlük” değil, “hukuka bağlılık karşılığında verilen bir imtiyaz” olduğunu ortaya koyuyor.
Eğer bir parti, hukuka aykırı eylemleri teşvik ederse, devlet desteği kesilir.
Yargıtay Başsavcılığı acilen harekete geçmelidir.
Türkiye’nin en köklü partisi olduğunu öne süren CHP, kurucu ideolojiye sahip çıkıyorsa, hukukun üstünlüğünü savunmakla yükümlüdür.
Sokak çağrıları, demokrasiyle bağdaşmaz.
Yargıtay Başsavcılığı görevini yapmalı, ihtarname sürecini başlatmalıdır.
CHP, bu tür söylemleri benimseyenleri partiden uzaklaştırmalıdır.
Aksi halde, hazine yardımının kesilmesi kaçınılmazdır.
Unutulmamalıdır ki, hukuk herkese eşit uygulanmalıdır.
Siyasi çıkarlar, hesaplar ya da algılar adaletin önüne geçmemelidir.
Bir şey daha var..
CHP, sokakları karıştırarak, İstanbul’da ifşa olan büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalının üstünü örtmeye çalışıyor.
Ne yapılsın, yolsuzluk ve rüşvet soruşturulmasın mı?
O zaman sormazlar mı adama, 1990’larda eski Başbakan Mesut Yılmaz’ı Yüce Divan’a kim yargılattı?
Yılmaz, CHP’nin başvurusu üzerine Yüce Divan’a sevk edilmişti.
“Görevi kötüye kullanma” suçlamasıyla yargılandı.
Benzer şekilde, Tuncay Mataracı ve İsmail Özdağlar gibi isimler de yolsuzlukla suçlanmadılar mı?
Hangisinde kitleler sokağa dökülmek istendi?
O günlerde Yılmaz dahil belirtilen isimlerin yargılanmasını savunan çevreler, bugün yolsuzluk soruşturmalarına “hukuksuzluk”, “siyasi darbe” demesi düşündürücü değil mi?
Soymadıysanız, çalmadıysanız, yetim hakkı yemediyseniz korkmayın; yargı sizden yana demektir!
Panik olmayın!
Selametle...