• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Mehmet Duvarbaşı
Mehmet Duvarbaşı
TÜM YAZILARI

Gençliğin mayasında iyilik var…

23 Mayıs 2022
A


Mehmet Duvarbaşı İletişim: [email protected]

Hafta içinde eşimin bir rahatsızlığı sebebiyle SGK hastanelerimizden birinin acil servisine düştü yolumuz…

Yine her zamanki gibi yüreğimizi burkan, içimizi kanatan bilindik manzaralar vardı. 

Aniden fenalaşanlar, daha bir kaç gün önce taburcu oldukları halde soluğu acil kapısında alanlar, düşüp yaralananlar, kavga edip ağır darbe alanlar, yaşlılığın getirdiği kronik rahatsızlıkları sebebiyle kendini iyi hissetmeyen anne babasının, dedesinin, ninesinin koluna girip hastaneye koşanlar….

Triyaja girip kaydımızı yaptırdıktan sonra nöbetçi doktorun kapısındaki hatırı sayılır kuyruğu fırsat bilerek, otomatlardan su almak için dışarıya çıkmıştım ki, bir bağırtı çığırtı koptu…

20-25 yaşlarındaki bir grup gencin, birbirlerine acımasızca savurduğu tekme ve tokatlar, acil servis kapısında bekleyenler kadar, içerideki hasta ve yakınlarını da tedirgin etti. 

Milletin şifa bulmaya geldiği yerde, gençlerin yol açtığı dehşet verici sahneyi görünce “Nereye gidiyor bu gençlik?” demeden edemedim. 

Neyse ki dışarıda hazır kıta bekleyen polis memurlarının hızlı müdahalesi ile bu rezillik kısa sürede son buldu…

Elimdeki su şişeleri ile acil giriş kapısından girerken genç bir kızın etrafındakilere söylendiğine, atarlandığına, ağzına geleni saydığına şahit oldum…

20’li yaşlardaki, piercingli, dövmeli genç kızın tavrını yadırgasam da üzerinde fazla durmadım… Kısa bir bekleyiş sonrası muayene sırası bize geldi, sıkıntımızı dinleyen doktor bir dizi test yaptırmamızı istedi. 

Testleri yaptırmamızın akabinde eşime serum bağlandı.

Sedyede beklediğimiz esnada, o kapıda sağa sola saydıran genç kızın hemen yan tarafımızdaki, yaşlıca bir amcanın yanıbaşında bulunduğunu farkettim. Yine birilerine söyleniyordu ki dayanamayıp “Neden bu kadar atarlı-giderlisiniz. Sizi bu kadar agresif kılan nedir” diye sordum…

“Hayır. Öyle agresif biri değilim. Aslında enerji dolu biriyimdir. Ama insanların umursamaz tavırları, bencillikleri beni deli ediyor” dedi. Giriş kapısında şahit olduğum sitem dolu sözlerini hatırlattığımda, “Dedem yaşlı. Girişte biraz duraksayınca ‘yolun ortasında ne bekliyorsun be adam’ diye itip kakmaya kalktılar, dayanamayıp saydırdım” cevabını verdi. 

80’li yaşlara merdiven dayamış yaşlı amca sedyeden gülümseyen gözlerle bakıyordu. “Geçmiş olsun amca. Allah şifalar versin” dedim, genç kız hemen araya girdi: “Dedem sadece Kürtçe bilir!”

Genç kızın görünüşüne ve tavrına bakarak vardığım ilk kanaatimden utandım.

“Hayırlı bir evlatmış meğer.  Dedesinin hastanede mağdur olmaması, derdini anlatabilmesi, yolunu yordamını şaşırmaması için girmiş koluna, koşmuş hastaneye. Helal olsun” dedim içimden…

2 saat kadar sonra test sonuçlarımızı alarak tekrar doktorun kapısına vardık. Pek bir sıra olmamasına rağmen, içeriye giren de çıkan da yoktu. Kapıyı aralayıp girdiğimizde, nöbetçi doktorun değiştiğini gördük. 

Genç bir bayan doktor ve yanındaki asistan, eli yüzü yara bere içinde, sol el bileği şişmiş, kafası yarılmış, üstü başı perişan haldeki yaşlı bir amcayı muayene ediyorlardı.

Doktor hanım ısrarla soruyordu, “Amca bu hale nasıl geldin. Biri mi dövdü seni?”

Yaşlı adam belli belirsiz cümlelerle, “Yok düştüm” diye cevap veriyordu. “Yalnız mı geldin amca, kimsen yok mu” sorusuna yaşlı, biçare adamın verdiği cevap ise yüreğimi kanatmıştı: “Kimsem yok benim kızım. Tek geldim…”

Yaşlı amcanın bir darba maruz kalıp kalmadığını anlamak için bir kez daha aynı soruları yönelten doktor kızımız, yaşadığı üzüntüyü dışa vuran bir ses tonuyla, “Amca önce beyin için tomografiye sonra plastik cerrahiye göndereceğim seni. Şu koridordan dümdüz gidip, sola döneceksin. Bu kağıda yazdıklarımı göster” dedi. 

Yardımcı olmak için hazırlanıyordum ki, doktor hanımın yanındaki genç görevli atıldı: “Seni tek bırakmam amca. Ben ilgileneceğim seninle, gel benimle lütfen.” 

Z kuşağı bir genç kızın, dedesinin koluna girip hastaneye koşması, onu itip kakana veryansın etmesi gibi, yine Z kuşağı bir doktorun yaşlı, gariban bir hastayla işini hiç savsaklamadan ilgilenmesi ve genç bir görevlinin de kendi babasıymış gibi o amcanın koluna girip ona mihmandarlık etmesi beni çok duygulandırdı. 

Acil kapısında kavga eden gençleri görünce kapıldığım endişem ve “Bu gençlikten bir şey olmaz” şeklindeki önyargım kayboluverdi birden… 

“İstisnalar kaideyi bozmaz” diye bir laf var. 

Bir genç, gününü gün etmek yerine dedesine yardım için koluna girip hastaneye koşuyorsa, genç bir doktor hastasıyla bu kadar yakından ilgileniyorsa, genç bir görevli çay-kahve yudumlayıp keyfine bakmaktansa kimsesiz bir garibanın eli-ayağı olmayı tercih ediyorsa, ecdad yadigarı o milli ruh ve manevi miras hâlâ damarlarımızda dolaşıyor demektir…

Siyasi düşüncesi, konuştuğu dili, giyimi-kuşamı ne olursa olsun, biz güzel insanların yaşadığı bir ülkeyiz. En büyük sıkıntımız ya kendimizi ifade edememek ya da karşımızdakini anlamak istememek…

Üslubumuzu ve olaylara bakış açımızı değiştirip, empati yeteneğimizi devreye soktuğumuzda paylaşamayacağımız bir ülke, üstesinden gelemeyeceğimiz bir problemimiz yok. 

İslam alimlerinden Sadi-i Şirazi’nin, “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır” ifadesini ve Alman şair-yazar Clemens Wenzeslaus Brentano’nun “İyi bir vicdan, en rahat yastıktır” sözünü akıldan çıkarmamamız dileğiyle. Hayırlı haftalar…

 

 *  * 

Gitme zamanı geldi...  

Dönün sırça köşklerinize!

Tamam…

Göçmenlerle ilgili bir sıkıntımız var mı, var!

Ekonomik açıdan zor bir dönemden geçiyor muyuz?

Evet…

Bu gerçekleri gözardı etmeden ama en önemlisi Allah’ın yarattığı bir kulu incitmeden, bir şeyleri çözmeye çalışmak çok mu zor?

Hele ki o kul, bir katilin elinden kaçıp sana sığınmışsa…

Bir lokma ekmeğe, yatacak bir kuru yatağa muhtaç ise…

Aylardır, göçmenler mevzusu tartışılıyor memlekette. Kimi asayiş açısından sıkıntılara yol açtığından, kimi taciz ve tecavüz vakalarına karıştıklarından bahsediyor. Kimisi ise sırf siyasi hesaplarla, iktidarın potansiyel oy kaynağı olduklarından, çeşitli ayrıcalıklara tabi tutulduklarından vesaire dem vuruyor…

10 yılı aşkın süredir aramızda yaşayan Suriyeli, Türkmenistanlı, Kırgızistanlı göçmenlerin kendi halkımızdan çok daha fazla sorun çıkardığına şahit olmasam da, çeşitli sebeplerle ülkemize sığınan bu insanların, insani hasletler, kardeşlik ilişkileri dikkate alınarak bir şekilde eve dönüşlerinin sağlanması gerektiğini düşünenlerle hemfikirim…

Ama doğru politikalarla o insanları ölüme itmeden ve rencide etmeden. Onların da insan olduğu, hepsinin birer ana-baba, ağabey, kardeş olduğu gerçeğini gözardı etmeden…

Geçtiğimiz günlerde Bolu’da işlek caddelere asılan pankartı görüp okuyunca, hem üzüldüm hem utandım kendi adıma…

Göreve geldiğinden bu yana göçmenlere, hatta şehir dışından gelen öğrencilere bile ayrımcılıklar uygulayan CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın ‘Nazi’ ağzıyla kaleme alıp Türkçe ve Arapça olarak astırdığı afişlerde aynen şu ifadeler yer alıyordu: “Geçici sığınmacılara sesleniyorum. 11 yıl önce ülkemize misafir olarak geldiğinizi söylediniz. Türk milleti de kıt kaynaklarıyla size yıllardır sahip çıkıyor. Artık bu misafirlik fazla uzadı… Sizinle paylaşacak ekmeğimiz ve suyumuz kalmadı. Geldiğiniz gibi gitme zamanınız geldi. Artık istenmiyorsunuz. Dönün ülkenize…” 

Bu nasıl dil, bu nasıl bir üslup!

Bir yandan mazlum insanları rencide ederken, diğer yandan halkı tahrik ettiğinizin farkında değil misiniz?

Ben de buradan Sayın Özcan’a sesleniyorum: “Geldiğiniz gibi gitme zamanınız geliyor. Milletin oylarıyla oturduğunuz o koltuğun hakkını veremiyorsanız, dönün sırça köşklerinize…”

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23