Linç Kültürü
Linç Kültürü
ALİ OSMAN AYDIN
Ünlü YouTuber ve Doktor Altay Cem Meriç, Bursa Yıldırım’da yaptığı söyleşi için bazı aşırılıkçılar tarafından hafta sonundan beri linç ediliyor. Lincin nedeni kadın ve erkeklerin salonda karışık oturmuş olması.
Linçleyenler, kadın ve erkeklerin böyle oturtulamayacağını savunuyorlar; bununla da yetinmiyor karılarını ve kızlarını sohbet dinlenilen o ortama gönderenlere, zevkle, iştahla “deyyus” diyorlar.
Evet yanlış duymadınız!
Gönderenler (af edersiniz)“deyyussa”, gidenler ve bu programda emeği geçenler ne oluyor siz düşünün!
Bunu söyleyenlerin kimler olduğunu az çok tahmin edebilirsiniz: Yukarıda onları nasıl tarif edeceğimi bilemediğim için “aşırılıkçılar” dedim. Çünkü tam olarak bulundukları kesimi temsil ediyorlar mı, emin olamadım. Aslına bakarsanız egoları dışında hiçbir şeyi de temsil etmiyorlar. Ama onlar bunun fazlasıyla farkında oldukları ve bu durumu gizlemek istedikleri için egolarına sarık ve cübbe giydirmek gibi zekice bir oyun kurmuşlar.
O yüzden ortalıkta “bu din benden sorulur” tavrı içinde dolaşıyorlar. Siz de onların sarık ve cübbelerine bakarak “galiba gerçekten onların” diye geçiriyorsunuz içinizden…
Bu din babalarının malıymış gibi davranıyorlar. Hani bizim Anadolu’da en büyük oğul, ölmüş babasının bütün mülkünde kendisinin kardeşlerinden daha fazla söz sahibi olduğunu vehmeder ya, aynı onun gibi…
*
Beş yıl önce Yeniakit YouTube kanalında Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün ile bir program yapmıştık. İçeriği itibariyle harika bir programdı bence. Doğru ve değerli şeyler konuşuldu. Düzgün, doğu-batı düşüncesi bağlamında hatırı sayılır birikimiyle beraber nezaketi, zekâsı, neşesi ve insaniyeti ile de benim için çok değerli bir ilim adamıdır. Düzgün hocayla program yaptıktan sonra ben de linç yedim:
“Nasıl olur da böyle ‘bir şahsı’ programına alırsın” diye yığınla e-posta aldım.
O zamanlar maruz kaldığım soruların tonu şaşırtıcıydı: “Davetten önce Cübbeli Ahmet Hoca’ya danışmış mıyım?”
Soru buydu!
Programda din konuşulacaksa bu adamlara göre Cübbeli ile görüşmek, onun cevazını almak gerekiyormuş! Çünkü cari din işlerinin, meşru din söyleminin fahri patronu onlar ya! Onların onayını almadan nasıl olur da din konuşuruz, konuştururuz? Bizimki de hadsizlik!
Bir yazı yazmış ve Allah’ın dini adına ahkam kestiğini düşünen bu tip kişileri “Hakikat Tekelciliği” ile suçlamıştım. Kim bilir belki böyle bir “suçlama” hoşlarına bile gitmiş olabilir.
Bu tür insanlarla program yaptığım kurumlarda çok karşılaştım. Birini konuşmacı olarak davet edersiniz; bir de bakarsınız, “bu kişiler” kurumu çoktan aramış, tehdit etmişler bile: “Onu sahneye çıkaramazsınız! O şöyle zındık, böyle inkârcı…” Kimin ne olduğuna bunlar karar veriyorlar ya!
Sesleri çok çıktığı için bazı kurumlar programı daha duyuru aşamasında iptal etmek zorunda kalırlar, bunların hışmından korktukları için.
Altay Cem’in en son linçlenen programında ise durum daha ileri bir boyuta evrildi; işi kalabalıklara hakarete kadar vardırdılar. Altay’ın söyleşisine karısını, kızını gönderenlere bazı densizler “deyyus” dediler.
Konunun benimle şöyle bir alakası var: Altay’ı linçledikleri o programı ben organize ettim. Daha önce de Altay Cem ile farklı şehirlerde programlar yapmıştık. Katılanlara ve yakınlarına “deyyus” dendiğine göre organizatör olarak benim pozisyonum nedir, merak ediyorum doğrusu.
Bu adamlar başlarında sarık, sırtlarında cübbe olduğu için kendilerini dinin sahibi gören, konuştukları zaman Allah adına konuştuklarını varsayan şahıslar. Allah’ın ne söylediğini ne kastettiğini bir tek onlar biliyor gibi davranıyorlar.
Eğer dindar olacaksanız, bırakın dindar olmayı, din konuşacaksanız bile onların onayından geçmiş bir din yorumunu benimsemek zorundasınız. Aksi halde zındıklığa, fasıklığa veya deyyussluğa sürüklenmeniz an mesele!
*
Recep Tayyip Erdoğan bundan 30 küsür sene önce yeri geldi meyhanelere, yeri geldi genelevlere girip oy istedi; kadınlar sadece siyasi hareketin değil, dini hareketlerin çoğunun en ön saflarında yer aldılar ve gasp edilen hakların geri alınmasında belki de erkeklerden kat be kat fazla mesai harcadılar.
Sadece bu değil; başörtüsü zulmü ortamında da kadınlar erkeklerle birlikte-bir arada despotizme karşı direndiler. Hep meydanlardaydılar. Bu çabalar neticesinde bugün bazı kazanımlar elde edildi.
Türkiye’de Müslümanların elde ettiği hangi kazanımlar varsa, bu aşırılıkçı grupların savundukları dar dünya görüşünün tam tersi yapılarak elde edildi. Bu adamlara kalsa kimseyi üniversiteye göndermezlerdi. İnsan kaynağı bugünkü gibi çeşitlenemez, zenginleşemezdi. Olsa olsa insanları ancak medreseye yönlendirirlerdi. İnsan kaynaklarını tek tip bilgiyle donatır sonra rahatça idare ederlerdi.
Sadece bu adamlar değil, diğer aşırılıkçı yapılar da dar fıkıh anlayışlarıyla daima köstek oldukları bir sürecin sonunda bugün belli ölçüde refaha kavuştular. Bu gruplar modernleşme ve toplumsal entegrasyon dinamiklerine direnç göstererek, kendi iç normlarını mutlaklaştırmaya, mutlak hale getirdiklerini de dinleştirmeye çalıştılar.
90’lı yılları sosyolojik açıdan düşündüğümüzde, dindar topluluklar aslında ‘marjinalleşmiş alt kültür’ konumundaydı. Ana akım toplum tarafından çevreye itilmiş, kamusal görünürlükleri sınırlanmış, resmi söylem tarafından sakıncalı ilan edilmiş ve mekânsal olarak da belirli semtlere sıkışmışlardı. Oralardan çıkmaları istenmiyordu. İşin ilginç tarafı bu aşırılıkçılar da o gettolardan çıkmak istemiyorlardı.
Bu tür durumlar için sosyoloji ‘getto tipi yoğunlaşma’dan söz eder: Grup kendi içine kapanır, normlarını sertleştirir ve dış dünya karşısında daha savunmacı daha katı bir kimlik geliştirir. 90’larda da böyle oldu. Üretilen bu kimlik kitlelere din diye tanıtıldı. Bu tür adamların “dedem neneme kızdığında nenem hiç sesini çıkarmazdı, artık kadınlar çok değişti” diyerek hayıflanmaları, köydeki görgülerini dinleştirip kente taşımalarıyla alakalı…
Bazı aşırılıkçıların ve kimi selefi akımların sözünü ettiğimiz kültürel ve sosyal sıkışmayı aşmak için “Allah adına” insanlara teklifleri ise siyasal düzene hiç ilişmemekti. Tağut düzende okumamak, siyaset yapmamaktı… Müslümanlar böyle felaha kavuşacaklardı: Her şeyi kökten reddederek!
Bir şeyler öğrenmek için çabalayan insanlara ve yakınlarına ağız dolusu hakaret etmelerine bakılırsa, hala aynı kafadalar. Son 20 yılda sıkıştıkları gettolardan çıkıp dünyanın dört bir yanında faaliyet eder hale gelmelerine rağmen bu kazanımları elde etmelerini sağlayan zemini, o zemini ortaya koyan din ve dünya yorumunu, tahkir etmeye devam ediyorlar.
Buradan memleket insanının hayrına bir şey çıkacağına inanmıyorum. Aşırılıkçıların, gerçeklerden kopuk menkıbelere dayalı romantik dini söylemleri zamanla yok olacak.
Çünkü insanların hayatlarındaki sorunlara çözüm bulmuyor, aksine var olan sorunları büyütüyorlar. Kız çocuklarını üniversitelere göndermek istemiyorlar ama eşleri için kadın doktor istiyorlar.
Bir çelişki yumağının içindeler.
Bu çelişkileri insanlara da dayatmaya çalışıyorlar.
Beyhude uğraşıyorlar…