Bana hangi programı seyrettiğini söyle…
“Bana arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim” diye bir söz vardır.
Ekseriyetle doğru netîce veren bir ölçüdür bu.
Öyle ya, insan, huyundan tüyünden hoşlanmadığı birisiyle arkadaş olmaz. Arkadaşı nasıl birisi ise, kendisi de aşağı yukarı öyle birisidir.
İnsan, ünsiyet kurabilen varlıktır. Yâni diğer insanlarla, varlıklarla yakınlık kurabilen, onlara zamanla alışan bir varlık. Birlikte yaşadığımız insanlarla en başta aynı değilsek bile zamanla etkilenip benzeşmeye başlayabiliriz.
Arkadaşlarımızdan etkilendiğimiz gibi onları etkileriz de. Sonunda arkadaşlığın devâm edebileceği bir ortak huy ve alışkanlıkta birleşiriz. Dolayısıyla arkadaşımızın bilinmesi bizim hakkımızda da oldukça bol ve kesin ipuçları verecektir. Aynı ölçü arkadaşlarımız için de geçerlidir. Onları merâk eden birisi bizi öğrense arkadaşlarımızı öğrenmiş olacaktır.
Atalarımız bu ölçüyü bir de “Kır atın yanında duran ya huyundan alır ya suyundan” atasözüyle ifâde etmiştir. Birlikte yaşadığın insandan mutlakâ etkilenirsin.
Jim Rohn’un “İnsan, en yakınında tuttuğu 5 kişinin ortalamasıdır” sözü de meşhurdur.
Hacı Bayram-ı Veli’nin
Ansızın ol şâra vardım
Ol şârı yapılur gördüm
Ben dahi bile yapıldım
Taş u toprak arasında
dediği gibi, şehirler taş ve topraktan yapılırken insan da bu şehirlerde yapılır, şekillenir, kimlik ve kişiliğini bulur. Şehirler taş ve toprak arasında yapılırken insan, insanlar arasında, en çok da dost ve arkadaşları arasında “yapılır”. Hepimiz bir ülkenin, bir târihin, bir milletin, bir inancın, bir kültürün içinde “yapılıyoruz”.
Arkadaştan etkileniş o kadar ileri seviyede ki Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Kişi dostunun dîni üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.”
Arkadaş insanın dînini bile belirleyebilir. Etkileniş bu dereceye kadar ulaşabilir. Kimlerle oturup kalktığımıza fevkalâde bir dikkat gerekmektedir.
Başka bir hadis:
“İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sâhibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yâhut da sen onun pis kokusunu alırsın.”
Daha kısa olarak “Kişi sevdiği ile berâberdir” buyurulmuştur.
***
“Bana okuduğun gazeteyi, kitabı söyle senin kim olduğunu söyleyeyim” desek yanlış olur mu? Veyâ “Bana seyrettiğin TV kanalını, tâkip ettiğin sosyal medya hesaplarını, dinlediğin müziği söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim” desek? Evet, arkadaş için söylenenlerin hepsi bunlar için de geçerlidir.
“Gündüz kuşağı” tâbîr edilen bir televizyon programı formatı var. İsim verip mes’ûliyet altına girmek istemem. Bu programlar halkın dedikodu zaafından besleniyor. Kayıp çocuklar, kızlar, yaşlılar; aldatılmış kadınlar ve erkekler, kocasını sevgilisiyle birlikte katleden, bir büyücünün dümenine girerek eşini zehirleyip öldüren kadınlar, karısını satan erkekler, kocasını satan kadınlar, 20-30 yıl önce başka birisinden doğup bakımevine bıraktığı çocuğu ile buluşanlar… Devâm etmeyelim, yürek kaldırmaz. Bu millet bu muydu? Ahlâkî değerlere bağlılığı ile hayat bulmuş ve temâyüz etmiş bu millet ne ara bu hâle geldi? Tamam, insanda nefs vardır ve bu gibi işlere temâyül fıtrîdir. Nefsle mücâdele etmeyenler, istek ve eğilimlerine karşı çıkamayanlar bu gibi pisliklere kapılırlar. Ama bu programlara ve hele bu programların seyirci kitlesinin çokluğuna bakarsanız bu millet bitmiş-tükenmiş. O yüzden diyorum ki “Bana seyrettiğin programı söyle senin kim olduğunu söyleyeyim.” Bu programları yaşatan seyircinin çokluğu. Bu durum cemiyet hakkında hiç de iyi bir sinyal vermiyor.
Şu da akla takılmıyor değil: Emniyet kuvvetlerinin ve savcılıkların birkaç saatte, bilemedin birkaç günde lime lime çözeceği bir hâdiseyi kimler bu programların kucağına atıyor ve dolaylı olarak bunları besliyor? Birkaç saatlik/günlük hâdise haftalarca-aylarca gündemde tutuluyor ve milletin ahlâkî setleri eriyor, yıkılıyor. Bu çöküş karşısında devletin bir şeyler yapma vakti gelmedi mi? Yoksa “Halk böyle programları seyrederek oyalansın, aksi takdirde ciddî meselelerle ilgilenir, o da bizim başımızı ağrıtır; varsın vaktini bu boş lâkırdılarla geçirsin” diye bir anlayış mı var? İnsanın aklına her şey geliyor. Her gün artan kayıp çocuklar ve cinâyetler üzerinde bu tür programların tesîri ilmî olarak incelenmelidir.
Alişan ismiyle tanınan türkücü Serkan Burak Tektaş’ın sunuculuğunu yaptığı bir program var: Alişan ile Hayâta Gülümse. Gündüz kuşağı programlarının örnek alması gereken bir program. Programda yukarıda bahsettiğimiz rezâletlerden hiçbiri yok. Birkaç Anadolu hanımı geliyor, yemek tanıtımı yapıyor, Anadolu’da bir yurt köşesi geziliyor, oranın insanlarıyla hoş sohbetler ediliyor, kasaba tanıtılıyor. Öz müziğimizin sanatçıları getiriliyor, türküler söyleniyor. En mühim köşelerden biri de Hâfız Osman Egin Hoca’nın halkın dînî suallerine cevap verdiği, güzel nasîhatler ettiği köşe. Gevezelik yok, yumuşak ve gönle hitâp eden nasîhatler. Eğlence ise eğlence, kültür ise kültür (yemek de kültüre dâhil), sanat ise sanat, dînî nasîhat ise nasîhat… Alişan’ı tebrîk ediyorum.
Gittikçe bir bekâ problemi hâline gelen gündüz kuşağı programları ya kapatılmalı ya da en azından Alişan ile Hayata Gülümse formatına getirilmeli.
Hz. Peygamber’in “Bir günaha düşen, Allah’ın örtüsünü kaldırmasın, onu gizlesin!” öğüdünü derin derin düşünmeli, şahsî ve sosyal hayâtımızda ölçü hâline getirmeliyiz.
Bu programlar bir gün seyircisizlikten kepenk indirirse geleceğimizden ümitli olabiliriz.