Allah’tan ne kötülük gördünüz ki şeriatından nefret ediyorsunuz?
Allah’tan ne kötülük gördünüz ki şeriatından nefret ediyorsunuz
MUSTAFA ÇELİK
İnsan, varoluşu boyunca düzen aramış; hayatın karmaşası içinde kendisine bir yol gösterecek bir ölçü, bir istikamet bulmaya çalışmıştır. İnanan için bu istikamet, ilahî kaynaklı bir nizamla anlam kazanır. Şeriat da bu çerçevede, Müslümanların Allah’tan geldiğine inandığı bir düzen, bir hayat rehberidir. Allah hiçbir ümmeti şeriatsız bırakmamıştır.
“Ve Biz, sizin her biriniz için, bir şeriat ve minhac/yöntem belirledik” (Maide Sûresi/ 48)
Bu âyet-i kerime’ye göre şeriat, yalnızca bir kural bütünü değil; insanın dünya ve ahirette huzur bulması için konulmuş sınırlardır. Sulhu, salahı, yani barışı ve ıslahı hedefler. İnsanlar arasında adaleti tesis etmeyi, zulmü engellemeyi ve bireyin sorumluluk bilinciyle yaşamasını amaçlayan bir rehber niteliği taşır.
İnananın zihninde, ilahî olanın karşısında durmak yalnızca bir fikir meselesi değildir; daha çok bir kopuş, hakikatten uzaklaşma endişesi barındırır. Bu yüzden şeriatın karşısında durmayı, Allah’ın koyduğu düzene karşı durmak olarak yorumlar. Burada mesele, yalnızca bir kanun ya da sistem değil; inancın özüne duyulan teslimiyet ve bağlılıktır.
Ancak bu teslimiyet, körü körüne bir kabullenişten çok, insanın kendi varoluşunu daha iyi anlaması için bir dayanak noktasıdır. Çünkü her inanç sistemi gibi İslam da insanın kendi iç dünyasında bir ahenk kurmasını ister. İşte şeriat, bu ahengin dış dünyadaki karşılığıdır; insanın davranışlarına, topluma ve adalete aksetmiş halidir.
İnsanın kendi arayışında nereye tutunduğudur. Kimileri için hürriyet kendi aklının izini sürmekte, kimileri içinse ilahî bir nizamın gösterdiği yola teslimiyettedir. İnanan için şeriat, yalnızca bir düzen değil; aynı zamanda bir güvenlik, bir yön, bir anlam kaynağıdır. Bu yüzden onu savunmak, aslında kendi inanç dünyasını savunmaktır.
İnsan, kendisine iyilik yapanı sever; ona yönelen elin sahibine karşı içten bir minnet duyar. Fakat söz konusu Allah olduğunda, bu doğal ilişki bazen tuhaf bir biçimde tersine dönebiliyor. Nimetlerinden faydalanan, her gün nefes alan, her lokmada O’nun rahmetini tadan insan; aynı Allah’ın koyduğu hükümlere gelince birden uzaklaşabiliyor. Sanki hayatın içindeki bütün kolaylıklar kendiliğinden var olmuş, yalnızca dini sorumluluklar yabancı, yük ve zorlukmuş gibi…
Oysa dikkatle bakıldığında Allah’tan bir kötülük gelmiş değildir insana. Kötülükler, insanların birbirine yaptıkları haksızlıklar, tabiatın işleyişi, kendi seçimlerimizin sonuçlarıdır çoğu zaman. Fakat şeriat dendiğinde, yani ilahi düzen ve ahlaki prensipler hatırlatıldığında, bazıları hemen tedirgin olur: “Bu çağda olmaz”, “Zor”, “Hayatı kısıtlıyor”… Sanki şeriat, insanı ezen bir sistemmiş bir pranga imiş gibi.
Belki de sorun, şeriat kelimesinin yüklendiği anlamlardadır. Tarihteki yanlış uygulamalar, kültürel katılıklar ve kişisel önyargılar, dini hükümleri olduğundan farklı gösterir. İnsan bazen Allah’ın hükümlerinden değil, insanların kendi dar görüşlerinden kaçar. Yine de sual yerinde durur: Allah’tan ne kötülük gördünüz? Eğer vereni seviyor fakat koyduğu ölçüleri reddediyorsanız, bu sevgi ne kadar sahicidir?
Bugün insanlar hürriyetten çok söz ediyor, fakat hürriyeti çoğu kez sınır tanımamakla karıştırıyor. Oysa şeriat, hayatı daraltmak için değil; insanın kendisine ve başkalarına zulmetmesini engellemek için vardır. Bir nehir yatağı olmadan taşar ve taşkınlığıyla köyleri yakar; yatak ise akışını düzenler. Belki de şeriat dediğimiz şey, insan hayatının o yatağıdır.
Sonuçta soru hâlâ geçerlidir: Allah’tan bir kötülük görmediğiniz hâlde O’nun şeriatından niçin nefret ediyorsunuz? Bu soru bir suçlama değil, bir davettir. Kendimize dönüp bakmaya, korkularımızı, önyargılarımızı, yanlış yansımalarımızı ayıklamaya çağırır. Belki de mesele, şeriatı değil; onu duyunca zihnimizde canlanan gölgeleri yeniden gözden geçirmek gerektiğidir.
Zina haram dedi nesliniz bozulmasın diye.. Faiz haram dedi fakirler ezilmesin diye.
İçkiyi yasakladı aklınız, selamet bulsun diye.. Kumarı yasakladı malımız zayi olmasın diye.. Adaleti emretti zalimlere geçit olmasın diye... Kadına iffeti, erkeğe sorumluluğu yükledi aile dağılmasın diye. Bunun nesine düşman oldunuz?
Sizin bu putperestliğiniz gerçekten sizi hür mü kırdı? Size hürriyet mi getirdi?
İnanan için Allah’tan gelen her buyruk, bir tahakküm değil; bir düzen, bir merhamet tecellisi olarak görülür. Şeriat da bu bakışla değerlendirildiğinde, insanın hayatına sınır çizen değil, hayatı koruyan bir çerçeve olarak anlaşılır.
Şeriat beşeri değil ilahidir. İlahî olanın kendisinden kötülük görmüş bir insan yoktur; ama insanlar, ilahî olanın adını kullanarak birbirine çokça kötülük yapmıştır. Bu ayrımı berraklaştırmak, hem inananın hem düşünenin ortak sorumluluğudur.