'Zamanlar değişse de ruh aynı: Asr-ı Saadet'ten günümüze münafıklık meselesi'
Gazetemiz okurlarından Süleyman Akıllı / Kocaeli 'Zamanlar değişse de ruh aynı: Asr-ı Saadet'ten günümüze münafıklık meselesi' başlıklı yazısını bizimle paylaştı.
Münafıklık, İslam tarihinde yüzyıllardır içtimâî yapının en tehlikeli marazı olarak anılmıştır. Zira münafık, zâhirde Müslüman görünen; lakin bâtında küfre demir atmış, kalbi başka menfaatlere ram olmuş kimsedir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Medine devrinde münafıklık, yalnızca kişisel nifaktan ibaret kalmamış; İslam cemiyetinin harim-i ismetine zarar veren derin bir tehdit hâline gelmiştir. Bu bakımdan, münafıkların Medine dönemindeki varlığı sadece teolojik değil, aynı zamanda politik ve askerî bir zaafiyete de yol açmıştır.
O devirde, münafıklığın sembolü hâline gelen Abdullah bin Übey gibi şahıslar, dilleriyle biat ettikleri hâlde kalben ve zihnen İslam düşmanlarıyla irtibat hâlindeydiler. Onların gaye-i hayalleri, İslam toplumunun içten çökertilmesi, itimat bağlarının yıpratılması ve Resûlullah’ın (s.a.v.) önderliğine gölge düşürülmesiydi. Bu kimseler, iman ile küfür arasında salınan, sabit bir akîdeye sahip olmayan, politik çıkarları akidevî bağlılıkların önüne koyan figürlerdi.
Günümüz dünyasında ise münafıklık şekil değiştirmiştir; lâkin mahiyeti pek değişmemiştir. Modern çağın münafığı; elinde akıllı cihazlar, dilinde sahte hakikatler ve gözünde dünyalık ihtiraslarla dolaşan, hak ile bâtılı ustaca karıştıran ve kendisini “tarafsız”, “özgür düşünceli” ya da “eleştirel akıl” kisvesi altında meşrulaştıran bir tiplemedir. Lâkin gayesi yine aynıdır: Hakikatin üzerini örterek, kalpleri şüpheye, akılları inkâra sürüklemek.
Münafık, Batı’nın ürettiği post-truth (hakikat sonrası) çağın çocuğudur; imajın hakikatin önüne geçtiği, algı mühendisliğinin vicdan terbiyesinin yerine konduğu bir düzlemde vücut bulur. Kendini sıkça liberal, seküler veya “aydın” olarak takdim eder, fakat ameli ile değerleri arasındaki uçurum büyüktür. Din dilini kullanarak dine saldırmak, cemiyetin temel mefkûresini zedelemek ve mukaddesata “ifade özgürlüğü” kisvesiyle dil uzatmak, bu yeni münafığın başlıca vasıflarındandır.
Ancak mühim olan, bu çağdaş münafık tiplemesini sadece birey düzleminde aramak değildir. Bugünün münafıklığı, kurumsal kimliklerle, medya organlarıyla, akademik çevrelerle ve hatta kimi siyâsî yapılarda kendine zemin bulabilmektedir. Modernitenin seküler aygıtları içinde gizlenen nifak, artık yalnızca bir ahlâkî zafiyet değil; bir sistem problemine, hatta medeniyet kırılmasına dönüşmüştür.
Hz. Peygamber, münafıkların üç vasfını beyan buyurmuştur: “Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünden döner, emanete hıyanet eder.” Bu üç vasıf, bugün de çağdaş münafığın omurgasını teşkil eder. Bugünün münafığı da söz verir ama tutmaz, güven ister ama ihanet eder, doğruluk iddia eder ama yalanla hakikati perdeleyerek kendini var eder.
Netice itibariyle, tarih tekerrür etmektedir; fakat aktörler değişmiş, sahne genişlemiştir. O hâlde Müslüman ferdi ve ümmeti, gözünü ve gönlünü açık tutmalı, hem zâhirde hem bâtında istikamet üzere olmalıdır. Münafıklığa karşı en büyük silâh, sahih iman, içtenlik (ihlas), sadakat ve ferasetle tahkim edilmiş bir duruştur. Çünkü nifak, karanlıkta ürer; lakin iman, nurla beslenir.
Zamâne, ahvâl-i içtimâiyenin mütehavvil olduğu, rûhî ve fikrî buhranların tahakkuk ettiği bir devr-i garîbdedir. Nifâk, artık yalnız kalbî bir fısk değil, sistemik bir deformasyon ve algı manipülasyonudur. Mü’minin mükellefiyeti, bu tür postmodern taarruzlar karşısında basîret ve firâset ile mukabele etmektir.
Bugün, sadâkatin yerine pragmatizm, ihlâsın yerine gösteriş, merhametin yerine çıkarcılık ikâme edilmiştir. Kelimât-ı kudsiyye yerini “performans”, “karizma”, “strateji” gibi suretperest mefhumlara terk etmiştir. Lâkin ne olursa olsun, hakîkatin kuvve-i maneviyesi, her türlü simülasyonun fevkindedir.
Her mü’min, zamanın ruhunu (zeitgeist) okumalı, fakat kendi öz değerlerinden feragat etmemelidir. Zira, hakikat-i dâime, zaman üstü bir kıymet-i harbiyeye sahiptir.
Bu konuyla ilgili birkaç ayet ve hadis paylaşmak yerinde olacaktır diye düşünüyorum:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünden döner, kendisine güvenildiğinde ihanet eder.” (Buhârî, Îmân, 24)
“Kalbinde zerre kadar nifak bulunan kimse cennete giremez.” (Müslim, Îmân, 144)
“Mü’min, aynı delikten iki kere ısırılmaz.” (Buhârî, Edeb, 83)
“Münafık, iki arada bir derede kalmıştır; ne bunlardandır ne de onlardan.” (Sure: Nisa, Ayet: 143)
“Allah, münafıklara ve kâfirlere cehennemde ebedî azap vaad etmiştir. Bu, onların hak ettikleri cezadır.” (Sure: Tevbe, Ayet: 68)
Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar; oysa Allah, onların oyunlarını kendi başlarına geçirir.” (Sure: Nisa, Ayet: 142)
Selam ve dua ile...