Türkiye’nin ceza infaz sisteminde büyük dönüşüm! Model alan ülkeden model olan ülkeye
Türkiye’de ceza infaz sistemi son yirmi yılda tarihinin en kapsamlı dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu dönüşümün merkezinde modern infaz yaklaşımları, insan odaklı rehabilitasyon programları, mimari yenilenme ve uluslararası standartlarla uyumlu bir yapı yer alıyor. WTJ (Dünya Türk Yazarlar Birliği), TİNGADER (Tüm İnternet Gazeteciliği ve Gazeteciler Derneği) ile TYGD (Tarafsız Yerel Gazetecileri Derneği) tarafından düzenlenen onlinetoplantıda konuşan Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Enis Yavuz Yıldırım, hem mevcut durumu hem de sistemin geleceğine yön veren vizyonu ayrıntılarıyla anlattı.
Bu kapsamlı buluşma, yalnızca ceza infaz kurumlarındaki fiziksel yenilikleri değil, personel standartlarının yükseltilmesini, uluslararası iş birliklerinin güçlendirilmesini ve Türkiye’nin ceza infaz politikalarındaki yeni yönelimlerini de gözler önüne serdi.
BİR DÖNÜŞÜMÜN HİKÂYESİ: 2005’TEN GÜNÜMÜZE YENİ CEZA İNFAZ SİSTEMİ
Yıldırım’ın değerlendirmelerine göre Türkiye’de ceza infaz sistemi, 2005 yılıyla birlikte köklü bir değişim sürecine girdi. Eski cezaevlerinin yetersiz yapıları, modern infaz yaklaşımının gerektirdiği şartları sağlayamıyordu. Bu nedenle:300’den fazla yeni infaz kurumu inşa edildi, çok sayıda eski yapı kapatıldı ya da yenilendi, ceza infaz kurumları güvenlik odaklı yapıdan iyileştirme ve rehabilitasyon merkezli yapıya dönüştü.
Bugün Türkiye, yalnızca fiziki yenilenmede değil, iyileştirme faaliyetlerinde de dünya ülkeleri tarafından örnek gösterilen bir sistem ortaya koymuş durumda.
TÜRKİYE ARTIK MODEL ALAN DEĞİL, MODEL OLAN ÜLKE
Yıldırım’ın vurguladığı en çarpıcı noktalardan biri, Türkiye’nin artık başka ülkelerin infaz modellerini taklit eden değil; aksine dünyaya model sunan bir ülke haline gelmesidir.
Genel Müdür Yıldırım, konuşmasına Türkiye’nin uluslararası alanda cezaevi yönetimi ve infaz sistemi konusunda artan prestijine dikkat çekerek başladı. İstanbul’da düzenlenen ICPA 27. Yıllık Kongresine tam 91 ülkeden 705 kişinin kendi imkanlarıyla katıldığını hatırlatan Yıldırım: “Bu tablo Türkiye’nin infaz alanındaki konumunu gösteriyor. Artık sadece model alan değil, model olan bir ülkeyiz.” ifadelerini kullandı.
Toplantıda 151 oturumun gerçekleştiğini, 35 farklı ülkenin Türkiye’den özel görüşme talep ettiğini belirten Yıldırım, bunun dünya infaz camiasında Türkiye’ye duyulan güvenin göstergesi olduğunu ve birçok uluslararası kurumun, Türkiye’ye farklı alanlarda ödüller verdiğini söyledi.
“Adalet Ormanları” projesi, uluslararası çevresel kategorilerde örnek gösterildi.
Bu durum, ceza infaz alanında Türkiye’nin bilimsel, hukuki ve insani yaklaşımının dünyada giderek daha fazla önem kazandığını gösteriyor.
DEPREMDE SINANAN SİSTEM: KRİZ YÖNETİMİNDE BAŞARI
6 Şubat depremi, Türkiye’nin infaz kurumlarının kriz yönetimi açısından önemli bir sınavıydı. Yıldırım bu süreci şu çarpıcı örnekle anlattı:
“Kahramanmaraş Türkoğlu Cezaevi’nde deprem sabah 4’te oldu. Sabah 8’de kahvaltı dağıtıldı.Ceza infaz kurumlarında hiçbir can kaybı yaşanmadı, hızlı tahliye, planlama ve güvenlik süreçleri başarılı şekilde yürütüldü. 1000’den fazla infaz koruma memuru gönüllü olarak deprem bölgesine destek verdi.Ayrıca deprem sonrası binlerce aileye yardım ulaştırıldı ve ceza infaz teşkilatının koordinasyon gücü bir kez daha ortaya koyuldu.”
İNSAN MERKEZLİ YAKLAŞIM: “GÖRÜNMEYEN KAHRAMANLAR”
Ceza infaz personeli, sistemin omurgasını oluşturan en önemli unsur. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Enis Yavuz Yıldırım, ceza infaz memurlarının görevlerini “kahramanca bir mücadele” olarak tanımlıyor.
Bu kapsamda:Yıpranma tazminatı gibi iyileştirmeler hayata geçirildi,Ankara Eğitim Merkezi’nde düzenli hizmet içi eğitimler başlatıldı, personelin moral, motivasyon ve mesleki yeterliliklerini güçlendiren yeni uygulamalar devreye alındı.
Türkiye’de bugün 87 bin personel, ceza infaz sisteminin güvenli, modern ve insani şekilde işlemesi için görev yapıyor.
CEZAEVİ DOLULUĞU, CEZASIZLIK ALGISI VE GERÇEKLER
Konferans Yöneticisi Müslüm Aktürk’ün “Doluluk oranları ve cezasızlık algısı” konusundaki sorularına Yıldırım net bir perspektifle yanıt verdi:
“Türkiye’de cezaevlerindeki hükümlü sayısı yüksek olsa da bunun temel nedeni, uygulanan ceza politikalarının etkinliğidir.Birçok batı ülkesinin aksine, Türkiye’de uyuşturucu gibi suçlardan cezaevine girme oranı yüksektir.Cezaevlerinde 10 yıl ve üzeri cezası olan hükümlüler büyük bir oranı oluşturuyor.”
Yıldırım, cezasızlık algısının gerçeği yansıtmadığını ve dosyalar doğru şekilde delillendirildiğinde cezanın mutlaka uygulandığını vurguladı.
TOPLUMUN MERAK ETTİĞİ SORULAR
Genel Müdür Enis Yavuz Yıldırım, konferansın soru-cevap bölümünde ise toplumun merak ettiği konulara açıklık getirdi.
*Ekmek İsrafı ve Yemek Politikası
Genel Müdür Yıldırım, cezaevlerinde üretilen ekmeklerin kurum içinde tüketildiğini, israfı azaltmak için geri dönüşüm projeleri uygulandığını belirtti.
*Cezaevlerinde Cami İhtiyacı
Yıldırım, lojmanlı camilerin bir kısmının derneklerin katkısıyla yapıldığını, eksik bölgeler için planlamaların sürdüğünü söyledi.
*Bölgesel İnfaz Uygulamaları
“İnfaz sistemi ulusaldır, bölgesel farklılık olmaması gerekir. ‘Kesinlikle yoktur’ diyemem. Hukukun olduğu yerde yorum farklılıkları da olur.”
*Mahkûm Ücretleri
Açık cezaevlerinde çalışan hükümlülerin ücretlerinin dışarıdaki standartlarla bire bir kıyaslanamayacağı, ancak sigorta haklarının korunduğu vurgulandı.
*Personel Can Güvenliği & Bölgesel Uygulamalar
Yıldırım, tüm iyileştirmelerin gündemde olduğunu, bölgesel farklılıkların giderilmesi için standart uygulama çalışmalarının sürdüğünü ifade etti.
*GİH sınıfından Emniyet Hizmetleri sınıfına geçiş:
“Bu konu uzun zamandır gündemimizde. Haklı ve bilinen bir talep. Adalet Bakanlığımız konuyu değerlendiriyor. Ülke büyük bir deprem felaketi yaşadı, ekonomik süreç hassas. Buna rağmen personelin iyileştirilmesi için çalışmalar sürüyor.”
*Cezaevlerinden Topluma Uzanan Bir Köprü
İnfaz sisteminin nihai hedefi, hükümlülerin topluma sağlıklı şekilde kazandırılmasıdır. Isparta Yalvaç’ta görev yapan Sosyolog Selamettin Baysal’ın “Hükümlülerle geçirdiğimiz terapili süreçler” sözleri üzerine Yıldırım’ın verdiği yanıt sistemin temel anlayışını özetler nitelikteydi:“Hepiniz bizim için kahramansınız. Bu sistem sizlerin fedakârlığı ve emeğiyle ayakta duruyor.”
ULUSLARARASI STANDARTLARI YAKALAYAN BİR SİSTEM
Türkiye, ceza infaz alanında hem bölgesel hem de küresel ölçekte örnek gösterilen bir noktaya geldi. Yenilenen kurumlar, güçlenen personel yapısı, teknolojik altyapı, rehabilitasyon odaklı yaklaşım ve uluslararası iş birlikleri bu dönüşümün temelini oluşturuyor.
Genel Müdür Enis Yavuz Yıldırım’ın sözleri, bu yolculuğun henüz tamamlanmadığını gösteriyor:“87 bin personelimizin sorumluluğu üzerimizdedir. Ceza infaz sistemi her gün yenileniyor, gelişiyor. Çalışmaya devam edeceğiz.”
KONUŞMANIN ÖZETİ
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Enis Yavuz Yıldırım’ın konuşmasının özeti şöyle:
Biz burada uzun yıllar mümkün olduğunca model alarak yol aldık. Ama günümüzde bunu kurumsal taassup ile ifade etmiyoruz; artık sadece model alan değil, model olan bir ülke olduk.
15 gün önce, İstanbul’da, Dünya Cezaevleri Birliği (ICPA) 27. yıllık toplantısını düzenledik ve ev sahipliği yaptık. Bu toplantıya bugüne kadar Türkiye’de yapılmış uluslararası toplantılarda en yüksek katılımlardan biri gerçekleşti: 91 ülkeden 705 katılımcı iştirak etti.
Şunu da ifade etmek isterim: Siz oteli ayarlarsınız, biletlerini gönderirsiniz; birçok ülkeden katılımcıyı sağlarsınız. Ancak misafir olan katılımcılarımız gerek yol giderlerini gerek otel masraflarını kendileri karşıladılar ve katılım için ayrıca bir ücret de ödediler. Çünkü bu toplantıya katılmak, ülkeler açısından infaz alanında prestij meselesiydi.
Dolayısıyla ciddi bir gönüllü katılım oldu. IBA Başkanı Sayın David’in bana ifade ettiği üzere, bugüne kadar yaptığımız en büyük ve en kapsamlı toplantı oldu. 151 oturum gerçekleşti.
Bizi ilgilendiren kısmı şuydu: Bu 151 oturum içerisinde ben bugüne kadar IBA toplantılarının özellikle son üçüne katılmıştım, bu dördüncüsü oldu. Gittiğimiz hiçbir ülkede ev sahibi ülkeden randevu istemek ya da özel görüşme talebi çok olmadı. Ancak bu toplantıda, gelen ülkelerden üst düzey yöneticilerden 35’i bizimle özel görüşme talep ettiler. Bunların arasında Doğu Avrupa ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri de vardı.
Görüşme talep eden ülkelerin tamamı, sistemimizdeki gelişmeden etkilendiklerini, mekanizmalarımızı öğrenmek istediklerini, eğitim merkezlerimize öğrenci göndermek istediklerini ifade ettiler. Birçoğuyla da işbirliğine ilişkin önemli görüşmeler gerçekleştirdik.
Bu güzel tablonun yanı sıra bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum: Ceza infaz sistemimizin sorunları var. İnfaz mevzuatımızla ilgili eleştirilebilir yönler mevcut. Biz de genellikle meseleye siyah veya beyaz gözle bakıyoruz. Oysa, güzel yapılan işleri görmekle birlikte yapılması gereken işleri de görmek, meseleyi daha reel değerlendirmek anlamında doğru bir tercih olur.
KRİZ YÖNETİMİ
Kriz yönetimi, ceza infaz kurumlarında çok önemli bir başlık. Ceza infaz kurumları birçok riskle karşı karşıya kalabiliyor. 90’larda yaşanan cezaevi isyanları, yangınlar, 2000’li yıllarda Urfa yangını gibi olaylar bunun örnekleri. 6 Şubat depremi ise dünya ceza infaz sistemlerinin yaşadığı en derin krizlerden birini bize yaşattı.
Toplantıda da ifade ettim: Yaklaşık 50.000 kişinin vefat ettiği bu depremde ceza infaz kurumlarımızda yıkım kaynaklı bir vefat olmamıştır. Bu bizim için bir gurur vesilesiydi.
Depremden hemen sonra yapılması gereken işler vardı: Ceza infaz kurumlarındaki yaşam devam ediyordu. Sabah 4.17’de deprem oldu, Türkoğlu Kahramanmaraş Cezaevi’nde 8.30’da hükümlülere kahvaltı verdik. 48 saat içerisinde seyyar mutfaklarla faaliyetleri sürdürdük. 750 ring aracıyla 7.400 mahkumu başka cezaevlerine naklettik. Depremlerin risklerinden uzak tutmak için gerekli tedbirleri aldık.
Kriz yönetimini anlatırken kurumsal kapasite ve gücü de gösteriyoruz. Sayılarımız Avrupa ülkelerine göre yüksek olabilir; ancak deprem sürecinde saatlik ve günlük olarak yaptıklarımızı paylaştık. Ayrıca 5.400 sivil vatandaş ve personel ailesini ceza infaz kurumlarında ağırladık; bazı hakim ve savcılarımız da koğuşlarda kaldı.
Deprem felaketinin sıcak günlerinde bu olaylar kamuoyunun odaklandığı enkaz ve ölümler dışında kalan meselelerdi. Dünya cezaevlerine, ilk 24 ve 48 saatte oluşturduğumuz kriz masalarını, sevkleri ve lojistik destekleri anlattık.
Deprem deyince CEKUT’tan bahsetmeden olmaz: O tarihte cezaevleri kurtarma ekibimizin sayısı 380 civarındaydı, tamamen gönüllülerden oluşuyordu ve AFAD tarafından akredite edilmişti. AFAD’ın çağrısı üzerine arama-kurtarma görevine girdiler. Kahramanca çalışarak 41 kişiyi enkaz altından sağ kurtardılar.
Adalet Bakanımızın talimatıyla bu ekiplerin sayısını artırdık. Ancak mesele sadece sayıyı artırmak değil; eğitimlerini almaları, bilinçli olmaları çok önemli. Eğitimsiz kişiler deprem bölgesine giderse sadece yük olurlar.
Şu anda ekip sayısı 1.746’ya ulaştı ve Türkiye’nin çeşitli yerlerine dağıtıldılar. Önümüzdeki süreçte sayıyı daha da artırmayı planlıyoruz.
Depremden bahsetmişken bir başlık daha açmak istiyorum: İnsanımız zor zamanlarda kendi sınırlarının ötesine geçebiliyor, fedakârlığında sınır tanımıyor. Depremler devam ederken yaklaşık 1.000 infaz koruma memuru, ailelerinin muhalefetine rağmen gönüllü oldu ve ceza infaz kurumlarına destek vermek için en az 6 ay süreyle görev yaptılar. Kahraman personelimizi bir kez daha şükran ve sevgiyle anmak istiyorum.
PERSONELİN MOTİVASYONU
Bu sohbet vesilesiyle, personelin refahı ve motivasyonu konusuna da değinmek isterim: İnsan kaynakları her sistemin başarısının anahtarıdır. Bunun iki yönü vardır: Birincisi bilgi, donanım ve alt kültür meselesi; ikincisi ise personelin motivasyonu ve moralidir.
Donanım ve o alt kültür meselesiyle biz kurumsal olarak ilgilenmek durumundayız. İşte 5 eğitim merkeziyle her yıl 80.000'e varan eğitim sayılarıyla bunu sağlamaya çalışıyoruz.
Daha bugün sabah eğitim merkezi başkanlarımızla Ankara'da, önümüzdeki yıl yapacağımız eğitimlerin zümre toplantısını yaptık, planlama toplantısını yaptık. İlgilileri topladık Ankara Eğitim Merkezi çatısı altında. Bu sabah onun açılışını yaptık ve onunla ilgili değerlendirmeleri yaptık.
Dolayısıyla bitmeyen bir çalışma var o alanda bizim için ve sürekli kendimizi yenilememiz gereken bir alan var. Hem eğitim merkezlerinde hem uzaktan eğitim suretiyle senkron ve asenkron eğitimlerle personelimizi bazen de yerinden eğitimlerle geliştirmeye, donanım kazandırmaya çalışıyoruz.
Ancak personel refahı ile ilgili, pek tabii kamuda çalışan birçok arkadaşımız gibi belli yakınmalar var. Devletimizin imkânları çerçevesinde bunu gidermeye çalışıyoruz. Üst makamlar, Sayın Bakanımız başta olmak üzere üst makamlar bu konudaki hassasiyeti biliyorlar ve bu hassasiyetin üzerinde de duruyorlar. Zaman zaman belli dokunuşlar oluyor. 2016’da 17’de Sayın Cumhurbaşkanımızın da takdirleriyle personelimize yıpranma hakkı verildi, yıpranma tazminatı getirildi. Bu konudaki çalışmalar sürdükçe mutlaka karşılığı alınacaktır.
Ama buradan şunu ifade etmek istiyorum: Ceza infaz kurumları personeli kahramanca ve fedakârlıkla görev yapıyorlar. Şunu söylersem sanıyorum bu daha iyi anlaşılmış olur: Bazen dışarıda toplumun gözünün içerisine iki saat bakamadığı, kolluğun ya da ilgili görevlilerin birkaç gün elde tutmakta zorlandıkları bir kişiyi ya da seri cinayetler işlemiş bir katili ya da bir katliam sanığını biz ceza infaz kurumlarımızda yıllarca, bazen 20 sene - 25 sene tutuyoruz ve o personel o kişiyle birebir muhatap oluyor.
Terör örgütlerine, çıkar amaçlı örgütlere, bu tip insanlara kural uygulamak hakikaten büyük bir feraset ister, kahramanlık ister, cesaret ister, görev bilinci ister. En önemlisi vatan şuuru ister. Bizim personelimizin bunların hepsine sahip olduğuna kalben inanıyorum. Görüntülerine rağmen görünenin çok ötesinde bu ülkeye hizmet ediyorlar.
Ama biz genelde bu kısmı çok fazla görmüyoruz. Çünkü ceza infaz kurumları kapalı kurumlar. Sadece bir hadise karşısında şunu gündeme getiriyoruz: "Efendim cezaevinden çıktı, yine de suç işledi" diyoruz. Oysa cezaevinden çıktıktan sonra 3 ay bile dışarıda zapt edilemedi diyeceğimiz o şahsı biz yıllarca cezaevlerinde kontrol ediyoruz; herhangi bir zarar vermeden, zarar görmeden kontrol etmeye çalışıyoruz.
Yeni infaz sistemimizin önemli dönüşümlerinden, değişimlerinden, yüzlerinden birisi, amaçlarından birisi de iyileştirme faaliyetleridir. Türk ceza infaz sistemi son 20 yıldır iyileştirme kavramıyla daha fazla iç içe giriyor.
Biliyorsunuz, cezai infaz anlayışımız 2000’li yıllara kadar —istisnai durumlar hariç— daha ziyade güvenlik temelli kurumlardı. Güvenliği sağlamak, kişiyi dört duvar arasında tutmak infaz açısından temel başarı olarak görülüyordu. Bugün güvenliği sağlamak, asayişi sağlamak bizim için hizmetin asgarisidir. Biz tekrar suç işlemesini önlediğimiz insanlara bakarak infazın başarısını görmeye çalışıyoruz. Yani tekerrürü ölçmeye çalışıyoruz.
Bu noktada insanı dönüştürmek —burada hemen söylemek isterim ki— çok iddialı bir konu. Ceza infaz sistemimizin elinde sihirli bir çubuk yok. Ceza infaz sistemimiz; 40 yıl boyunca suça evrilmiş, suçun içerisine girmiş, 11 sene devletin okullarında ya da özel okullarda okumuş, 2 sene askerlik yapmış, ömrü boyunca belki diğer kurumların hüküm ve tasarrufu altında kalmış ancak suça yönelmiş bir kişiyi, 6 ay cezaevinde kaldığı süre içerisinde sihirli bir çubukla topluma yararlı bir insan hâline getiremez. Bu, ceza infaz sistemimizden ilahi bir şeyi beklemek anlamına gelir.
Beni zaman zaman medyada bazı haberlerde şu dikkatimi çekiyor: “Cezaevinden çıktı ama suç işledi.” Tamam, geçmişinde bir cezaevi var ama geçmişinde belki 11 yıl okulları var, 4 yıl üniversitesi var, 2 yıl askerlik yaptı belki. Neden sadece referansımız ceza infaz kurumundan çıkması oluyor? Burada bana göre bir algı hatası var, bir ifade hatası var.
Bir kişinin suçtan uzaklaşması sadece ve sadece ceza infaz kurumlarının, Adalet Bakanlığı'nın sorumluluğu altında pek tabii değildir. STK'lar başta olmak üzere devletin tüm kuruluşları içerisinde olmak üzere büyük bir mücadeleyi gerektirir. Bir kişinin suça yaklaşmaması, suçtan uzak durması, hele kronik suç işleyen kişilerin bu alandan uzak tutulması topluca yapılması gereken bir mücadeleyi gerektirir. Onu da ifade etmek istiyorum.
İNSAN HAKLARININ VİTRİNİ
Ve bir bütün olarak ceza infaz kurumlarımızı biz insan haklarının vitrini olarak görüyoruz. Siz de ifade ettiniz; bu sadece bizde böyle değil, dünyada da böyledir. Biz uzun yıllar Türkiye’de ceza infaz sistemimizi ziyaret etmeye gelen uluslararası kuruluşlara durumumuzu anlatmaya çalışıyorduk.
Daha bundan bir ay önce, geçmişte sadece genel sekreter yardımcısı düzeyinde bizlerle muhatap olan Avrupa İşkence Önleme Komitesi'nin başkanı Antalya’da müdürler toplantımızda konuşuyordu. Davet ettik, konuştu. Ne beklediklerini söyledik, söylediler.
Biz de kendilerine şunu söylüyoruz: Biz ceza infaz kurumlarımızın denetlenmesinden memnuniyet duyuyoruz. Daha dün Meclis Hükümlü ve Tutuklu Alt Komisyonu, Sayın Mustafa Alkış’ın başkanlığında cezaevlerimizde inceleme yaptı. Biz bu incelemelerden memnuniyet duyuyoruz ve bu inceleme sonuçlarından —gerek CPT'nin, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin inceleme sonuçlarından— biz istifade ediyoruz.
Çünkü bizim amacımız olumsuzlukları kapatmak değil; olumsuzlukları ortadan kaldırmak. Ve bu çok geniş alanda kendi tespitlerimizin dışında bu tip kuruluşların, STK’ların, derneklerin tespitlerinden de istifade ediyoruz. Kamuoyuna yansıyan haberlerden istifade ediyoruz. Ve bunların içerisinde gerçeği yansıtanların derhal arkasına bakıyoruz, yapılması gereken işlere bakıyoruz.
Ceza infaz sistemimizin gelişmesi adına 87.000 personelimizle millet adına çok önemli bir sorumluluğu üstlendiğimizin farkındayız. Bu noktada Sayın Bakanımızın liderliği bizim için önemli. Yaptığımız olumlu faaliyetlerde çok büyük destek görüyoruz. Sayın Bakan Yardımcımız sürekli bizimle birlikte. Ben Türk ceza infaz sisteminin uluslararası saygınlığından, geldiği noktadan son derece memnunum. Ancak asla “yeter” demiyoruz. Hiç durmadan devam etmesi gereken çalışmalar var. Çünkü dünyanın her yerinde çok zorlu, çok problemli, çok netameli bir alanın içerisinde olduğumuzun bilinci içerisindeyiz. Bu bilinç içerisinde çalışıyoruz.
CEZASIZLIK ALGISI
Türkiye'de bir cezasızlık algısından bahsediliyor. Ben bu tartışmalara girmek istemiyorum. Ancak cezasızlık algısından bahsederken cezaevlerindeki hükümlülerin sayısının çokluğundan da bahsediyoruz. Bu ikisi bir çelişkidir esasen.
Yani cezaevlerinde bugün 420.000'in üzerinde hükümlü ve tutuklumuz var. Bu sayı cezaevlerinde madem böyle ve bu sayının önemli bir miktarı 10 yıl ve üzeri cezalarla yatıyor. Biz bunların tüm istatistik çalışmalarını yapıyoruz.
Hemen bu vesileyle şunu da ifade edeyim: Batı ülkelerine, batı hukuk sistemlerine göre “Bizde cezalar caydırıcı değil, hafif” diyenler de maalesef çok bilinen bir yanlışı tekrarlıyorlar. Biz uluslararası kıyaslamalar yapıyoruz. Temel suçlarla ilgili cezaları ortaya koyuyoruz, listeliyoruz. Bu cezaların yerine getirilme oranlarını ortaya koyuyoruz. Yani cezaevinde kalma sürelerini de ortaya koyuyoruz. Ve sonuçlara baktığımız zaman, bizim batı hukuk sistemlerinde, akredite hukuk sistemlerinden hiçbirinden daha az cezalandırmadığımızı görüyoruz.
Ancak az önce de ifade ettim: Doğru ifade etmeyişi nedeniyle ya da doğru perspektiften bakmama sebebiyle adeta hiçbir şeyin cezası yokmuş gibi… Biraz da bunu biz bazen kamu görevlileri de yanlış ifade ediyorlar.
Mesela daha bugün bir yerde “Hırsızlık yapanın cezası yok” dediler. İşte dışarıdan diyelim ki bisikletinizi çaldılar, diyelim ki evinizden bir şeyi çaldılar. Ben de onlara şunu sordum: “Hırsızlık yapanın cezası yoksa, benim cezaevimde toplam 80 yıl hırsızlıktan ceza almış adamı kim gönderdi o zaman?” Ha demek ki doğru soruşturmalarla, doğru dosyalarla, doğru delillendirmeyle evet; Türkiye'de işlenen her suçun da ona uygun cezası var ve bu cezalar uluslararası uygulamalardan kopuk değil.
Ben özellikle gündelik olaylara göre “Ceza artsın / ceza azalsın” söylemlerinin de kamuoyundaki söylemlerinde çok bilinçli olmadığını düşünüyorum. Gündelik olaylarla ceza hukukunun sistematiği değişmez.
Zaten özellikle Adalet Bakanlığı'nın yöneticileri de bu konuda, Sayın Bakanımız başta olmak üzere, görüşlerini ifade ediyorlar. Cezaevlerine hükümlü artışıyla beraber pek tabii şeyler yapıyoruz; bu konuda planlamalar yapıyoruz.
CEZA POLİTİKASI
Hemen şunu da son cümle olarak ifade edeyim: Bir cezaevi yöneticisi olarak değil, bir hukukçu ve 34 yıllık bir hakim olarak ifade ediyorum; Türkiye'de cezaevlerine giren kişi sayısının çokluğu suçun yaygınlığından kaynaklanmıyor. Ceza politikalarımızdan kaynaklanıyor. Bizim benimsediğimiz tercihlerden kaynaklanıyor.
Mesela Avrupa ülkelerinde ziyaretlerimizde bakıyoruz: Uyuşturucu kullanma yaygınlığı çok daha fazla olmasına rağmen uyuşturucudan cezaevlerinde pek fazla kişinin olmadığını görüyoruz. Oysa bizim ceza infaz kurumlarımızda yaklaşık üçte biri uyuşturucudan içeride. Biz bu konuda “sert bir politikayız” diyoruz. Bu bizim tercihimiz ve biz bu tercihin sonucu olarak da bunun gereklerini yerine getiriyoruz.
O yüzden şöyle bir algı da doğru değil: “Bizde cezaevine çok kişi giriyor; o zaman Türkiye'de suç işleme yaygınlığı çok fazla.” Bu da sosyolojik bir gerçeklik değil, bilimsel bir gerçeklik değil. Sadece bir sohbet konusu olabilir ve ben çok doğru olduğuna inanmıyorum.
