Prof. Dr. Necdet Tosun, Türkiye’de tasavvuf alanında yapılan çalışmalarda önemli bir isim. İmam Rabbanî hakkında çok sayıda çalışmaya imza atmış olan Prof. Dr. Tosun, dün sona eren Uluslararası İmam Rabbanî Sempozyumu’nun da düzenleme komitesinde… 15 Kasım’da saat 14.00’te Haliç Kongre Merkezi’nde başlayıp 16-17 Kasım’da Üsküdar Bağlarbaşı Kongre Merkezi’nde sona eren sempozyuma yurtiçi ve yurtdışından 40’ı aşkın akademisyen katıldı. Biz de Marmara Üniversitesi Tasavvuf Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necdet Tosun’la İmam Rabbanî ve tasavvufu konuştuk.
Biz tasavvufu öğrencilerimize öğretirken, Cibril Hadisi ile başlıyoruz. Cebrail (as), İslam nedir, İman nedir, İhsan nedir diye soruyor. İslam nedir sorusunun cevapları sonraki asırlarda fıkıh ilminin alanına girerken; iman nedir sorusunun cevapları itikad ve kelam alanının iştigal sahası oldu. İhsan nedir sorusuna verilen “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmendir” şeklindeki cevap da tasavvuf ilminin sahasına giriyor.
TASAVVUF, EFENDİMİZ’İN HAYATINDA DA VAR!
Bir ilmihal kitabını açtığımızda ellerimizi nasıl bağlayacağımızı, nasıl tekbir alacağımızı öğreniriz. Ama bir de namazın ihsan boyutu var… Yani namaza durduğumuzda Kabe’nin gözümüzde canlanması durumu var. Namazı kaliteli hale getiremezsek, jimnastik yapar gibi sadece yatıp kalkmış oluruz. Oruç sadece aç kalmaktan ibaret değil. Kurban, sadece hayvan kesme ibadeti değildir. İbadetin iç boyutu var. Bu da tasavvufla alakadar…
Peki tasavvuf, Efendimiz (sas) devrinde de var mıydı?
Bir ilim halinde ayrı bir saha olarak yoktu ama yaşanan bir hal olarak kesinlikle vardı. Çünkü Efendimiz (sas)’in hayatında takva, zühd, huşu açısından aradığımız her şeyi bulabiliyoruz. Dünya sevgisi yoktu, Efendimiz’in hayatında… Çünkü bu kavramlar olmayınca hayatımızda, ibadetler bir mana taşımıyor. Hadiste, “Nice Kur’an okuyan vardır ki, Kur’an onlara lanet eder” buyuruluyor. “Ne güzel okuyor desinler” diye, para için okumuş olabilir. Namaz için, oruç için benzer ayetler var. Kur’an-ı Kerim’de “Kad efleha men tezekkâ”/ “Nefsindeki kötülüğü temizleyen kurtulmuştur” buyuruluyor. Tezkiye emrediliyor bize, nefsi temizlemek…
HELAL VE HARAM ARASINDAKİ BOŞLUĞU KÜLTÜR DOLDURUR
Ancak konu tezkiyeye geldiğinde, Selefiler ve mutasavvıfların bakış açısı değişiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kendisini Selefî olarak adlandıranlar bid’at noktasını çok geniş tutuyorlar. “Sonradan çıkan her şey bid’at” olsa bile Buhari’de geçen bir hadise göre, cemaatle kılınan teravih namazını gören Hazreti Ömer (ra), “Bu ne güzel bid’attir” buyuruyor. Demek ki İslam’ın ruhuna aykırı olmayan ibadetleri güzel bid’at şeklinde değerlendirebiliriz. Yani ağaca çaput bağlamak, elbette ki savunulmaz, çirkin bir bid’attir, ama mezhepler güzel bid’at sınıfındandır. Bu açıdan baktığınızda helal ve haram arasında geniş bir alan var. Bu mubah alanı da kültür doldurur. Erzurum’daki soğuk havadaki giyiniş türü farklıdır, Mekke’deki Müslümanın sıcak havada giyebileceği elbise farklıdır. Bu alanı kültürün doldurmasında beis yoktur.
Tasavvuf kelimesinin manası nedir?
Tabiîn döneminde İslam toplumunda bazı kesimler dünyaya ve devlet işlerine meyledince İslam toplumunda da bir grup siyasi işlerden uzak durdular. Bunlar genel itibariyle dönemin en ucuz elbisesi, yün elbise giyiyorlardı. Arapça’da ‘suf’, yün demektir, Bu elbiseyi giyip, dünya işlerinden uzak duranlara da sufî ve mutasavvıf dendi.
RABBANÎ’NİN ÇAĞINDA HİNDU DUASI YAPAN MÜSLÜMANLAR VARDI
İmam Rabbanî nerede duruyor?
İmam Rabbanî 16. yüzyılda Hindistan’da yaşamış Nakşibendîlik mensubu bir zat… 1624’te Sirhind şehrinde vefat etmiş. Sadece bir mutasavvıf değil aynı zamanda ilmiyle öne çıkmış bir zat… Mücedd-i Elf-i Sânî diye anılıyor ve o dönem hurafe ve bid’atlerden İslam’ı temizlemesiyle tanınıyor.
İmam Rabbanî hakkında İslam’ı bid’at ve hurafelerden temizlediği çok bilinen bir söz… Dönemin bid’at ve hurafeleri nedir peki?
Bugün olduğu gibi Hindistan’da o dönemde de yönetim Müslüman olsa bile Hindular’ın sayısı Müslümanlardan fazlaydı. Hindu kültürü baskın kültür olması sebebiyle bazı cahil Müslümanların Hindulardan etkilendiğini öğreniyoruz. Hindular çocukları hastalandığı, Suçiçeği hastalığına yakalandığı zaman bir tanrıçaya dua ediyorlar. Aynı şekilde cahil Müslümanlarda Hindulardan etkilenip bu tanrıçaya (Sitala duası) dua ediyorlar. Hindular bir gelenek çerçevesinde, pilav yapıyorlar, kâseler içerisinde bu pilavı birbirlerine hediye ediyorlar. Aynı şekilde dönemin Müslümanları bu Hindu adetini de taklîd ediyorlar. Aynı zamanda İmam Rabbanî isim vermese de o bölgede yaşayan bazı sufîlerde de bozulmaların yaşandığını öğreniyoruz. İbahîlik (her şey mubah anlayışı) gibi bir anlayış var. İşte imam Rabbanî bu anlayışlarla mücadele ediyor.
RABBANÎ HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA EĞİLMEDİ
İmam Rabbanî’nin kişiliği üzerinde durmak gerekirse neler söylersiniz?
İmam Rabbanî’yi Rabbanî yapan özelliği haksızlık ve yanlışlar karşısında eğilmemesidir. 19-20 yaşlarında Sirhind’den Agra’ya gidiyor. O dönem vezir Ebu’l Fazl Allâme, peygamberliğin çok da gerekli olmadığı gibi görüşler serdediyor. Rabbanî de İsbatü’n Nübüvve adında kitap yazıyor. Redd-i Revafız adıyla bir kitap yazıyor. İmam Rabbanî kelleyi koltuğa alıyor, yanlışları düzeltmek için kitaplar yazıyor. Bu mücadelesi ömür boyu sürüyor. Tasavvuf gibi İmam Rabbanî, Kur’an ve sünnet çizgisinde bir mihenk taşıdır.
OSMANLI-TASAVVUF İLİŞKİSİ BUGÜN DE DEVAM EDİYOR
Türklerin Orta Asya’dan göç etmesinin ardından Anadolu’da kurulan başta Osmanlı Devleti olmak üzere Sufîlerin büyük görev îfa ettiklerini görüyoruz. Yine aynı şekilde Balkanlar’ın müslümanlaşmasında mutasavvıflar büyük pay sahibi… Bugün yeniden Türkiye’nin atağa geçtiğini düşündüğümüzde sufîler nerede kalıyor?
Dediğiniz gibi millî mücadelelerde de tasavvufun etkisini görüyoruz. Birinci dünya savaşında Şam’a giden Mevlevî alayları vardır. Kurtuluş savaşına tekkelerden katılanları biliyoruz. Kafkaslar’da mücadele veren Şeyh Şamil bir mutasavvıftır. Nakşibendi şeyhidir. Emir Abdülkadir El-Cezairi, Cezayir’de Fransızlara karşı mücadele vermiş bir Kadirî şeyhidir. Tasavvuf hayatın içinde bir aksiyondur. Oturarak mutasavıflık olmaz. Bir köşede oturup tesbih çeken sufî anlayışı önyargıdır. Bugün de Balkanlar’da ve Kafkaslar’da Sovyetler sonrasında tasavvufî cemaatler büyük bir görev îfa ediyor. Yani, tıpkı Osmanlı’nın ayağa kalkmasında sufîlerin büyük görev îfa etmesi gibi bugün de dünyada Müslümanların yaptıkları hizmetlerde sufîler büyük pay sahibi… Yani Türkiye’nin büyüdüğü bir dünyada sufîlere de tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi büyük görev düşüyor. Osmanlı-tasavvuf ilişkisi bugün de devam ediyor.