¥ Başlarken: Bismillahirrahmanirrahim“İncinmeyeceksiniz ve incitmeyeceksiniz.”Osman Nuri Topbaş Hocaefendiye, Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s) Hocaefendinin hayatını yazı dizisi yapmak istediğimi arz ettiğimde şu hatırlatmayı yapmışlardı.“Mahmud Sami Ramazan
Çukurova’nın Müslümanların eline geçmesinde büyük bir vazifeyi yerine getiren Ramazanoğulları Beyliği’nin en önemli eseri, Adana Ulu Camii Külliyesi’dir. Diğer adıyla; “Camii- Kebir’dir.”
Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi bu camide irşadlarına başlar. O sebeple Cami-i Kebir’den biraz söz etmek yerinde olur.
Ulu Camii ve külliyesi; medrese, türbe, mescid, konak, han, hamam, arasta, çesme ve pek çok dükkândan meydana gelmektedir; fakat bugün arastası, hamamı ve mezarlığı yoktur.
Ramazanoğulları Konağı ile cami arasındaki boşluk park olarak kullanılmaktadır.
Bu parkta Ramazanoğulları başta olmak üzere, Adana’nın pek çok ulemasından zatların mezarları bulunmakta iken, geçmişte mezar taşlarının sökülüp Seyhan Nehri’ne atıldığı söylenir.
Bugün ayakta kalan cami, medrese ve konağın, İslâm mimari tarihinde önemli bir yeri vardır.
Ramazanoğulları biraz da Halil Bey demektir. Halil Bey, Osmanlıların Çukurova’da hakimiyetlerini kabul ettirmelerinden sonra Osmanlı ile iyi geçinmenin, kendi ülkesinin gelecegi için önemli olduğunu hesap ederek Osmanlılarla birlikte hareket etmiş.
Halil Bey’in mezar kitabesinden 916 (1516) yılında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Uzun bir hâkimiyet dönemi geçiren ve barıştan yana olan tavırlarıyla Halil Bey; âlimlere saygılı, cömert ve fakirlere yardım eden bir bey olarak tarihe adını yazdırmıştır.
Anadolu Beylikleri’nin en uzun ömürlülerinden birisi olan Ramazanoğulları Beyliği’nden son asrımıza doğru gelirken, aynı aileden bir isim daha dünyaya gelir.
O mübarek kişinin ilk müjdecisi Hızır Aleyhisselamdır. İsmini veren de Rasulullah (s.a.v.)’dir.
O isim; “Mahmud Sami Ramazanoğulları Hocaefendidir.”
Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi, 1892 yılında Adana’da dünyaya gelir. Babası Ramazanoğulları’ndan Mücteba Bey, annesi ise Ümmü Gülsüm Hanımefendidir.
Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi, büyük ceddi Abdülhadi Bey’in tespit ettiği aile şeceresine göre; Ramazanoğulları’nın aslen Türklerin Oğuz boyunun, Üçoklar kabilesinden olduğu ve Hz. Halid b. Velid (r.a.) nesliyle münasebettar bulunduğu anlaşılmaktadır.
Hızır Aleyhisselam’ın müjdesine dönelim.
Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi dünyaya teşrifleriyle ilgili olarak Sadık Dânâ Hocaefendi şöyle bir menkıbe anlatır.
“Birgün Hızır Aleyhisselam evlerinin kapısına gelerek, hizmetçi kadın vasıtasıyla muhterem büyük validelerimizi kapıya çağırır:
Her ne kadar validemiz;
-“Kızım ne istenir ve arzu edilirse kendilerine veriniz” tenbihatında bulundular ise de ziyaretçi;
-“Hayır muhakkak kendisi ile görüşmem lazımdır” diyerek ısrar edince, mecburen kapının arkasına gizlenirler ve aralarında şöyle bir muhavere geçer.
-“Kızım hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak, uzun müddet İslâmiyete hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve helale dikkatli ol ve ismini de ‘Mahmud Sami koy’ müjdesini vermiş ve teberrüken bir gömlek istemiş, gömlek getirilinceye kadar kendisi gaip olmuş.”
DÜNYAYA TEŞRİFLERİ...
Evet, Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi bir müddet sonra dünyaya teşrif etmişler, uzun seneler kâliyle, âdâb ve erkânı ve yüksek fıtrî kabiliyeti ile kendisini İslâmiyetin şerefli, ulvî yoluna vakfetmiş, hayli değerler kendisinden istifade ve tefeyyüz etmişlerdir.
İlk, orta ve lise tahsilini Adana’da tamamlayan Mahmud Sami Hocaefendi, yüksek tahsil için İstanbul’a gelmiştir.
Darûl Fûnun Hukuk Mektebine başlamış ve hukuk fakültesini birincilikle bitirdikten sonra askerlik hizmetini zabit vekili (yedek subay) olarak yine İstanbul’da tamamlamıştır.
Zâhir ilimlerini devrin ulemâ ve müderrislerinden tamamlayan Sâmi Efendi için sıra manevi ilimlere ve bâtın imârına gelmiştir.
Fıtrat-ı necîbesinin şiddet-i meyli sebebiyle tasavvuf yoluna sülûk etmişlerdir. Devrin meşhur Nakşi Tekkesi Gümüşhâneli Dergâhı’nda bir müddet erbaîn ve riyâzatla meşgul olduktan sonra arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuad Efendi’nin babası Rüşdü Efendi’nin delâletiyle Kelâmî Dergâhı şeyhi ve meclis-i meşayıh reisi Erbilli Es’ad Efendi’ye intisab etmişlerdir.
Kısa zamanda kesb-i kemâlât eyleyip seyr u sülûkunu ikmalden sonra hilafetle irşada mezun olmuş ve bir müddet daha mürşidinin yanında kaldıktan sonra bilahere memleketi Adana’ya irşada muvazzaf olarak gönderilmiştir.
Mahmud Sami Efendi Hazretleri tekkelerin kapatılmasından sonra memleketi Adana’da bir yandan Câmi-i Kebir’de yani Ulu Camii’de vaaz ve husûsi sohbetleriyle irşad hizmetini yürütürken, bir yandan da maişetini temin için bir kereste ticarethanesinin muhasebesini tutmuştur.
OSMAN NURİ TOPBAŞ
HOCAEFENDİ’DEN...
Bu araya Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin anlattığı bir anektodu kaydetmek isterim.
Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi, bir ara Sarıyer’de ikâmet etmektedir. Oradaki evlerinde dünyanın hemen her ülkesine ait hukuk kitapları bulunmaktadır.
Birgün yağmur yağar ve sel, Sami Efendi’nin evindeki kitapları alıp götürür. O zaman Mahmud Sami Efendi şöyle der:
-“Bize hukuk mesleği yasaklandı.” İşte bu tarihten sonra artık hukuk mesleği ile ilgilenmez.
YARIN: SAMİ HOCAEFENDİ’NİN ŞEMALİ VE ŞAHSİYETİ... Sözün Başı ve Sonu:
Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.)
“Doksan dört yıllık ömrü boyunca bir kere ayağını uzatmamış, bağdaş kurup oturmamış olan o gül yüzlü melek, sırtını bir yere dayayarak bir lokma yemek yemediği gibi vefatından sonra da bacaklarını uzatmamış, cenazesi bu halde yıkanmış ve kefenlenmiştir.
Namazı Ravza’da kılınıp Cennetü’l-Baki’ye gelinceye kadar yine ayaklarını uzatmayan bu mübarek zat, kabre yerleştirenlerin şehadetiyle, ancak kabre konulurken ayaklarını uzatmışlardır.”
ADANA ULU CAMİİ
Ulu Camii; iç avluya açılan kapılarda ve minberin üzerinde bulunan kitabelerinden anlaşıldığına göre, 913 (1513) Ramazanoğlu Halil Bey tarafindan başlatılıp, 926 (1520) oğlu Pirî Mehmed Paşa tarafından tamamlanmıştır.
Selçuklu ve Osmanlı mimarisiyle güneyden gelen Zengî ve Memlûk mimarisinin etkilerini bir araya getirmesi bakımından Ulu Camii, diğer Ulu Cami’lerden farklılıklar arz etmektedir.
Halen camiye bitişikte bulunan 1540 tarihli türbe ise Pîrî Paşa tarafından yaptırılmış. Türbede yer alan üç çinili lâhit, camii ile aynı üslûp ve devirden olup, kitabelerine göre Ramazanoğulları’ndan Emir Halil Bey (1510) ile Pîri Paşa’nın iki oğlu Mehmed Şah (1534) ve Mustafa’ya (1522) ait olduğu ifade edilmektedir.
1946 YILINDA İLK HAC
Hac yolunun açıldığı 1946 yılında ilk defa hacca gitmiştir. 1951 yılında İstanbul’a gelmiş, iki yıl kadar İstanbul’da kaldıktan sonra 1953 yılında Hac mevsiminde önce Hacca, dönüşte de arkadaşı Konyalı Saraç Mehmed Efendi ile Şam’a gidip oraya yerleşmiştir.
Ancak bu Şam hicreti dokuz ay kadar sürmüş, dokuz ay sonra tekrar İstanbul’a dönmüşlerdir.
İstanbul’a gelişlerinde önce Bayezid - Laleli’ye, sonra da Erenköy’üne yerleşmişlerdir.
Şam’dan İstanbul’a gelişlerinde zevceleri Valide Hanım’a;
-“İstanbul’a tekrar geldik. Gönlümüz Medine’de atıyor. Ahîr ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz”, demişlerdir.
İstanbul’da bulunduğu yıllarda da Adana’daki gibi bir yandan Erenköy Zihnipaşa Camii’ndeki vaazları ve hususi sohbetleriyle irşad hizmetini yürütürken, diğer yandan da Tahtakale’de bir ticarethanenin muhasebesini tedvirle maişetini temin etmiştir.
Mahmud Sami Efendi’nin vaaz, irşad ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından; fakir, zengin, okumuş, okumamış, esnâf, işçi, memur, tüccar ve fabrikatör gibi binlerce insan istifade ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir.
Servete Hayır...
Mahmud Sami Efendi, babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük serveti almamış ve;
-“Hiçbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir” (Buharî) hadisi şerifi gereğince, kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir. Sûfiler içinde baba mirasını almayanlar içinde ilk olarak Haris Muhasibi’yi görüyoruz. O da Kaderiye Mezhebi’ne bağlı bulunan babasının mirasını almamıştır. Adana’da uzun yıllar müştak gönüllere aşk-ı ilahi şerbeti sunarak hizmet etmiş, yazları Adana’nın Namrun ve Kızıldağ Yaylası ile bazen de Kayseri’nin Talas’ında geçirmiştir.
Mahmud Sami Ramazanoğlu Hocaefendi dünyaya teşrifleriyle ilgili olarak Sadık Dânâ Hocaefendi şöyle bir menkıbe anlatır.
“Birgün Hızır Aleyhisselam evlerinin kapısına gelerek, hizmetçi kadın vasıtasıyla muhterem büyük validelerimizi kapıya çağırır:
Her ne kadar validemiz;
-“Kızım ne istenir ve arzu edilirse kendilerine veriniz” tenbihatında bulundular ise de ziyaretçi;
-“Hayır muhakkak kendisi ile görüşmem lazımdır” diyerek ısrar edince, mecburen kapının arkasına gizlenirler ve aralarında şöyle bir muhavere geçer.
-“Kızım hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak, uzun müddet İslâmiyete hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve helale dikkatli ol ve ismini de ‘Mahmud Sami koy’ müjdesini vermiş ve teberrüken bir gömlek istemiş, gömlek getirilinceye kadar kendisi gaip olmuş.”