• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Latif Erdoğan
Latif Erdoğan
TÜM YAZILARI

Aşkınlığa ilk adım 

26 Haziran 2021
A


Latif Erdoğan İletişim: [email protected]

İmanın vakar ve ciddiyetini, İslam’ın izzet ve onurunu üzerimizde taşımaya başladığımız günden itibaren kendimizi dünyanın en bahtiyar insanları arasında sayabiliriz. Hem fert hem de toplum için bu böyle. Eksilerimizi, artılarımızı iman ve İslam’la irtibatımızı sabit kriter edinerek ölçmek zorundayız. Çünkü iman ve İslam, ilahi ahlak öğretilerinin bütünüdür. İlahi ahlaktan yani aşkın bir nizamdan, tecezzi ve inkısam kabul etmez kozmik bir disiplinden bahsediyoruz. 

İnsan, fıtratı itibariyle kerimdir. İyiyi kötüden temyiz kabiliyetine sahiptir. İyilik ve kötülük onun içsel yapısında farklı ve zıt tepkiler oluşturur. Bu tepkilerin öğretici tecrübesiyle de insan, davranışlarını, harici bir etkiye ihtiyaç duymaksızın iyi ya da kötü olarak nitelendirir. İyi onu mutlu, kötü de mutsuz eder. 

Ne ki, bu hissediş, algılayış ve tanımlayış, hayatın bütününe yayılacak oranda yoğun değildir. Ayrıca insan, nisyanla, unutkanlıkla maluldür. Dolayısıyla kötüyle arasına rezerv koymak ve daim iyiden yana tercih kullanmak hususunda sürekli uyarıcıya ihtiyacı vardır.  

Hem insan sosyal bir varlıktır. Dolayısıyla içinde yaşadığı toplum adına da söz konusu iyiliklerin ve kötülüklerin tespiti ve belli kurallara bağlanması zaruridir. Hatta insan, bütün insanlığın elemiyle elemli, sevinciyle mesut olacak derecede, kendi neviyle alakalı bir varlıktır. Bu sebeple de iyi ve kötünün kurallaşması tüm insanlık için elzem bir durum arz etmektedir. 

 Bunun da ötesinde, insanın bütün varlıkla da bir çeşit alakası vardır. Öyleyse iyi-kötü problemi bütün varlığı kuşatacak kapsamda ele alınmalıdır. İç içe bu alakalar nedeniyledir ki, insanın bireysel sezişleri, algılamaları iyi ve kötü problemini çözmeye yeterli değildir; ve bu konuda dıştan bilgilendirilmeye ihtiyaç kaçınılmazdır. İşte bu noktada, vahiy öğretileri devreye girer. Hem fıtrat kuralları hem de din kuralları insana iyi ve kötüyü tanıtır, tarif eder. Bu genel tarif ve tanıtım içinde iyi, ilahi buyrukların tümü, kötü, ilahi yasakların bütünüdür. 

Bu tür bir ahlak yapılanmasıdır ki, kalıcı ve sağlam temeller üzerine kurulur. Davranışların neticeleri, dünya hayatıyla da sınırlı kalmaz ve ötelere taşınır. İman, gizli- açık iyilikleri teşvik ederken, kötülüklerden de kaçındırma misyonunu kullanır. Ve yine iman, bizlere iyilikleri yapma, kötülükleri terk etmede somut örnekler gösterir; peygamberleri ve onların izinden giden talihlileri bizler için birer rehber yapar.  

Sürekliliği ebede uzanan bu temrinler sayesindedir ki insan, geçici olmak durumundaki psikolojik yaptırımların ya da sosyolojik baskıların ötesinde, çok daha güçlü ve cezp edici bir ahlak alanına girmiş olur; bir süre sonra da ahlak onda değişmez bir karakter haline dönüşür. Buna, insanın ikinci bir fıtrat kazanması denilir. 

İnsan, kainat kitabını okurken, Cenab-ı Hakk’ın icraatını yakından görür. Bu müşahede onu ilahi ahlakı öğrenmeye götürür. Kendisinin yaratılmış bir varlık olduğunu asla unutmayarak, acizliğini, fakirliğini, hiçliğini daima hatırda tutarak ilahi ahlakı kendisine örnek edinir. Böylece beşeri ahlakını aşkın ahlaka taşır, yüce ve yüksek ahlakı elde eder. 

Ve yine insan, kainat kitabını okurken, her şeydeki nizamı, intizamı, ahengi görür ve bu müşahedeler onu kozmik disipline dehalete teşvik eder. İnsan, ahlaki öğretileri yerine getirmekle söz konusu dehalet gerçekleşmiş olur. Bu da insanı, bütün bir kainatla bütünleşme oranında güçlü ve anlamlı kılar.  

İnsan, maddi yapısı yönüyle kainata oranla bir atom bile değilken, bu dehalet onu bütün bir kainat haline getirir. Kozmik disiplin bilinci, onun bütün yüklerini omzundan alıcı ve onu kuşlar gibi hafif hale getirici işlev de görür. “Kadere inanan kederden kurtulur” gerçeğini yaşayanlardan biri olma, ona sonsuz huzur ve mutluluk bahşeder. 

İnsan, kainat kitabını okurken, bütün varlıkların birbiriyle nasıl yardımlaştıklarını, birbirlerine nasıl yardım ellerini uzattıklarını müşahede ile ahlakta ayrı bir boyuta sıçrar. Başkasına yardımcı olma, kendi değerlerini başkasıyla paylaşma onun için fıtri bir hal alır. Yardımlaşma onun için bir yükümlülükten çok, varlığa ermiş bulunmanın tabii bir sonucu anlamına gelir.   

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Sanıyı yele vermek

Ağzınıza sağlık güzel bir yazı olmuş; ancak bu yazı, “nefsimizin ve şeytanımızın etkilerini dışarda tutarsak“ nasıl biri olabiliriz kabulü ile okunmalıdır. Bu da mümkün değildir. Yazıda bahsettiğiniz gibi aczi, fakrı ve hiçliği akılda tutarak bahsettiğiniz ahlaklanma işlevi gerçekleşemez, var gibi görünen de sadece nitelikli EMPATİ olur. Bediüzzamanın mübarek ruhaniyetinden (zira Hazret, alim oluşunun yanı sıra aynı zamanda bir velidir) özür dileyerek söylemeliyim ki “Risale” menşeli her kardeşimiz bu alanda gerekli çabaları ifa etmeden, varsayımsal bir ortamda (sanılı ve muhtemel) ilahi varlık düzeneğine dahil olunabileceğini öngörüyorlar. Bu kurgu, tefekkür sadedinde kişiye olumlu yansımalar sunsa bile (ki sanıyı hakikatin yerine ikame etme gibi zararlar da tevlid edebilir) sonuç alıcı işlev görmezler. Kişi bu aşkın (manevi) yolculuğu İLLA gerçek bir Mürşidi Kamilin rehberliğinde ve tasavvufun (yolun) sistematize ettiği şekilde deneyimleyerek yaşamak durumundadır. O yüzden “men arefe nefsehu….” buyrulmuştur. Bu buyruk kişiye bizzat kendi nefsine dair irfanı temin etme zorunluluğunu getirmiştir. Yine bu yüzden dokuz mucize ile desteklenmiş, kelim sıfatlı, kitap ve ümmet sahibi mürsel bir Nebi olan Hz. Musa as sefer ederek Hz Hızır’a as tabi olmuştur.

Mehmet Yaşar Özer

Eski yazıları nasıl okuyabiliriz.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23