İşler ve ilişkiler
Eskiden, gündeme gelmek için, iyi işler yapmak gerekiyordu. Eğer iyi bir iş çıkarmış, ortaya iyi bir eser koymuş iseniz, kuvvetle muhtemel, emeğinizin karşılığını alıyordunuz.
Türkiye’deki birçok şey gibi, bu da değişti. Artık yeni bir devirdeyiz. Millet ve memleket olarak, garip bir yere doğru gidiyoruz.
Ne yazık ki, işlerin ve ilişkilerin birbirine girdiği bir zamandayız. Gündeme gelmek için, yapılan işlerin değil, kurulan ilişkilerin belirleyici olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
İsterseniz en kaliteli işi yapın, en iyi eseri ortaya koyun, ‘gerekli bağlantılarınız’ yok ise büyük bir ihtimalle, emeğinizin karşılığını alamayacaksınız.
İlişkileriniz sağlamsa eğer, işinizi iyi yapıp yapmadığınızla ilgilenen pek yok. Durum bu olunca, işin hakkını verenler, hakkını alamaz oluyor.
Bir insan bir makama geldiği zaman, kendi kendimize, şu soruyu soralım: Bu insan, bulunduğu yere, yaptığı işlerle mi geldi, yoksa kurduğu ilişkilerle mi?
Yaptığı işlerle bir makama gelen, emeğin ne olduğunu iyi bilir, emeğin karşısında her daim saygı duruşuna geçer.
İşiyle ve emeğiyle bir yere gelenler, sorumluluk duygusundan beslenen uyarıları, yıkmayı değil yapmayı önceleyen fikirleri ve husumete varmayan eleştirileri ortaya koyarlar.
Kurduğu ilişkilerle bir yere gelenler ise, kesinlikle emek ve yetenek düşmanıdır. Yaptığı ve yapacağı tek şey, kendi gibilerinin önünü açmaktır.
İlişkileriyle bir yere gelenler eleştirmez, fikrini söylemez. Sadece onaylar, tasdik eder, alkışlar. Haklısınız efendim. Emredersiniz efendim.
Buradan yola çıkıp, bir de soru soralım: Emeğe hürmet etmeyen, işlerden ziyade ilişkileri önemseyen ve önceleyen bir kişi veya toplum başarılı olabilir mi?
Bu tipteki kişilerden sağlıklı fikirler, parlak çözümler, derdimize merhem olacak çareler beklemek, bir hayal gibidir.
Malum: Bıçak, cerrahta şifaya vesile olurken, katilin elinde cinayet âletine dönüşür.
Bir örnek verelim ki, derdimiz daha iyi anlaşılsın: “Türkiye’nin Batı Türkistan (Balkanlar) politikası ne olmalıdır” sorusunun cevabını almak için, mikrofonlar İsmet Özel, Süleyman Çobanoğlu veya İbrahim Tenekeci’ye değil; gezicilere, Tito ve eski Yugoslavya’ya özel bir muhabbet besleyen kişilere uzatılıyor.
Bir örnek daha: İzzet Altınmeşe, kıymetli bir sanatçıdır. Birbirinden güzel güfteler yazmıştır. “Yazımı kışa çevirdin / Bak gözümde yaşa Leylam / Mevlam ayrılık vermesin / Gökte uçan kuşa Leylam” onlardan bir tanesidir. Bazı konularda titiz olduğu ve her yere girip çıkmadığı için, sanatını tam manasıyla icra edememiştir. Ne yazık ki bugün, küstürülmüş, şevki kırılmış bir haldedir. Buna karşılık, kıvırtmaktan başka meziyeti olmayanlar ‘star’ olarak karşımıza çıkarılmaktadır.
Ve bir tane daha: İyi türkücülerden biri olan Şükriye Tutkun dailgisizlikten şikâyetçi idi. Tutkun, “gündeme gelmek için illa açılıp saçılmak, gece kulüplerine gitmek ve sık sık sevgili mi değiştirmek lazım” diye isyan etmişti.
Bu acı gerçeği görüyor, yaşıyoruz. Mecburen kabul ediyoruz.
Öte yandan: İsmet Özel, Henry Sen Neden Buradasın isimli eserinde “Titizlik, ahlâkın ta kendisidir” diyor. (Sayfa 14)
Bu titizliği, dolayısıyla bu ahlâkı, hem kişisel, hem de toplumsal düzeyde ilke edinmemiz gerekiyor.
Üzülerek belirtmeliyim ki, özellikle son yıllarda, yaptığı işlerle değil de kurduğu ilişkilerle bir yerlere gelenlerin sayısı hızla artıyor.
Yerli düşüncenin, milli bir duruşun derdini taşıyan, aziz vatanın has evlatları görmezden gelinirken, onların üstleri örtülmeye çalışılırken; en kakavan, yersiz yurtsuz ve yeteneksiz kişiler “büyük adam” olarak takdim ediliyor. Ödül mekanizması da onlar için çalışıyor.
İşlerdeki kalitenin düşmesi, bunun en büyük yansımasıdır.
Son söz: Bu millet için en büyük tehlike, dövizin artması değil, yetenekli ve iş bilen evlatlarının sayısının azalmasıdır.