Alacaklı Borçlunun Efendisidir
Alacaklı Borçlunun Efendisidir
ALİ OSMAN AYDIN
Bir fotoğraf karesi… 1980’ler… Hakkâri Yüksekova’da bir ilkokul sınıfı. Saçları kısa kesilmiş çocuklar, birbiriyle uyumsuz kıyafetleriyle sıralarında oturuyorlar. Gözleri fotoğraf makinesinde… Tam arkalarındaki duvarda, her sınıfta olan o panolardan var.
Panoda, değişik zamanlara ait şık kıyafetler içinde onlarca Atatürk fotoğrafı... Sadece pano değil, duvar da irili ufaklı bir sürü Atatürk fotoğrafıyla dolu. Bu haliyle duvar, bir kilisenin Hz. İsa ikonalarıyla dolu köşesini andırıyor. Ya da Japonya’da ev ve işyerlerinin bir köşesinde bulunan Budist ve Şintoist ev tipi tapınaklarını...
Panodaki fotoğraflardan yansıyan Avrupai hava ile çocukların eprimiş kıyafetleri ve ezik bakışları arasındaki rahatsız edici tezat gözlerden kaçmıyor. Zorla oradalarmış gibi bir hâl var üzerlerinde. Yaşadıkları gerçekle, fotoğrafın sembolize ettiği “gerçek” arasına sıkışmış gibiler.
Fotoğraf beni çok etkiledi ve modernleşme tarihimizin gölgelerde kalmış yüzleri ile ilgili düşündürdü...
Cumhuriyetin ilk yıllarında, Ankara Ulus’taki gibi; tek tük evlerin olduğu, insansız, bomboş yerlere dikilen devasa heykeller de aynı ölçüde düşündürüyor beni.
Yüksekova’daki fotoğrafın üzerinden bir ömür geçti ama pek bir şey değişmedi. Okullarımız aynı ideolojik sıkışmışlığın pençesindeler. O günden bugüne çocukların “arkaları” da önleri de Atatürk kült ve sembolleri ile dolu. Hatta her sınıf, her okul, her kamu binası, her kışla…
Bu konuda kiminle benzeşiyoruz dersiniz? Kuzey Kore’yle. Kore’de her okulun, sınıfın, kamuya açık binanın duvarında devlet liderlerinin fotoğrafları bulunuyor.
Ben Kuzey Kore’de yaşasam, her yerde bu fotoğrafları görmem ve her fırsatta fotoğraflardaki kişilere saygılarımı sunmam gerekse kendimi bu azamet ve ulvilik karşısında hiçbir şey gibi hissederdim.
Hayattaki en önemli kişilerin o insanlar olduğunu düşünürdüm, gayri ihtiyari. Eğer kurtarıcılarsa, her şeyi onlara borçlu olduğumu düşünürdüm.
Bu kadar büyük bir “borç” kimi olsa baskı altına alır. Ticaret yapanlar iyi bilirler. Borçlu insan sağlıklı düşünemez. Hayatına konsantre olamaz. Tüm odağı borcundadır. Borcunu ödemek için yollar arar. Böyle bir adam borcunu ödeyene kadar, minnet duygusunun elinde adeta bir tutsaktır. Alacaklı “borçlunun” efendisidir.
Her caddeye heykel dikmenin, her meydana büst koymanın, her sınıfa simge asmanın insanlara ödenmez “borçlarını” hatırlatan bir yanı var bence. Ne diyordu o klasik Kemalist slogan: “Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geri kalan her şeyi de Atatürk'e”.
Hristiyanlıkta insanlar nasıl günahkâr olarak doğuyorlarsa, Türkiye’de de insanlar manevi bir borçla doğuyorlar! Bütün hayatlarını o borcu ödemeye hasretmeleri gerekiyor.
*
Atatürk’ün yakın çevresinden Tokyo Büyükelçisi Hüsrev Gerede, İçişleri Bakanı Refik Saydam’a yazdığı mektupta “Atatürk kültünü sonraki kuşaklara aktarmak için Japonya’daki Meiji kültünden, yani devlet Şintoizm’inden yararlanılmasını” tavsiye eder, ta o zaman.
Bunun için yukarıda dediğimiz gibi, Cumhuriyetin “kutsal” ideolojisini semboller ve kültler üzerinden Yüksekova’nın boyasız, yakacaksız sınıflarına bile ulaştırmak gerekir.
Japonların ulusal dini olan Şintoizm’de imparator tanrısal bir figürdür ve ideolojisi ile devletin merkezinde yer alarak her şeyi şekillendirir. Bütün sistem ona göre dizayn edilmiştir. II. Dünya Savaşı’ndaki ağır yenilgiyle birlikte Japonya bu totaliter devlet dininden vazgeçer.
Atatürk kültü, sanılanın aksine halkın elleriyle şekil verdiği bir kült değildir. Bu kült, devlet tarafından meydana getirilmiştir.
Devlet, halkın bütün kaynaklarını seferber ederek bu kültü oluşturmanın mücadelesini vermiştir. Bütün okullar, kurumlar, kışlalar bu kültü oluşturmak için kullanılmıştır. Bu kültü yüceltmek kamusal bir mecburiyet hâline getirilmiştir.
O dönemlerde faaliyet gösteren Millet Mektepleri’nin tamamında görev alan öğretmenlerin aldıkları bir yıllık maaşın toplamı 670,407 liradır. Diğer masraflarla birlikte bir yıl boyunca bütün ülkede mektepleri işletmenin maliyeti 881,508 liradır.
Aralık 1926’da imzalanan sözleşmeye göre ise Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın yapımı için İtalyan heykeltraş Pietro Canonica’ya tam 165.000 TL ödenmesi gerekecektir.
Bütün Türkiye’de insanların okuyup yazması için ayrılan bütçenin %18,7’si kadar bir para, kültü tesis etmek için sarf ediliyor! Elbette bu, anıtlardan sadece biri için sarf edilen para..
*
Ben bu satırları yazarken, ilkokula giden kızımın öğretmeni hafta sonu 19 Mayıs ile ilgili 3 kıtalık bir şiir yazılması gerektiğine dair mesaj attı.
Sizce Yüksekova’dan bu yana bir şey değişmiş mi?
küçücük zihinlere ideolojikleştirilmiş bir tarih yorumunu dayatmak, “kurtarıcı” mistisizmini, tektipleştirici bir sembolü “tek doğru” olarak empoze etmek…
Toplum mühendisliğinin fasılasız devam ettiğini, kültün devlet tarafından hâlâ itinayla korunduğunu ispatlıyor.
Ben, kişi kültünün var olduğu toplumların özgür olmadıklarına ve böyle kalmaya devam ederlerse, asla özgür olamayacaklarına inanıyorum. Çünkü böyle bir kült karşısında birey kendini aciz hissedecektir ve kült o kişiyi psikolojik olarak ele geçirecektir.
Böyle toplumlar dogmatik ideolojiye teslim olarak eleştirel düşünme yeteneklerini kaybederler. Kişi kültü bir halkın aklını, tarihini, duygularını, enerjisini bir “sembolün” gölgesine hapseder.
Kurtarıcı kültüne dayalı bir tarih anlatısı insanlardaki gerçeklik algısını bozar. Kişi kültünün yükseldiği toplumlar boyun eğmeye meyilli toplumlardır.
Özgürlüğe, özgür nesillere ihtiyacımız var.