Bayramlarda ‘dünü’ hatırlamak
Bugün günlerden Kurban Bayramı. ‘Bu kaçıncı bayramımız!’ diye düşünmeden edemiyor insan. Hayatın içinde var olup, Allah (cc) bize bahşettiği emaneti bedenimizde taşıdığımız müddetçe, kaç bayram daha geçireceğimizi bilmeyiz. Bilmemiz gereken yaşadığımız anı anlamlaştırma ve hesap gününe hazırlık! Ömre sığdırılan bayramların her birinde, başımızdan geçen birçok olayı da hatırlamamıza vesile olur. Bu bayramda olduğu gibi, her bayram hüzün ve sevinci bir arada yaşama durumunda kalırız. Bir sonraki sefer diye yüzleştiğimiz gerçekler, hızlı geçen zamanın içerinde, kendini yenilemekten daha çok, unutulur gider…
Spor sayfası ve bize ayrılan bu köşede, diğer bayramlar da olduğu gibi ‘bayramı’ içimizden geldiği gibi yazmak, okuyucularımızın bayramını kutlamak istedik. Üstad Necip Fazıl’ın Bayram şiirinde dediği gibi ‘Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var; Oh ne güzel bayramda tahta ata binmek var!...’ Derslik mısraları günümüze uyarladığımızda, şimdilerde ‘tahta’ at bulamasak da, tarihin derinlerine uzanarak, ecdadın bize miras bıraktığı ‘emanete’ sahip çıkmak, hissiyatı uyanıyor içimizde. İslam Ümmetinin en değerli günlerinden olan bugün, Filistin’den Avustralya’ya kadar bir bayramı daha idrak etmenin manevi bir kazanımı var. 2 milyonu aşkın Müslümanın Kâbe’de, Dünyanın dört bir yanında ulaşılan bayramlarda, kesilen kurbanlar eşliğinde gerçekleştirilen ‘tekbir’ seslerinde, geçmişin derin yansımasıyla yüzleşme, arşa açılan ellerin ‘ümmetin’ kurtuluşuna vesile olacak dua da buluşmak var…
Kurban, Müslümanlığımızın gerekliliği ve Rabbimize teslimiyeti ise, bu ibadetin bizlere hatırlattığı en önemli husus Allah’a yakınlaşma, emirlerine itaat ve İslami değerle sadakatimizdir. Bitmek bilmeyen iyi dilek ve tavsiyeleri ötesine vakit geçeceğiz! Kur’an-ı Kerim’in emirlerine uyup, Peygamber Efendimizin yaşantısına benzer bir hayat sürdürme gayretinde olmayı ne vakit becereceğiz? ‘Kim kaybetti ki biz bulalım!’ düşüncesinden sıyrılıp, hangi vakit Rabbimize kayıtsız ve şartsız teslim olacağız? Her bir sorunun karşılığının net bir cevabının bulunmayışı, bir kul olarak dünya heveslerinden sıyrılmayışımız, ne kadar aciz duruma düştüğümüzdendir. Bir başka deyişle, günün hummalı koşturmasının bir sonucu olarak Allah’ın (cc) uzaklaşmaktan başka bir manaya gelmiyor…
Dünya heveslerine kapılarak, Allah’tan istemek yerine, kullardan medet umulan bir dönemlerde, bayramlar bize görev ve sorumluluğumuzu hatırlatıyor. Her bayramda olduğu gibi, Osman Nuri Topbaş Hocanın ‘Altın Silsile’ kitabında yer alan Câfer-i Sâdık Hazretlerinin menkıbesini hatırlamadan edemiyoruz. Bir gün yoksulun biri Câfer-i Sâdık Hazretleri’ne; “- Neden gece gündüz çalışıp durmaktasınız?” diye sormuştu. O da şöyle cevap verdi; “- Baktım, benim işimi bir başkası benim gibi yapamıyor, ben de kendi işimi kendim yapmaya karar verdim ve tembelliği boynumdan attım. Yaratıldığımdan beri rızkım, bana gelip yetişiyor. Bu yüzden ne hırsım kaldı, ne de tamahım. Bir gün ölüm gelip çatacak, kimse benim için ölmeyecek. Bu sebeple ölüme hazırlanmaya ve onu karşılamaya koyuldum. İnsanlarla bir vefâ görmedim. O yüzden de cân u gönülden Allah Teâlâ’nın vefâsını tercih ettim, bundan başka her şeyi terk ettim. Onların hepsi zandan ibâret olduğu için hepsinden vazgeçtim.” ‘Yâ Rabbî! Sen’i bulan neyi kaybetti? Sen’i kaybeden neyi buldu’ hikmetinin gönüllerimize nakşedilmesi dileğiyle, Rabbim, bayramları gerçek manada yaşamamızı nasip etsin, inşallah. Amin...