• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Abdurrahman Dilipak
Abdurrahman Dilipak
TÜM YAZILARI

İnsanlar birbirini anlamıyor değil

06 Ocak 2022
A


Abdurrahman Dilipak İletişim: [email protected]

Asıl mesele şu: İnsanlar birbirini anlamıyor değil, anlamak istemiyor.

İki konu var temelde, hakikat arayışı ve gerçek? Gerçek rölatiftir. Yani zamana, mekana, kişi ve şartlara göre değişkenlik gösterebilir. Hakikat ise bütün zamanlar için geçerlidir.

Temel sapma, gerçekle hakikatin birbirine karıştırılması. Pozitivist akıl, mesela bilimi adeta dinleştiriyor, onu hakikatin yerine ikame etmeye çalışıyor.

Kaldı ki, dinde bile “muhkem” ve “müteşabih” naslar vardır. Muhkem değişmez, bunlar daha çok “iman” ile ilgilidir. “Müteşabih” olanlar ise muamelat ile ilgilidir. Mütaşabihlerde muhkem nas dışına çıkmamak kaydı ile ve istikamette bir sapma olmadığı takdirde, değişen, zaman, mekan ve şartlara bağlı olarak temelde “İlahi rıza”yı aramak kaydı ile sınırlı bir şekilde değişkenlikler olabilir. Mezhebler bu şekilde doğdu. Dinler ise iman temelinde ayrışırlar.

Her akımın kendi içinde ayrı kolları vardır.

Bir dine inananlar ya da inanmayanlar da ayrı topluluklar oluşturur.

Hakikat yolculuğunda tekamül gerçek basamaklarından yükselerek gerçekleşir. Olayları bazan anlamaya çalışırsınız, bazan o şeye anlam yüklersiniz. Bunu yaparken sahibi, ve batıni sebeplere bakarsınız. Bu konuda “aynel yakin”, “ilmel yakin”, “Hakkal yakin”  boyutlarında nesne ve olaylara bakış açısı ve vukufiyet kesbedersiniz. Sonunda gerçeklik düzleminde birçok şey izafidir. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır da olabilir. “Suizan” dışında, “hüsnü zan” diye bir şey de var. Bunlar ön yargı ile ilgili olabilir. İlmi zan diye bir şey de var. “Galib zan” diye bir şey var. Sonuçta “zannetmek”ten söz ediyoruz. Ve bu zanların çoğu yanlıştır. Zan delil olmaz ve eğer delil olacaksa, kesinleşmiş bir hüküm olmadan zan ile karar vermemek gerekir. Ya da zanni konuda şübhe “şübheli” lehine değerlendirilmesi gerekir.

İki ya da daha fazla görüş ortaya çıkar ve aralarında uzlaşamazlarsa, taraflarının her birinin diğerine uzaklığı, diğerlerinin diğerlerine uzaklığına eşittir.

Yani benim fikirlerim birilerinin fikirlerine ne kadar uzaksa, onun fikri de bana o kadar uzaktır. Burada tarafların uzlaşması, ancak isbat yoluyla ikna, ya da ihtilaflı görüşlere rağmen barış içinde bir arada yaşamanın bir yolunu bulmaktan geçer. 3. yol, eğer ille de birlikte bir karar vermeleri gerekiyorsa, o zaman hakeme gidip hakemin verdiği karara razı olmaları gerekir.

Tabii, her şeyden önce birbirimizi dinleyip, anlamamız gerekiyor. Adil olmamız gerekiyor.

Bir defa, tanıkları ve sanıkları kaybolmuş eski hesapların, tarihi davaların yeniden görülmesi mümkün değil. Şunu unutmayalım ki, bizim tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. Bir de gelecek tasavvuru ile ilgili tartışmaların kimseye faydası yok. Şöyle olursa böyle olur, şöyle olmazsa böyle olmaz gibi varsayımlar üzerine hüküm bina edilmez. İslam’da bu yasaklanmış bir akıl yürütmedir. Allah’ı hesaba katmamaktır. Bu mantık, sebeb sonuç temelinde bir akıl yürütme ile Determinist bir bakış açısının ürünü olarak toplum mühendisliğine giden yolu açar. Bu mantık pragmatik açısında rasyonel gözükse de, sonu Makyavelist bir anlayışa kadar uzanan, oportünist bir bakış açısının ürünüdür..

Sorun “Ben”de gizli. Sorun “Egosantirik/Ben merkez”li bir sorun.

Akıl tek başına, hakikatin kaynağı ve ölçüsü değildir. Elbette akıl olmadan iman ve mükellefiyet olmaz. İnsanları akılları kadar iman ederler, akılları kadar iş yapabilirler. Burada akıl sadece hafızadan ibaret değildir. Biz “faal akıl”dan söz ediyoruz burada.

Hal böyle olunca, kimsenin kendi içtihadı, fetvası, hükmü  ile bir başkasını mahkum etmemesi,  insanları o şekilde davranmaya zorlamaması gerekir. Bu İlahlık ve Rablik iddiasıdır. Allah’tan başka kimse bizim İlahımız ve Rabbimiz olmadığı gibi biz de kimsenin İlahı ve Rabbi değiliz.

Burada bir başka sorun da, bir kişi dün iyi ise, bugün kötü ise, ya da dün kötü iken, bugün iyi olmuşsa ne yapacağız. Ya da suçlu birinin ailesi hakkında nasıl karar vermemiz gerek. Halid b. Velid ya da Vahşi ya da Hz. Ömer, Hz. Peygamberi öldürmeye gelmiyor mu idi! Peki sonra ne oldu. Ya da Firavunun karısı Hz. Asiye bizim annemiz değil mi, Firavunun hizmetkarı insanlık tarihinin en muhteşem kadınlarından biri değil mi! Hz. Haacer’den söz ediyorum.

Öte yandan; rivayet edilir ki Karun, Hz. Musa ve Harun’dan sonra Tevrat’ı en iyi bilen kişiydi. İslam tarihinde irtidat olayları yaşanmadı mı! Hz. Yusuf örneğinde de bizim için güzel örnekler vardır. Şeytan aslında lanetlenmeden önce zahid biri değil mi idi. İyilikler ve kötülükler bu dünyada mahsub edilmez. Ayrı ayrı değerlendirilir. Öbür dünyada Allah onlar hakkında hükmünü verecektir. Bir alimin 999 hikmeti yanında bir yanlışını kabul etmeyiz, bir zalimin 999 yanlışı yanında bir iyiliğini de görmezden gelmeyiz. ‘Misgale zerretin hayran yerah ve misgale zerretin şerran yerah’ bizim için de ölçüdür. Haksızlık kimden gelirse gelsin,  kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana zalime karşı olacağız. Bir topluluğa olan düşmanlığımız bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli.

Fatih, Urban’a haksızlık etmişse, fetih geri dursun Urban’ın hakkı korunsun. Fethin anlamını yücelten değer budur. Kem alat, kem söz ve kem iş ile kemalat olmaz.

Biz bir seçim yaparken, kuşkusuz iyilerden en iyiyi, eğer o yoksa, kötülerden en az kötü olanı kerhen seçmek zorunda kalırız. Burada adalet ve ehliyet, liyakat, dürüstlük ve cesaret öncelikli tercih sebebi olacaktır. Aslen kerhen seçim zorunlu olduğu durumlarda mutlaka hakkı temsil eden bir fırkanın varolması ve bu fırkanın zaruret halinde ittihad edeceği birileri yoksa, Müellefetil Gulub taifesinden birileri ile ittifak kurması, o da yoksa, en azından Hakk’ın tarafını tutanların, temel hak ve hürriyetlerine karşı düşmanlık etmeyen birileri ile itilaf edilmesi gerekir.

Bunun dışındaki çözüm arayışları zaman kaybı ve kişinin kendini kandırmasından ibarettir.

Bizim tek tarafımız olabilir, o da Hakk’ın tarafı. Bu anlamda biz Müslümancı da olamayız, insancı da! Ve bu “Haklılar tarafı” diye mutlak bir tarafla mukayyed değildir. Peygamber, sevgili kızı bir başkasına haksızlık yapsa, o kişi kim olursa olsun, Peygamberimiz kızından yana değil, haklıdan yana taraf olacaktır. Bizden istenen adil şahidliktir. Bizden istenen Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmaktır. 

Selâm ve dua ile.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23