• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

GÖRÜŞ - Doğu Akdeniz bağlamında Libya krizi

Yeniakit Publisher
2019-07-23 13:53:40 -
GÖRÜŞ - Doğu Akdeniz bağlamında Libya krizi

Libya tarih ve coğrafya açısından Türk dış politikası için önemli bir “sevkü’l-ceyş” (strateji) noktasıdır. Osmanlı’nın parçalanma süreci Doğu Akdeniz hakimiyetini yitirmesiyle başlamıştı - Türkiye’nin Libya ile varacağı kıyıdaşlık anlaşmasının iki temel sonucu olacaktır: Doğu Akdeniz’de oluşan Türkiye karşıtı ittifaka karşı daha güçlü bir hareket alanının oluşması ve Yunanistan’ın Girit adasını kullanarak tek taraflı ilan ettiği karasuları üzerinden, çıkarılan doğalgazın Avrupa pazarına taşınması planına set çekilmesi - 2014 yılındaki operasyonu ile Bingazi’yi ele geçirerek ülkedeki karışıklığa çetrefilli yeni bir boyut kazandıran Hafter, pek çok Batılı devletin ve onların vekil güçlerinin (BAE, Suudi Arabistan ve Mısır) siyasi ve askeri desteğini arkasına alarak ilerlemekte - Libya’nın kabile ve aşiretlerin güçlü olduğu toplumsal yapısı merkezden yönetimi zorlaştırıyor. Dolayısıyla günümüzdeki krizin aşılamamasının temelinde de siyasi ve ekonomik güç paylaşımının sorununun çözülememesi yatıyor

İSTANBUL (AA) -KAAN DEVECİOĞLU- Coğrafya, ülkeleri enerji ve hammaddeye sahip olma bakımından ihraç eden ve ithal edenler olarak ikiye ayırıyor. Keşfedilen doğal kaynaklarından dolayı Doğu Akdeniz de kendisine kıyısı bulunan ülkelere ciddi bir avantaj sunuyor. Söz konusu ülkeler de bu avantajı fırsata çevirme hususunda yarışa girmiş haldeler. Buradan hareketle, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Libya’da yaşanan krizin ortaya çıkışı ve gelişimini, son gelişmeler ışığında Libya’nın uluslararası deniz hukuku kapsamındaki haklarını bağlamında ele almamız gerekiyor.

- Libya krizinin gelişimi

Libya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin geçirmiş olduğu Arap (Son)baharı sürecinden en derinden etkilenen ülkelerden biri. 2011 yılının Ocak ayında başlayan Kaddafi karşıtı gösteriler hızla ülke geneline yayılmış ve mevcut yönetimin göstericilere karşı takındığı sert tavırdan dolayı önce kendisine destek veren kabileleri, takip eden süreçte ilk olarak ülkenin batısını, ardından da genelini kaybetmesine ve iktidardan düşmesine sebep olmuştu. Kaddafi’nin 42 yıllık iktidarının ardından trajik bir şekilde öldürülmesinin hemen öncesinde kurulan Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) bürokratların, askerlerin, kabilelerin ve dini cemaatlerin katılımıyla ülkenin meşru yönetimini oluşturmuştu.

Libya’nın kabile ve aşiretlerin güçlü olduğu toplumsal yapısı merkezden yönetimi zorlaştırıyor. Dolayısıyla günümüzdeki krizin aşılamamasının temelinde de siyasi ve ekonomik güç paylaşımının sorununun çözülememesi yatıyor. Bununla birlikte, Kaddafi’nin düşürülmesi sırasında bir araya gelen milis güçler devrim sonrasında mevcut durumlarını güçlendirmişlerdi. Geçiş sürecinde ülke dışında bulunan Müslüman Kardeşler grubunun ülkeye geri dönmesi ve öne çıkması, ülkenin marjinalleşmesini istemeyen gruplar tarafından engellenmek istenmiş ve iç çatışmanın önü açılmıştı.

Libya’da 2012 yılının Temmuz ayında gerçekleştirilen ilk genel seçimleri kazanan Mahmud Cibril’in başkanlığında kurulan Adalet ve İnşa Partisi parlamentoda çoğunluğu sağlayamadığı için kurulan koalisyonda, liberal olarak tanınan Ali Zeydan başkan olarak seçilmişti. Ancak bu süreçte ülkedeki kutuplaşma artarak devam etmiş ve siyasi istikrarsızlık ülkedeki güvensizlik ortamının devamına sebep olmuştu. UGK söz konusu süreçte, özellikle ülkenin güneyinde bulunan ve tarihi statüleri nedeniyle stratejik noktaları elinde bulunduran aşiretlerin kendi aralarında çatışmalarına karşı güç kullanabileceğini deklare ettiği sırada, Eylül 2012’de, ABD Büyükelçisi John Christopher Stevens’ın ve üç büyükelçilik çalışanının öldürülmesiyle ülkenin metropollerinde de karışıklıklar yükselişe geçmişti.
ÖNE ÇIKAN VİDEO

Arap (Son)baharı sürecinin Suriye ve Mısır’da uluslararası güçlerin müdahaleleri sonucunda farklı bir boyut kazanmasıyla, istikrarsızlığın giderek arttığı Libya’da kriz derinleşmişti. 2013 yılında demokratik seçimlerle Mısır’da iktidara gelen Mursi’ye karşı gerçekleştirilen darbeye İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başta olmak üzere bazı Körfez ülkelerinin ve Batılı ülkelerin destek vermesiyle yaşanan güç değişiminin siyasi yansımaları Libya’da da hissedilmişti.

- Hafter sonrası bir Libya mümkün mü?

2011 yılında NATO kapsamında gerçekleştirilen askeri müdahaleyle ülkedeki aşiretlerin hâkimiyeti önemli ölçüde kırılmış olsa da, gruplar arası ilişkiler daha da karmaşık bir hal almıştı. 2014 yılında “Onur Operasyonu” ile darbe girişiminde bulunan Halife Hafter, ülkedeki dini gruplardan rahatsızlık duyan ve siyaset sahnesine çıkmak isteyen oluşumlar ve ülkenin petrol kaynakları üzerindeki menfaatlerini gözeten bazı uluslararası güçler tarafından desteklenmişti.

1978-81 yılları arasında gerçekleşen Libya-Çad savaşında esir düşen Halife Hafter ABD ordusunun yardımıyla kurtarılmıştı. Takip eden süreçte kendisine sığınma hakkı tanıyan ABD’ye yerleşen Hafter, Libya’da Kaddafi’ye karşı faaliyetler yürütmesiyle tanınmış, fakat CIA ajanı olması şüphesiyle hem Kaddafi yanlıları hem de karşıtları ona mesafeli durmuştu. Kaddafi’ye karşı ayaklanmaların başladığı 2011 yılında Libya’ya dönen Hafter, Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Libya Milli Meclisi tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmıştı. 2013 yılında yayınladığı muhtırayla Libya Ulusal Meclisi’ni feshettiğini açıklayan Hafter, 2014 yılındaki “Onur Operasyonu” ile Bingazi’yi ele geçirerek ülkedeki karışıklığa çetrefilli yeni bir boyut kazandırmıştı. Hafter pek çok Batılı devletin ve onların vekil güçlerinin (BAE, Suudi Arabistan ve Mısır) siyasi ve askeri desteğini arkasına alarak ilerlemektedir.

Mevcut durumda Libya’da, bir tarafta Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti, diğer tarafta ise Hafter’in başında olduğu Tobruk merkezli Libya Ulusal Ordusu olmak üzere iki farklı yapı ve bunlara bağlı olan, küresel ve bölgesel güçler tarafından desteklenen vekil güçler yer alıyor. ABD, Rusya, Fransa ve İtalya, ülkedeki DAEŞ gibi tedhiş hareketleriyle mücadele etmesinden dolayı Hafter’e desteğini açıklamakta ve her iki tarafla da temas halindedir. BAE-Suudi Arabistan-Mısır üçlüsü Hafter güçlerini koşulsuz desteklerken Türkiye-Katar bloku ise BM tarafından meşru kabul edilen Trablus hükümetini desteklemektedir.

General Hafter’in 2019 yılının Nisan ayında Trablus’u ele geçirmek amacıyla başlattığı operasyon, Türkiye’nin de Trablus hükümetine verdiği destekle başarısız olmuştu. Trablus hükümetinin ele geçirdiği bölgelerde, Fransa tarafından Hafter ordusuna verildiği anlaşılan ABD menşeli anti-tank füzeleri tespit edilmişti. Fransa’nın BM’nin ilan ettiği Libya’ya silah ambargosunu ihlal ettiği görülmüştü. Fransa tarafından yapılan açıklamada ise söz konusu silahların kullanılamaz halde oldukları, imha edilmeleri gerektiği ve 2011 devriminden sonra Libya’daki Fransız askerlerini korumak amacıyla gönderildiği savunulmuş, fakat söz konusu silahların Hafter güçlerinin eline nasıl geçtiği açıklanamamıştı.

Libya’da süren bu krizi çözebilmek adına BM’nin ve komşu ülkelerin girişimleriyle barış görüşmeleri başlatılmış ve iç ihtilafı bitirmek ve ulusal birliği sağlamak amacıyla 2015 yılında “Fas Anlaşması” imzalanmıştı. Bu anlaşma, Tobruk’ta bulunan Temsilciler Meclisi’nin Yasama Konseyi olarak kabul edilerek ülkenin siyasi yapısının yeniden inşa edilmesini öngörüyordu. Takip eden süreçte, tarafların bir araya gelmesini sağlayan Fransa, İtalya ve BAE’nin çabaları da mevcut durumda barışın tesisi adına yetersiz kalmış ve kaos içinden çıkılmaz bir hale bürünmüştür. Nitekim (İtalya hariç) sayılan güçlerin arkasında durduğu Hafter’in binlerce insanının ölümüne, on binlercesinin de yaralanmasına yol açmış olduğu düşünüldüğünde, söz konusu çağrıları yapan uluslararası güçlerin samimi olmadıkları, dolayısıyla barışın tesisinde yetersiz kalacakları aşikardır.

- Doğu Akdeniz düğümünde Libya’nın önemi

Libya tarih ve coğrafya açısından Türk dış politikası için önemli bir “sevkü’l-ceyş” (strateji) noktasıdır. Unutulmamalıdır ki Osmanlı’nın parçalanma süreci Doğu Akdeniz hakimiyetini yitirmesiyle başlamıştı. Fakat Osmanlı döneminden bugüne, Libya’nın iç bölgelerinde varlıklarını sürdüren kabilevî unsurlarla Türkiye’nin sıkı bağları devam etmekte ve bu bağlamda Türkiye Libya’daki güçlü konumunu halen korumaktadır.

Günümüzde Doğu Akdeniz’de yaşanan mücadelede Libya, kıyıdaşlık anlaşması imzalanarak Yunanistan’a ve bölgedeki Türkiye karşıtı ittifaka karşı güçlü durulmasından dolayı önemli unsurlardan biridir. Türkiye’nin Libya ile kıyıdaşlık anlaşması girişimi Kaddafi’nin iktidarda olduğu dönemde gündeme gelmiş ve ilgili birimler, Yunanistan’ın Girit adası üzerinden planladığı girişimler hakkında uyarılmıştı. Fakat Kaddafi’nin devrilmesinden sonraki süreçte yaşanan kaos ve oluşan güç boşluğundan (Halife Hafter’in “Onur Operasyonu” konjonktüründe) faydalanan Yunanistan, uluslararası deniz hukukuna aykırı bir şekilde, tek taraflı olarak Girit adasında 39 bin kilometre karasuyu ilan etmiş ve Libya’nın haklarını gasp etmiştir. Bu bağlamda Türkiye, söz konusu girişime karşı çıkmakta ve hem Libya’nın hem de kendisinin haklarını savunarak kıyıdaşlık anlaşmasını yeniden gündeme getirmektedir.

Buradan hareketle Türkiye’nin Libya ile varacağı kıyıdaşlık anlaşmasının iki temel sonucu olacaktır: Birincisi, Doğu Akdeniz’de oluşan Türkiye karşıtı ittifaka karşı Libya ile birlikte hareket edilerek daha güçlü bir hareket alanının oluşması temin edilecektir. İkincisi ise Yunanistan’ın Girit adasını kullanarak tek taraflı olarak ilan ettiği 39 bin kilometrelik karasuları üzerinden Doğu Akdeniz’den çıkarılan doğalgazın Avrupa pazarına taşınması planına set çekilecektir. Bu planın Türkiye’nin ve Libya’nın haklarını ve kazanımlarını gasp etmeyi amaçladığı apaçık ortadadır.

- Türkiye-Libya ilişkileri

Türkiye yakın ilişkiler kurduğu Libya’nın devrik lideri Kaddafi’ye karşı dış müdahalenin Libya toplumunun geleceği için olumsuz sonuçlar doğuracağını belirtmiş, Irak ve Afganistan örneklerini hatırlatmış, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sürecinde yaşanan ABD ambargosuna rağmen Kaddafi liderliğindeki Libya’nın kendisini desteklemesinden kaynaklanan bir vefa duygusuyla hareket etmiştir. Fakat Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) arka arkaya aldığı “Koruma Sorumluluğu” kararlarının uluslararası hukuk yönünden doğurduğu bağlayıcılıktan dolayı, alınan kararları uygulamak durumunda kalmıştır. BMGK kararlarından hemen sonra ABD, Fransa ve İngiltere’nin başlattığı askeri operasyonların ertesinde Türkiye’nin gündemi, müdahalenin yapılış şekli, Libya’daki Türklerin güvenle tahliye edilmesi ve ülkede ivedilikle barış ve huzurun tesis edilmesi olmuştur.

Onur Operasyonu’ndan bu yana hızlı ilerleyişini sürdüren Hafter güçleri geçtiğimiz günlerde Trablus operasyonu kapsamında Tacura’da göçmenlerin bulunduğu bir barınma merkezine yaptığı saldırıyla onlarca sivilin ölümüne yol açarak insanlık suçu işlemiş, BM, Türkiye ve Avrupa Birliği’nin sert tepkisi ise gecikmemiştir. Trablus hükümetinin Hafter’e karşı Garyan kentinde kazandığı zaferin ardından, Beni Velid’i işgal ederek Trablus’u hedef alacağı operasyonda bir sıçrama tahtası olarak kullanacağı anlaşılan Hafter güçleri, ülkedeki krizi tırmandıran unsur olarak görülmeli ve uluslararası toplum harekete geçirilerek bu insanlık suçunun önüne geçilmelidir. Bu bağlamda Türk diplomasisi Libya’nın huzur ve barışında öncü bir rol oynayabilir.

Türkiye bugün Libya’da BM tarafından tanınan Trablus hükümetini Libya halkının tek temsilcisi olarak görüyor. Sahadaki durum ise iki parçalı; arkasına Batı’nın tüm gizli unsurlarının desteğini alan Hafter’in öne çıktığı görülüyor. Hafter’in komutasındaki Libya Ulusal Ordusu Libya’nın geniş bir bölümünde hâkimiyet kurmuş izlenimi verse de pratikte durum öyle değildir. Çünkü Libya’ya hâkim olabilmek için Trablus’a ve iç bölgelerdeki çöllerde yaşamlarını sürdüren kabilevî unsurlara hâkim olmak gerekiyor. Bu gerçekleri göz önüne alarak Türkiye, pragmatist ve realist geleneksel dış politika arka planını doğru okuyarak, Libya’nın tüm unsurlarına karşı çok yönlü diplomasi perspektifiyle yaklaşabilir ve diplomatik kanalları daha etkin kullanabilir.

[Politik ekonomi ve Sudan özelinde Afrika konularında yoğunlaşan Kaan Devecioğlu çalışmalarını Afrika Araştırmacıları Derneği’nde (AFAM) sürdürmektedir]

"Görüş" başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23