• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

ANALİZ - Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde seçimler ve iktidar mücadelesi

Yeniakit Publisher
2019-01-23 13:16:16 -
ANALİZ - Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde seçimler ve iktidar mücadelesi

ABD’nin seçimler bahanesiyle Kongo’ya asker göndermesi, Fransa'nın Katolik Kilisesi ile iş birliğine gitmesi, ülkeyi dış müdahalelere açık bir konuma getiriyor - Yüz ölçümü ve nüfusu açısından Afrika’nın önemli bir ülkesi olan Kongo, aynı zamanda elmas, bakır, çinko rezervleri açısından zengin. Bu da Fransa ve Belçika gibi devletlerin Kongo’yu bir müdahale ve nüfuz alanı olarak belirlemesine yol açıyor - Fransa'dan seçim sonrası gelen açıklamalar, yürüttüğü dış politika çerçevesinde Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ne müdahil olmak ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek istediğinin bir göstergesi - ABD’nin büyükelçiliğini koruma bahanesiyle Gabon üzerinden askerlerini sevketmesi, Sahraaltı Afrika’daki etkinliğini kaybetmek istemediğinin ve bölgenin önümüzdeki dönem boyunca küresel rekabetin bir alanı hâline gelebileceğinin açık bir göstergesi - Kaldı ki bu durumu, geçtiğimiz günlerde Gabon’da meydana gelen askerî darbe teşebbüsüyle birlikte okumak daha doğru olur

İSTANBUL (AA) -TUĞRUL OĞUZHAN YILMAZ- Kongo Demokratik Cumhuriyeti uzun yıllar maruz kaldığı sömürgeciliğin izlerini silebilmek için epey ağır bedeller ödemek zorunda kaldı. Ülkenin bağımsızlık mücadelesinin lideri ve eski başbakanı olan Patrice Lumumba, sömürgeciliğe karşı mücadelede önemli bir politik figür olarak öne çıkmıştı. Lumumba’nın sosyalist oluşu, dönemin Soğuk Savaş şartlarında SSCB ve Çin etkisinin sosyalizm üzerinden Sahraaltı Afrika’da yayılmasını istemeyen Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) de rahatsız ediyordu. Ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden Lumumba, sömürgeciliğe karşı direnişinin yanı sıra temel hak ve özgürlükler, demokrasi ve insan hakları için de mücadeleye girişmiş, fakat insanlık dışı bir şekilde öldürülmesiyle söz konusu demokratik mücadele kesintiye uğramıştı. ABD ve Belçika’nın işbirliğiyle ve sömürgecilerle işbirliği yapan Kongoluların ortak hareketiyle alaşağı edilerek katledilen Lumumba’nın yerine 1965 yılında bir askerî darbeyle gelen General Mobutu Sese Seko iktidarı devraldıktan sonra, 32 yıl boyunca otokratik bir idare tarzı benimsemişti.

General Mobutu’nun 32 yıl boyunca sahip olduğu siyasî iktidar, Kongo halkını ciddi anlamda yıpratmıştı. Mobutu’nun ülke üzerinde gerçekleştirdiği keyfi uygulamalar ve baskıcı yönetim, Lumumba’nın siyasî takipçilerini Mobutu iktidarına karşı mücadeleye sevk etmişti. Kendisini bir Maocu olarak tanımlayan Laurent-Désiré Kabila ve taraftarları Mobutu’ya karşı bir mücadele başlatmıştı. Fakat taraflar arasındaki çatışmalar ve çatışma sonrası siyasî ortam iç savaşa sebep olmuştu. General Mobutu’nun devrilmesiyle birlikte başlayan iç savaş, 1996-1997 yılları arasında devam etmiş ve çok sayıda Kongolu iç savaş sırasında hayatını kaybetmişti.

Kabila göreve geldikten sonra ülkedeki mevcut yabancı misyonları, diplomatlar, danışmanlar, askerler ve mülteciler de dahil olmak üzere ülke dışına çıkarmak istemişti. Ruanda’dan mülteci olarak gelmiş olan Tutsiler bu duruma tepki gösterince, Ruanda bu durumu fırsat bilerek harekete geçmiş ve siyasî olaylara müdahil olmuştu. Tutsilerin çıkardığı isyanların büyümesi sebebiyle harekete geçen Ruanda, Burundi ve Uganda’yı da yanına alarak bir koalisyon oluşturmuş ve siyasî kutuplaşma sürecini başlamıştı. Angola, Zimbabve, Namibya, Mali, Libya, Çad gibi Afrika’daki sosyalist idareye yakın devletlerin de Kongo’ya destek vermesi üzerine, “Afrika’nın Dünya Savaşı” veya “Büyük Afrika Savaşı” olarak adlandırılan bir iç savaş daha Kongo’da başlamıştı. 1998-2003 yılları arasında devam eden iç savaş sırasında milyonlarca insan ölmüş, binlerce tecavüz ve yağmalama vakası yaşanmış ve çocuk askerler cepheye sürülmüştü. Sömürgeciliğin ve büyük devletlerin siyasî rekabetleri sonucunda büyük acılar çeken Kongo halkı arzu ettiği demokrasiye yine kavuşamamıştı. 2001’de Kabila’nın bir suikast sonucunda hayatını kaybetmesi üzerine oğlu Joseph Kabila iktidarı devralmıştı.

28 Kasım 2011’deki seçimlerde oyların yüzde 48,9’unu alan Joseph Kabila ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilmişti. Anayasa’ya göre 27 Kasım 2016’da gerçekleştirilmesi gereken seçimler ertelenmiş, bu durum muhalefette huzursuzluk oluşturmuştu. Anayasa Mahkemesi’nin seçimler düzenlenene kadar Kabila’nın görevine devam edebileceğine hükmetmiş, fakat muhalefet bu duruma sert tepki göstermişti. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde Afrika Birliği’nin arabuluculuk görevini yerine getiren Togo’nun eski başbakanı Edem Kodjo’nun girişimleriyle iktidar ve muhalefet arasında çeşitli görüşmeler gerçekleştirilmiş olsa da ciddi bir sonuç alınamamıştı.

Seçim kurulunun açıklamaları doğrultusunda 2016’da gerçekleştirilmesi gereken seçimler 2018’e ertelenince, başkent Kinşasa’da başlayan Kabila karşıtı protesto gösterileri diğer şehirlere de sıçramıştı. Protesto gösterilerinin şiddet olaylarına dönüşmesiyle devreye giren Kodjo’nun girişimleriyle başlatılan “ulusal diyalog” sayesinde 18 Ekim 2016’da bir anlaşma imzalanmış ve anlaşma uyarınca muhalefete mensup Samy Ntita Badibanga 17 Kasım 2016’da başbakan olarak görevlendirilmişti. Bu durum olayları yatıştırmış ve gerginlikleri azaltmıştı; 19 Kasım 2016’da muhalefetin çağrısıyla yapılan gösteriler, sönük ve olaysız geçmişti. Kabila’nın görev süresinin dolduğu 19 Aralık ve izleyen günlerde yaşanan olaylar da korkulduğu kadar şiddetli olmamıştı.
ÖNE ÇIKAN VİDEO

18 Ekim 2016’da iktidar bloğu Majorité Presidentielle (MP) ile muhalefetin bir kısmı arasında yapılan anlaşma kapsamında görevlendirilen Başbakan Badibanga, 20 Aralık 2016’da 45 kişiden oluşan ve muhalefetten isimlerin de yer aldığı yeni hükümeti ilan etmişti. Söz konusu süreçte iktidar bloğuyla muhalefet arasında Kongo Demokratik Cumhuriyeti Piskoposları Ulusal Konferansı (CENCO) arabuluculuğunda gerçekleştirilen müzakereler 31 Aralık 2016’da tamamlanmıştı. Söz konusu görüşmeler kapsamında iktidarla muhalefet arasında yeni bir anlaşma imzalanmış ve bu anlaşmayla, 9 Aralık’ta görev süresi biten Cumhurbaşkanı Kabila’nın geçiş süreci boyunca Cumhurbaşkanı olarak kalması, yeni seçimlerin Aralık 2017’de gerçekleştirilmesi ve seçimlerin ardından Kabila’nın görevi yeni cumhurbaşkanına bırakması kararlaştırılmıştı. Yine söz konusu anlaşmaya göre, Kabila’nın geçiş süreci boyunca yerine getireceği cumhurbaşkanlığı görevi, üçüncü dönem cumhurbaşkanlığı olarak nitelendirilmeyecekti.

Ülkedeki mevcut terör ve güvenlik sorunları ve siyasî istikrarsızlık sebebiyle seçim gerçekleştirilmemiş ve tekrar ertelenmişti. Yüksek Seçim Kurulu’nun açıklamaları doğrultusunda 23 Aralık 2018’de yapılması öngörülen seçimler, geçtiğimiz günlerde ancak gerçekleştirildi.

30 Aralık 2018’de gerçekleştirilen seçimler sonucunda, ana muhalefet partisi Demokrasi ve Sosyal İlerleme Birliği’nin (UDPS) adayı Félix Tshisekedi oyların yüzde 38,57’sini alarak cumhurbaşkanı seçildi. Bu sayede 2016’dan bu yana ertelenen seçimler gerçekleştirilmiş ve 1960’tan bu yana ilk kez demokratik yöntem benimsenmiş oldu. Ulusal Seçim Komisyonu’nun başkanı Kornay Nanga’nın açıklamalarına göre seçime katılım oranı yüzde 47,56 oldu. İktidarın adayı Emmanuel Ramazani Shadary yüzde 23,8, diğer muhalefet partilerinin çatı adayı olarak nitelendirebileceğimiz Martin Fayulu ise yüzde 35,2 oranında oy aldılar.

Oy oranlarının birbirine yakınlığı ve uluslararası kamuoyunun açıklamaları nedeniyle, seçimlerin şaibeli olduğuna dair çeşitli iddialar öne sürülüyor. Açıklanan seçim sonuçlarının 15 Ocak 2019’a kadar Anayasa Mahkemesi tarafından teyit edilmesi beklenirken, diğer yandan seçimlerin Mart 2019’a ertelendiği Beni, Butembo ve Yumbi kentlerinden gelecek oyların seçim sonuçlarını değiştirme ihtimali tartışılıyor. Açıklanan seçim sonuçlarına başta CENO olmak üzere birçok kuruluştan çeşitli itirazlar geldi. 10 Ocak’ta “yoklama ve sayma istasyonlarında bulunan gözlemcilerin aktardığı rakamlarla açıklanan verilerin uymadığını” duyuran CENO, seçimlerin şüpheli olduğu yolunda açıklamalarda bulundu.

Ülkenin en güvenilir kurumu olduğu iddia edilen Katolik Kilisesi, batılı basın kuruluşları tarafından ülkenin yüzde 40’ının temsilcisi olarak nitelendiriliyor. Kiliseye bağlı olarak seçimlerde görev alan –ve sayıları 40 bini bulan– gözlemciler, seçimlerde bir düzensizliğin olduğunu ifade etmiş ve seçim sonuçlarının beklenen sürede açıklanmamasının şüphelere yol açtığını belirtmişlerdi. BBC’nin ise seçim sonuçları açıklanmadan önce, Kabila yönetiminin muhalif kanallardan biri olan Radio France International’e yönelik bir yayın yasağı getirdiğini ve sandıkların yüzde 20’sinin geç açıldığını öne sürmüştü. Afrika Birliği ve Güney Afrika Kalkınma Topluluğu’na mensup gözlemciler ise “sürecin iyi yönetildiğini” söylemişlerdi. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından başkent Kinşasa’da protesto gösterileri meydana gelmiş ve 6 kişi ölmüştü. Kikwit şehrinde sokaklara dökülen halk üç polis karakolunu ve bir mahkeme binasını ateşe vermiş, çatışalar sırasında 2 sivil ve 2 polis hayatını kaybetmişti.

Fransa tarafından desteklendiği bilinen muhalif adaylardan Martin Fayulu, düzenlediği basın toplantısında “Sonuçların oy sandıklarındaki gerçek sonuçlarla hiçbir ilgisi olmadığını” savunmuştu. Seçim sonuçlarına itiraz eden ve bunun bir “seçim darbesi” olduğunu ifade eden Fayulu, “durumun anlaşılmaz olduğunu” vurgulayarak “Kongo halkının zaferinin çalındığını” söylemiş ve “Halk hiçbir zaman zafer hırsızlarını kabul etmeyecek” demişti. Bu süreçte Kilise’nin de benzer açıklamalarda bulunması, Fransa tarafından açık bir şekilde desteklenen Fayulu için oldukça önemli. Seçimin asıl kazananının Fayulu olduğunu belirten Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian yaptığı basın açıklamasında “Açıklanan sonuçlar burada ve orada kaydedilen gerçek sonuçlarla eşleşmiyor gibi görünüyor. CENO tamamen farklı sonuçlar açıkladı” diyerek Fayulu ve Kilise’ye destek vermişti. Le Drian “Sakin kalmalı, çatışmalardan kaçınmalı ve öngördüğümüze aykırı olan sonuçlarda somut olmalıyız. İşler doğru yolda ilerlemiyor; çünkü seçimlerin kazananı Fayulu’dur” diyerek “Paris’in Afrika ülkeleri ve Afrikalı örgütlerin liderlerinin sayesinde seçimlerin gerçek sonuçlarına ulaşabileceği yönündeki umutlarını” dile getirmiş ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin iç işlerine karışmaya kalkışmıştı. Bu durum Kongo halkının Fransa’ya ciddi anlamda tepki göstermesine sebep olmuştu. Seçimin kazananı Tshisekedi ise “Bugün onu rakip olarak değil, ülkemizdeki demokratik yolda bir ortak olarak görmeliyiz. Bugün Kongo halkı için mutluyum. Herkes bu sürecin çatışma ve şiddete yol açacağını düşünüyordu” diyerek sürecin bir tür çatışma ortamına evrilmemesi için yatıştırıcı açıklamalarda bulunmuştu.

Desteklediği aday seçimi kaybedince Fransa “barışçıl (!) bir çözüme” ulaşılması gerektiğini dile getirmişti: “Seçim sonuçlarına itiraz edilmesi Demokratik Kongo Cumhuriyeti için fırtınalı geçecek haftalar anlamına gelecektir ki bu, yeraltı kaynaklarına borçlu olduğu muazzam bir zenginlik potansiyeline rağmen, onlarca yıldır savaş, yağma ve ihmal mağduru olan ülkenin ihtiyacı olan son şey. Başta Katolik inanca sahip kesim olmak üzere halkın gösterdiği cesur baskıyla Joseph Kabila iktidarını bırakmak zorunda kaldı. [...] Yerine gelmesini istediği ardılını da seçmen reddetti. Şimdi seçimin gerçek sonuçları ortaya çıkmak zorunda. Hem de barışçıl yürütülen bir itiraz süreci çerçevesinde.”

Fransız resmî makamlarının söz konusu açıklamaları, Fransa’nın yürüttüğü dış politika çerçevesinde Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ne müdahil olmak ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek istediğinin açık bir göstergesi. Aynı şekilde Belçikalı gazeteci ve Afrika uzmanı Walter Zinzen de De Standaard’taki köşe yazısında “hayal kırıklığını” dile getirmiş ve bir anlamda Belçika’nın da Tshisekedi’nin başarısından duyduğu rahatsızlığı ifade etmişti: “Ana muhalefet partisi adayı Felix Tshisekedi gerçek gücü olmayan bir cumhurbaşkanı olacak. Parlamentoda çoğunlukta değil çünkü [...] Daha da önemlisi, güvenlik güçleri üzerinde hiç bir nüfuzu yok. Ordu, üç ayrı istihbarat örgütü, emniyet teşkilatı ve yargı Kabila’nın yandaşlarıyla dolup taşıyor. Onların gerçek lideri hâlâ Kabila [...] Aynı şey 22 vilayet valisi için de geçerli [...] Kabila hiç pes etmiş gibi görünmüyor. Maddi çıkarları çok büyük çünkü [...] Haydutça zenginleşmeye devam etmek zorunda. Cumhurbaşkanlığı sarayında oturanın adının Joseph Kabila olmaması, bu gerçeği değiştirmeyecek”.

Fransa ve Belçika’nın bölgede etkinlik kurma çabalarına karşı ABD de harekete geçmiş ve Kongo’daki olası şiddet olaylarına binaen 80 askerini Gabon’da konuşlandırmıştı. Afrika’da etkinliğini kaybetmek isteyen ABD, Kongo’daki seçimlerden sonra meydana gelen güvenlik sorunları ve istikrarsızlığı bir fırsat olarak görmüş ve bu durumu kendi lehine kullanabilmek adına bölgedeki büyükelçiliğini koruma bahanesiyle askerlerini sevk etmişti. ABD’nin bu politikası, Sahraaltı Afrika’daki etkinliğini kaybetmek istemediğinin ve bölgenin önümüzdeki dönem boyunca küresel rekabetin bir alanı hâline gelebileceğinin açık bir göstergesi. Kaldı ki bu durumu, geçtiğimiz günlerde Gabon’da meydana gelen askerî darbe teşebbüsüyle birlikte okumak gerekir.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti ciddi siyasî ve ekonomik sorunlarla boğuşan ve yoksulluk çeken Afrika ülkelerinden biri olmasına rağmen, yüz ölçümü ve nüfusu açısından Afrika’nın önemli bir ülkesidir. Aynı zamanda elmas, bakır, çinko rezervleri açısından zengin bir ülke olması da, Fransa ve Belçika gibi devletlerin Kongo’yu bir müdahale, etki ve nüfuz alanı olarak belirlemesine yol açmaktadır. Kongo’daki etkinliğini sürdürmek isteyen Fransa’nın Katolik kilisesiyle işbirliğine gittiği ilgili haberlerden anlaşılmaktadır. Yine haberlere göre, Belçikalıların eski sömürgelerindeki etkinliklerini Fransa’ya kaptırmak istemediği de anlaşılmaktadır. Bu noktada ABD’nin de seçimler bahanesiyle Kongo’ya asker göndermiş olması, ülkeyi dış müdahaleye daha da açık bir konuma getirmekte ve bölge üzerinde batılı devletlerin etki ve nüfuz rekabetini artırmaktadır.

[Tuğrul Oğuzhan Yılmaz Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi’nde (AKEM) araştırmacı olarak çalışmaktadır]

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23