Dolayısıyla müslüman, dînî ve dünyevî hususlarda yakınlarına faydalı olmak ve hayırlı işlerde onlardan istifâde edebilmek için akrabâlık bağlarını devâm ettirmeli ve “sıla-i rahim” vazifesini hiçbir zaman ihmâl etmemelidir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “…Akrabâlık haklarına riâyetsizlikten sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (en-Nisâ, 1) “…Anaya, babaya, akrabâya… iyi davranın…” (en-Nisâ, 36) Cenâb-ı Hak, “rahim” diye adlandırılan akrabâlık bağına, Rahmân ism-i şerîfinden türeyen bir isim vermiş ve: “…Ona riâyet edene Ben de iyilik ve ihsanda bulunurum. Onu koparanı da lutuf ve merhametimden mahrum bırakırım.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Zekât, 45/1694) Demek ki akrabâlarla münâsebetler, Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân sıfatının bir tecellîsi olarak merhamet ve şefkat temelleri üzerinde binâ edilmelidir. Şu hadîs-i şerîf bu hususta mühim bir ölçü tâlim etmektedir: “Akrabâsının yaptığı iyiliğe aynıyla karşılık veren, onları koruyup gözetmiş sayılmaz. Akrabâyı koruyup gözeten kişi, kendisiyle alâkayı kestikleri zaman bile, onlara iyilik etmeye devâm edendir.” (Buhârî, Edeb, 15; Ebû Dâvûd, Zekât, 45; Tirmizî, Birr, 10) Bir sahâbî, fazîletli amellerin ne olduğunu sorduğunda, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisiyle alâkayı kesen akrabâlarıyla görüşmeye devâm etmenin, pek kıymetli davranışlardan biri olduğunu beyân etmiştir. (Ahmed, IV, 148, 158) Diğer taraftan, sıla-i rahimde bulunmak, doğrudan îmanla alâkalı bir hâdisedir. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “…Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kimse, akrabâsına iyilik etsin!..” buyurmuştur.(Buhârî, Edeb, 85; Müslim, Îmân, 74, 75)