• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Yürek pusulamızı doğru ayarlamak lâzım

26 Temmuz 2017
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Yorgun, ufuksuz ve umutsuz mektuplar çoğaldı...

Zaten araştırmalar, dünyanın en mutsuz toplumlarından biri olduğumuzu gösteriyor...

Sorunlar yoğun. Yoğun sorunların altında eziliyoruz...

Çünkü çözüm üretemiyoruz. Daha doğrusu “çözüm üretmek” gibi bir alışkanlığımız yok...

Öyle bir eğitimimiz yok...

Tabii öyle bir çabamız da yok. 

Biz genelde sorun üretir, çözüm üretmeyiz...

Doğal olarak sorunlara tıkanıp kalırız.

Kukumav kuşu gibi düşünür, yine de çıkış bulamayız...

O zaman da umutsuzluğa kendimizi kaptırır, mutsuz oluruz.

Bunu bile bile, yine hiç bir konuda umutsuzluğa düşmemek gerektiğini söyleyeceğim!

Umutsuzluk kertesinde yüreklerinizi yeniden yapılandırıp dirilin diyeceğim.

Ayrıca hayallerinizi, ufkunuzu ve düşüncelerinizi Türkiye ile sınırlı tutmayın. Daha geniş, daha kapsamlı ve daha dinamik düşünmeyi deneyin...

Güçlüklerinizi abartıp ufkunuzu karartmayın: Bilin ve inanın ki, bugünler de geçecek...

Zorlukların üstesinden bir şekilde gelinecek. 

Ne bugün boğuştuğunuz özel sorunlarınızdan eser kalacak, ne başörtüsü baskısından, ne diğer antidemokratik dayatmalardan...

Kişisel sorunlar mutlaka aşılacak!

Toplumsal çapta sorunlara gelince: Zaman içinde onlar da aşılacak merak etmeyin. Çünkü toplumların “toplum mühendisliği” ile değişmeyeceğini, zaman içinde herkes öğrenecek. Zaman herkese öğretecek bunu...

Bugün baskıyla toplumu değiştireceklerini, değiştirip kendilerine benzeteceklerini zannedenler o gün geldiğinde yanıldıklarını anlayacaklar.

Şunu görecekler ki, toplum, kendisini zorla değiştirmek isteyenleri ya değiştirip kendine benzetmiş, ya da eline fırsat geçer geçmez tasfiye etmiştir. 

Beşer tarihi bunun açık örnekleriyle doludur. En açık ve yakın örnek ise eski parti liderleridir.

Sosyolojik bir realite olarak şundan emin olalım ki, bazı sıkıntılar yüzünden, kimlik ve kişilik sahibi hiç kimse inançlarını feda etmez...

Kimlik ve kişilik sahibi hiç kimse baskıyla düşüncelerini değiştirmez. 

Kimlik ve kişilik sahibi hiç kimse inandığı gibi yaşamaktan vazgeçmez. 

Kimlik ve kişilik sahibi hiç kimse baskılara boyun eğmez. 

Herkes şunu iyi bilsin ki, Nemrut ateşinin bile yakamadığı Hazret-i İbrahim sabrı, “inanan insan” sabrıdır. Tarih imanlı ve kararlı insanların zafer destanıdır!

Hazret-i Yusuf kuyudan nasıl kurtulduysa...

Hazret-i Yunus balığın karnından nasıl kurtulduysa...

Hazret-i Musa Firavundan nasıl kurtulduysa...

Hazret-i Peygamber (hepsine selam olsun) Ebucehil’den nasıl kurtulduysa...

Mazlum milletlerle fertler her türlü baskı ve şiddetten öyle kurtulacaktır!

Zafere ulaşıp onu ruhumuzda hissetmenin tek yolu, öncelikle kendi nefsimizi ıslahtan geçer... 

Zira: “Kendini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez.” (Bediüzzaman)

Herkes kendi yüreğini temizlerse, toplum tertemiz olur. Herkes başkasının yüreğine hükmetmeye çalıştığı için kirlenme ayyuka çıkıyor. 

Ayrıca her şey “anormal”i “normal” gösterip kabul ettirmek üzere plânlanmış gibi...

Ekranlarda gördüklerimizi, gazetelerde, dergilerde okuduklarımızı ve çevremizde izlediklerimizi hatırlarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. 

Bunları sağlam ölçülerle yargılamayı beceremezsek, her yönden esen ters rüzgârlara kapılır, bilinmeyene doğru savrulur gideriz... 

En azından çoluk çoğumuzu batağa kaptırırız ki, beter bir hicrandır. Bunun örneklerine ailelerde bile çokça rastlıyoruz...

Aynı ailenin fertleri, öz kardeşler, hatta karı-koca ayrı istikametlere gidiyor... Tabiatıyla da aile yuvası huzur ortamından uzaklaşıp savaş alanına dönüşüyor. 

Bizim gibi, mânevî dünyasının üzerinden tank geçen (yabancılaşma/ yabancılaştırma) toplumlarda bu kabil çatışmalar, bir bakıma, kaçınılmazdır. Bu zorlukları yaşayacağız. Önemli olan zorluklara tıkanmamak, her yönden esen ters rüzgârlara kapılmamaktır... 

Bunun için de her gün imanımızı tazeleyecek, bize güç verip diri tutacak bir şeyler yapmak zorundayız. 

Unutmayalım ki bize değişik bir hayat düzeni dayatılıyor. Bir yandan, ar damarı çatlak sözde “sanatçı”lar, “nikâhsız beraberlik”lerini kutsallaştırıp tüm topluma dayatırken, öte yandan bir küçük azınlık, lezbiyenlik, travestilik gibi “anormal” sapmaları “normal” gibi göstermeye kalkışıyor. Toplumdan tepki gördüklerinde ise, “insan hakları” çığırtkanlığına soyunuyorlar. Garip ama pek çok yazardan da destek alıyorlar.

Başörtüsü baskısına “cumhuriyeti ve laikliği koruma” adına alkış tutanların cinsel sapmaları “insanlık adına” korumaya almaları bana hep manidar gözükmüştür.

Yine de tüm hezeyanların bir ömrü vardır: Hayat er ya da geç aslına döner. 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23