• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Türkçe bilmeyen “Türkçeci”, Türk olmayan “Türkçü”!

23 Temmuz 2018
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Adı: Agop… Soyadı: Martayan (Soyadı Kanunundan sonra Atatürk, “Dilaçar” soyadını vermiştir)…

Milliyeti: Ermeni… Uyruğu: Türkiye Cumhuriyeti… Mesleği: Öğretmen, gazeteci, dilci (derler)…

Robert Kolej’de İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Beyrut’ta bir Ermeni okulunun müdürlüğünü yaptı. Yine Beyrut’ta Ermenice yayınlanan Luys gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yürüttü… 

Atatürk’ün başkanlığında toplanan Birinci Türk Dil Konferansı’na davet edildi. Hemen sonra Türk Dil Kurumu’nun Genel Sekreterliğine getirildi.

Yeni Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi çalışmalarına katıldı. “Alfabe İnkılâbı”nda etkin rol üstlendi ve Türk Ansiklopedisi’nin hazırlanması çalışmalarında başdanışmanlık yaptı.

“Yeni Türk Tarih Tezi” dendiği zaman Türk tarihini değil, Etiler’i, Sümerler’i, Gagavuzlar’ı hatırlayacaksınız. Türk milletine bunlardan “yeni ecdad” uydurulmuş, Selçuklu ve Osmanlı tarihi ise tarih kitaplarından atılmıştı…

“Güneş Dil Teorisi” tamamen ilmilikten uzaktı: Tarihin ve dilin anasını ağlattı.

Ve bu işlerin başını işte bu Agop Martayan isimli Ermeni vatandaşımız çekiyordu. Cemil Meriç, “Haçlıların tek zaferi tarih kitaplarımızdır” diyor, Sayın Cumhurbaşkanımız, “Tarih kitaplarımız İngiliz mantığıyla yazıldı” diye yakınıyor: Elbet boşuna değil.

“Agop Dilaçar”ın zirveden gelen talimatla başlattığı “uydurukçacılık”, 80’li yıllarda, bazı politikacıların “olanak”lı, “olasılık”lı, “sözcük”lü, “imgeç”li, “tümleç”li, “sel”li ve dâhi “sal”  “tümce” (asla “cümle” değil)kurma merakı yüzünden bulaşıcı hastalık gibi yaygınlaştı…

Toplumu ileri hedeflere taşıması gereken bazı politikacılarla dili zenginleştirmeye çalışması gereken bazı dilbilimcilerin sırf ideolojik (solculuk) sebeplerle Türkçenin yapısını bozan kelimeler uydurmaya soyunmaları, “uydurukçacılık” sürecini tırmandırdı…

Bu da hem milletimiz, hem de Türkçemiz için büyük talihsizlik oldu.

Direndik: Ne var ki propagandanın etkisiyle estirilen rüzgâr sayesinde, yerleşik kelimeleri korumaya çalışanlar “gerici”, kelime uydurmacıları ise “ilerici” ilân edilmişti.

Çoğumuz bu rüzgârda savrulmamak için büyük bir çaba gösterdik.

Tabii yetmedi, çünkü medya ve siyaset büyük ölçüde “sol”un kontrolünde idi. Yüksek tirajlı gazetelere, reytingi yüksek televizyonlara ve entelektüel hayatı da kontrol edebilen bir siyaset ortamına sahip bulunmamanın bedelini çok ağır ödedik.

Pek çok yerleşik kelime bu fırtınada savruldu gitti. Türkçemiz gitgide kısırlaştı: Ruhunu, fonetiğini, rengini, ahengini yitirdi. 

Kelime kıtlığı insanı lâl eder. Kekeme yapar: Zaten kekeliyoruz. Günlük hayatta üç-beş bin kelime kullanmayan insanın, meramını doğru anlatması mümkün değil.

Ekranlardaki ve meydanlardaki amcalarla teyzeler belki de bu yüzden anlaşamıyorlar!

Kelime dağarcığı kısırlaşmış toplumda doğru düzgün şair ve hatip yetişmez. 

Yıllar sonra fark ettik ki, giden sadece birkaç bin kelime değil; kelimelerin arkasından kavramlar, kavramların arkasından insanlar ve fikirler kaybolmuş… 

Mesela “muallim” kelimesinin mantığında “muallî” (yücelten, yükselten)ve “muallâ” (yüksek, yüce, âli, makamı yüksek) “eğitici” vardı: O artık yalnızca öğreten bir “öğretmen” oldu.

Yarın “hoca”, “muallim” ve “öğretmen” arasında bir karşılaştırma yapalım…

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23