Osmanlı tıbbının temeli
Kendine iftira etmeye bayılan bir milletiz. Türklerin Avrupalılar kadar “temiz” olmadığı iftirasını da biz bize attık. Daha doğrusu, Avrupa’dan gelen bu iftiraya önce içimizdeki “Avrupacılar” dört elle sarıldı, zamanla hepimize sirayet etti.
Hâlbuki bu koca bir yalandır: Aslında Avrupalı “pis”, Türkler “temiz”dir!
Zaten taharetten haberi olmayan, malum yerlerini tıraş etmeyen insanın gerçek anlamda “temiz” olması imkânsızdır.
Türklerin “tertemiz” olduğunu eski Avrupalı gezginler de ifade ediyor. Meselâ dünyaca ünlü İtalyan yazar Edmondo de Amicis şöyle diyor:
“Türkler çok temizdir... Yüzler, eller, ayaklar tertemiz yıkanır, yamalı kıyafet pek az ve hele kirlisi hemen hiç yoktur...” (Constantinople, Paris, 1883).
M. de Thevenot ise aynı zamanda sağlıklı olduğumuzu yazıyor:
“Türkler çok yaşarlar ve az hasta olurlar... Öyle zannediyorum ki, Türklerin bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık hamama gitmeleri ve yiyip içmedeki itidalleridir. Çünkü az yemek yerler, Hıristiyanlar gibi karmakarışık şeyler yemezler, içki âlemleri yapmazlar ve daima idman yaparlar.” (Relation d’un voyage fait an Levant, Paris, 1665).
Eski Türk tıbbının üç temel esası var:
Beden ve çevre temizliği…
Az yemek (Biri kuşluk vakti, diğeri akşam ezanından önce olmak üzere günde iki öğün yemek yenir).
İçki-kumar, zina gibi yıpratıcı olumsuzluklardan uzak durmak…
Yüksek moral.
Birinci, ikinci ve üçüncü maddeler zaten İslâm’a dayalı hayatın, son madde ise devletine, milletine ve kendine güvenin yanı sıra, art niyetsiz sosyal ilişkilerin (komşuluk gibi) eseridir.
Malum: “Temizlik imandandır!”
1552 yılında Osmanlılara esir düşüp, üç yıl boyunca Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’nın yanında kalan İspanyol Pedro’nun kaleme aldığı “Kânunî Devrinde İstanbul” isimli kitabında şöyle bir tespit var:
“İspanya’da ömrü boyunca iki kere yıkanmış hiçbir kadın ve erkek göremezsiniz. Türkler ise sık sık yıkanırlar. Türk hamamlarında bol su harcanır. Dünyada İstanbul kadar çeşmesi olan hiçbir şehir yoktur, her sokakta muhakkak bir çeşmeye rastlanır.”
Türklerde “temizlik” dini bir vecibedir ve bu uğurda Osmanlılar bir “Su Medeniyeti” inşa etmiştir.
Bu durum sadece İspanya’ya has değil, o dönem Avrupa’sında geçerli bir yaşam biçimidir. Zaten o dönem Avrupa’sında, doktorlar banyo tavsiye etmedikçe, yıkanmanın sağlık açısından son derece zararlı olduğuna inanılır.
Dr. Jean de Renoe: “Sadece ellerinizi ve ayaklarınızı yıkamanızda bir mahzur yoktur; başa su sürmek, son derece tehlikelidir. Unutmamalıdır ki, başa sürülen su, her türlü derdin kaynağıdır.”
Theophrashe Renaudot şöyle yazıyor:
“Doktorlar tavsiye etmedikçe banyo yapmak sadece lüzumsuz bir hareket değil, tehlikelidir de... En büyük zararı da müstakbel annelerin karınlarındaki hayat meyvelerini yok etmesidir.”
XVI. yüzyılda Aziz Benedik: “Banyoya, ancak bazı zaruri durumlarda izin verilebilir...” demiş, Aziz Francis ise, “Yıkanmamış vücut dindarlığın işaretidir... Yıkanmayan Hıristiyan ‘iyi Hıristiyan’dır.”
Bu arada, İspanya Kraliçesi İzabel’in, biri doğumunda, diğeri gerdek gecesi olmak üzere, tüm hayatında iki kez yıkanmakla övündüğünü yazdığımı hatırlarsınız.
Şimdi onlar “temiz” bir “pis” mi oluyoruz?