Kudüs ve Bosna ruhbanlarına Fatih Fermanı
Okuyan herkes görecektir ki, Fatih Sultan Mehmed’in, “müjde şehir” İstanbul’u fethettikten sonra, Galata’da ikamet eden Cenevizlilere (yani Hıristiyanlara) hitaben yayınladığı fermanda (Amannâme), Peygamberî uygulamanın derin izleri var.
Fatih, bir inanç, bir felsefe sistemiyle “savaş”ırken bile o dinin, o felsefenin mensuplarını “insanlık” ekseninde kutsamakta, neye inanırlarsa inansınlar, nasıl düşünürlerse düşünsünler, nasıl giyinirlerse giyinsinler, “insan kimliği”ne “müsamaha” temelinde yaklaşmaktadır.
Bu tavır, Yunus’un “Yaradan”dan ötürü “yaradılan”ı hoş gören mantığına da uygundur. İşte bu “tolerans mantığı”dır! Fatih Sultan Mehmed kılıcıyla değil, “tolerans mantığı”yla ortaçağın katı kalıplarını kırmış, hayatı yeni bir çağla tanıştırmıştır.
Batılılar ise, ortaçağ karanlıklarında kalması gereken “var olmak için ötekini yok etme” mantığının ürünü bir kin deryasından konuşuyorlar.
Yine söylüyorum: Onlara verilebilecek en iyi cevap, müsamaha kültürünü daha derin yaşamaktan ve yaygınlaştırmaktan ibarettir.
Nitekim Fatih de öyle yapmış,daha sonra, Kudüs ve Bosna ruhbanlarına hitaben bir amannâme daha yayınlamış, onlara da geniş haklar ve özgürlükler tanımıştır.
“Emr-i Şerifim mûcibince her kim bir gayrı şekle giderse ve bozarsa, Allah Teâlânın kahrına uğrasun” diye başlayan “Nişan-ı Hümâyun”un Osmanlı hoşgörüsüne örnek teşkil eden ve bu açıdan günümüz için çok önemli olan bazı maddelerini bugünkü Türkçe ile aktarmaya çalışayım:
“Hazreti Ömer radiyallahu anh hazretlerinin verdiği nâme ve Melik Selahaddin zamanından beri verilen emr-i şerifler gereğince (Ermeni ruhbanların) sahip bulundukları (kiliselerine) bağlı mezhepdaşları olan Habeş, Kıptî ve Süryani toplumlarına, Mar Yakub Kilisesi’nde oturan Ermeni patrikleri tarafından sahip olunup, başka toplumlardan hiçbir kimsenin karışmaması için bu Nişân-ı Hümayunu verdim…
Emrim budur ki; söylenilen şekilde hareket edilip… Eskiden beri olduğu gibi Ermeni toplumu patriklerine, ellerinde olan kilise, manastır, mabet ve diğer kutsal yerlerine, kendilerine bağlı mezhepdaşları ve yamaklarına, başka toplumlardan hiç kimse karışmayacaktır.
Kamame Kilisesinin ortasında bulunan türbe, Kudüs’ün dışında bulunan Meryem Ana mezarı… Mabet ve kutsal yerleri, kendilerine bağlı mezhepdaşları ve diğer emlâk ve eskiden beri sahip oldukları şeyler, belirtildiği üzere Ermeni toplumu ve patrikleri elinde ve tasarrufunda olacaktır.
… diğer mabed ve kutsal yerlere vardıklarında, devletin yönetim görevlilerinden ve başkalarından hiç kimse karışmayacak ve rahatsız etmeyecektir.
Bugünden sonra… çocuklarımdan, vezir-i azâmlardan, sulehâ-i kiramdan, kadılardan, beylerbeyi, sancakbeyi, mîrmîrân ve… diğer kapım kullarından ve başkalarından, özet olarak, küçük ve büyükten, yaratılmış hiçbir fertten, ne olursa olsun her ne suretle olursa olsun, her ne sebeple olursa olsun, karışmayacak, rahatsız etmeyecek, değiştirmeyecek ve bozmayacaktır.
Her kim karışır, rahatsız eder, değiştirir ve bozarsa, hükümdarların yardımcısı olan Allah’ın katında suçlular takımından sayılsınlar.
Şöyle bilinsin; hazineler açan hükmümü, âlemi süsleyen ak tuğra ile parlak ve bezenmiş görenler, kutlu anlamını doğru ve anlatmak istediğimizi onaylamış bilip, şerefli tuğrama güvensinler. 9 Kasım 1517.”
Bosna ruhbanlarına verdiği fermanda ise, “Kiliselerinizde korkusuzca ibadet ve memleketimizde korkusuzca ikamet edin. Ne vezirlerimden ne de halkımdan kimse bunları incitmesin ve rencide etmesin. Allah’a, Peygambere, Kur’ân’a ve kuşandığım kılıca yemin olsun ki canları, malları ve kiliseleri bana itaat ettikleri sürece güvencem altındadır”demiştir.