Kitaba emek verenlerden Allah razı olsun!
Cengiz Han, kütüphaneler şehri Buhara ve Semerkand’ı (1220) işgal ettiğinde (“Buhara Yanıyor” ve “Elveda Buhara” ismiyle iki kitapta romanlaştırmıştım, hâlâ Türkiye’nin ne çok okunan kitapları arasında) “Biz asker milletiz kitaba ihtiyacımız yok” diyerek kütüphaneleri yıktırıp yaktırmış, kitapları ırmağa attırmış, ırmak günlerce kan ve mürekkep karışımı akmıştı…
Tarih onu affetmedi. “Zalim” olarak not düştü.
Zaman zaman bazı bahaneler öre sürüp okullara, öğretmenlere, öğretmen evlerine, öğrenci yurtlarına, kütüphanelere, kısacası eğitime saldırarak yakıp yıkan teröristleri ve onlara kol-kanat gerenleri de tarih affetmeyecektir.
Arşiv milletin hafızası, kitap şuuru, kütüphane ise “hazinesi”dir. Zaten Osmanlı, arşive “Hazine-i Evrak” (evrak hazinesi) diyerek bunu tescil etmiştir. Böyle gördüğü içindir ki, Cumhuriyet Türkiyesi’ne muazzam bir “arşiv” ve “hazine” değerinde “kitaplar” devretmiştir.
Biz alfabe değiştirip kültür hazinelerimizi muattal duruma getirdikten sonra, tarihi kıymeti baha biçilemez olan arşivi de ya çürüttük ya da sattık! Yani geçmişimizle birlikte aklımızı, hafızamızı ve şuurumuzu “imha” ettik! Kendi hafızasını yakan yahut satan başka bir millet var mıdır, bilmiyorum?
Hale bakın…
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Trabzon’a girmek üzere olan Rusların eline geçmemesi için Samsun’a gönderilen ve işgal sonrasında Trabzon’a iade edilen 500 yıllık Trabzon Vilayet Arşivi, 1982’de denize dökülmüş...
Sorumlular, “Bir yanlışlıktır oldu” demiş, bu cinayetten sıyrılmışlar.
70’li yıllarda çiçeği burnunda bir gazeteci iken, Nuruosmaniye Camii’nin avlusunda arşiv belgelerinin “işe yaramaz hurda kâğıt” olarak yakıldığını gözlerimle görmüş ve çalıştığım gazeteye haber yapmıştım.
Meğer camiin yanındaki depoyu Kur’an kursu yapmak için boşaltmışlar, çıkan evrakı da bilmeden ateşe vermişler.
Anlayacağınız, yine bir “yanlışlık” olmuştu!
İstanbul Defterdarlığı Maliye Arşivi’ne ait yaklaşık 50 ton Osmanlı belgesi 1931 yılında okkası üç kuruş on paraya Bulgaristan’a satılmış. Evrak kamyonlarla Sirkeci tren istasyonuna götürülürken, kamyonlardan dökülenler, çöpçüler tarafından toplanarak Kumkapı sahilinden denize atılmış.
Bu elim hikâyeyi, rahmetli arkeolog İbrahim Hakkı Konyalı’dan dinlediğimde dehşete düşmüştüm. Sonra ayrıntılarını öğrenmeye çalıştım. Konyalı’nın anlattığı faciayı “Son Posta Gazetesi”nin 12 Mayıs 1931 tarihli sayısında okudum:
“Mayısın on ikinci Salı günü Sultanahmet’teki Maliye evrak hazinesinin önünde 20–30 kadar araba sıralanmış, kapının önüne büyük bir baskül konmuş, bir takım çemberlenmiş kâğıtlar tartılıyor ve hamallarla bu arabalara konuluyor ve Sirkeci istasyonuna taşınıyordu. Bu ameliye esnasında bunlardan birçokları da sokaklara dökülüp saçılıyordu...”
Rahmetli Konyalı da, 4 Haziran 1931 tarihli “Son Posta Gazetesi”ne yazdığı makalede şöyle diyordu:
“…Koridor harman halinde dökülmüş kâğıtlarla dolu idi. Arkada yüzlerce torba kâğıt yığılmıştı… Çok kıymetli vesikalar, defterler göze çarpıyordu.”
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün bu konuyla ilgili olarak tam 604 sayfalık bir kitap yayınladığını düşünürsek, yürekler acısı durumumuz daha iyi ortaya çıkmış olur.
“Okuma alışkanlığımız yok” diye yakınıyoruz, ama bizim öncelikle kitaba ve kütüphaneye saygımız yok!
Bir zamanlar İstanbul hanımefendileri ile beyefendileri, Yalova’da kâğıt imalâthanesi olduğu için bacaklarını Yalova’ya doğru uzatıp oturmazlardı…
Yerde buldukları kâğıdı öpüp başlarına koyduktan sonra, ayak basılmayan bir yere kaldırırlardı.
Kitaba duydukları saygıdan dolayı “şu kitabı okudum” demez, “şu kitabı ziyaret etmek nasip oldu” derlerdi.
Şu an Türkiye’nin seksen küsur yerinde kitap fuarı var. Derdimizle dertlenen bazı valiler, kaymakamlar ve belediye başkanları bu hayırlı işe öncülük yapıyor. Birkaçının açılışında bizzat bulundum, birkaçına imza ve konferans için gittim.
Umutlarım yeşerdi. “Allah razı olsun” dedim.
Not: Doğan Medya, Demirören grubuna satıldı ya değişim anında başladı. Hürriyet Gazetesi, kupon karşılığı benim “Cihan Sultanları” isimli kitabımı veriyor. Bazen hayat hayali öyle bir geçiyor ki, inanmakta zorlanıyoruz. Hayırlı olsun!