Karnemiz kötü
Meraklı bir ilkokul öğrencisiydim… Babamdan ve çevremden öğrendiklerimi, zaman zaman Başöğretmenime aktarınca, kızardı:
“Onun orasını karıştırma” derdi, susardım.
Ama bir gün sınıfa girer girmez beni tahtaya kaldırdı ve emretti:
“Türklerin dünyaya dağılışını anlat, hani şu büyük göçü…”
Ders kitaplarında okuduklarıma çocuk masumiyetimi de katarak anlatmaya başladım:
“Orta Asya’da kuraklıktan deniz kurudu... Deniz kuruyup verimli topraklar da çoraklaşınca, Türk boyları, yani büyük büyük büyük atalarımız dünyanın dört bucağına göç ettiler (Bak harita-5). Gittikleri her yere üstün medeniyetlerini götürdüler. Biz Anadolu’ya geldik. Kimimiz doğusuna, kimimiz batısına, kimimiz güneyine, kimimiz kuzeyine...”
“Anlaşıldı, devam et...”
“...yerleştik Anadolu’nun. Zamanla aksanımız farklılıklar gösterdi. Bazı bölgelerde Türkçeden farklı diller türedi. İklim şartlarından dolayı insanlarımızın bir kısmı esmerleşti. Bugün yurdumuzun Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yoğun olarak yaşayan vatandaşlarımız böyledir. Aslında onlar da katıksız Türk’tür.”
“Peki, neden başka isimle anılıyorlar?”
“Çünkü öğretmenim, yaşadıkları bölge çok dağlık. Fazla kar yağıyor. Kar yağınca her taraf buz oluyor. Bir yerden bir yere gitmek için buzlara basıyorlar. Buzlar kırılıyor. Kırılınca kart-kurt diye sesler çıkıyor. Kart-kurt sesleri zamanla Kürt şeklini alıyor. O bölge halkı da bu isimle anılıyor.”
“Evet. Ya Avrupalılar?”
“Öğretmenim, bütün Avrupalılar da esasında Türk’tür. Bizimle birlikte Orta Asya’dan göçmüşler. Bir ara yolları Avrupa’ya düşmüş, biz Anadolu’ya yerleşirken, onlar Avrupa’ya yerleşmişler. Renkleri iklim şartlarından değişmiş, zamanla dilleri de değişmiş. Halen dillerinde çok sayıda Türkçe kelime bulunuyor. Bu da bize İngilizcenin, Almancanın, Fransızcanın aslının Türkçe olduğunu gösteriyor. Kısacası bütün dünya milletleri Türklerden türemiştir, Başöğretmenim. Bütün diller Türkçeden doğmuştur.”
“Şu halde?..”
“Şu halde, Başöğretmenim, Türkiye Avrupa’nın, Avrupa Türkiye’nin bir parçasıdır. Böyle olunca da Avrupalı gibi giyinmemiz, Avrupalı gibi yazmamız, Avrupalı gibi yaşamamız, Avrupalı gibi oturup kalkmamız...”
“Uzatma, geç otur yerine!”
Kafamda sorularla boğuşa boğuşa geçer yerime otururdum.
***
Bir gün yine hışımla sınıfa girdi, girer girmez de konuşmaya başladı:
“Dinleyin çocuklar, Sultan Vahdettin (böyle telâffuz ederdi) kendi çıkarı için vatanı sattı.”
“Kaça?” (diyemezdik elbet, süklüm püklüm dinlemeye mecburduk).
Azıcık soluklandıktan sonra devam etti:
“Atatürk’le İnönü olmasalardı, şimdi yabancıların egemenliği altında inim inim inleyecektik.”
Vay canına! Demek iş ciddi. Peki ama bu millet, eline geçen ilk fırsatta neden İsmet İnönü’yü paldır-küldür iktidardan düşürdü? O denli kıymet bilmez bir millet miyiz?
“Onlar tüm tarihimizin en büyük komutanlarıdır çocuklar, iyi belleyin.”
Tamam da bazı tarihi şahsiyetleri övmek için, diğer bazılarına sövmek şart mıydı? Her konuyu böylesine abartmak gerekiyor muydu?
“Büyük, çok büyük, en en en büyük!..”
Çocuklar karnelerini aldılar: “Eğitim notumuz kırık” diyor, Sayın Cumhurbaşkanımız…
Çünkü yalanlar hâlâ revaçta!