• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Eğlence Kültürümüz ve Ramazan

23 Haziran 2017
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Eğlence de bir ihtiyaçtır ve her milletin geçmişiyle harmanlanmış bir “eğlence kültürü” vardır. Anlayamadığım şu ki, bazı gazetelerle televizyonların ve bazı kurum ve kuruluşların “ramazan eğlenceleri” adıyla yıllardan beri dayattığı “eğlence” türünün kökleri nerededir?

Batı’da olamaz, zira Batı’nın ramazanı yok, Batı Müslüman değil! Tarihimizden hiç olamaz: Çünkü tarihimizde “ramazan”la bugünkü anlamda “eğlence”yi birlikte telaffuz etmek dahi akla ziyan sayılırdı. 

Neden derseniz, ecdadımız, ramazanı bir “eğlence” aracı olarak görmez, günahlardan arınmanın vesilesi sayardı.

Öncelikle belirtmeliyim ki, ecdadımızın “zevk” anlayışı bizimkinden çok çok farklıydı. Zevk anlayışları farklı olanın, tabiatıyla “eğlence” anlayışları da farklı olur.

Ecdadımız ibadetten zevk alıyordu. Eğlencelerini de buna göre oluşturmuştu. 

Madem “eğlence” hayattan alınan zevki artırmak anlamına geliyor, yürekten inanan insan için, ibadetten daha anlamlı “eğlence” olur mu? Mü’min açısından ibadet anı, en zevkli andır. Bu yüzden toplu ibadetler (Cuma, teravih, bayram namazı, toplu iftar, toplu zikir, vs.) şölene benzer.

Bununla birlikte, ecdadımızın başka eğlenceleri de vardı elbet: Mesela, Osmanlı Devleti’nin her yıl Kâbe’ye gönderdiği “Sürre Alayı”nın (Osmanlı devletinde her yıl Sürre-i Hümayun ile İstanbul’dan Haremeyn’e [Mekke ve Medine] para ve örtüler armağan olarak gönderilmekteydi) gidişi ve dönüşü büyük eğlence olurdu. 

Gönderilen örtülerin içinde en önemlisi Kâbe örtüsüydü, üzerindeki kuşakta devrin padişahının adı yazılı olurdu. Sürrelerle birlikte her yıl Mekke’ye (Kâbe’ye) ve Medine’ye (Ravza-i Mutahhara ve sahabe mezarlarına) yeni örtüler gönderilir ve eskileri İstanbul’a getirilirdi. 

Ramazanların değişmez görüntüsü “mahya”nın hazırlanıp iki minare arasına asılması da bir eğlence türüydü: Halk tekbirlerle bu olaya eşlik eder, böylece hem sevap kazanır, hem de eğlenirdi.

İftar sofraları aile için şölene, yemek de merasime dönüştürülürdü. İftar yaklaşırken okunan “Muhammediye”ler, Peygamber (asm) sevgisinin yüreklerde doruğa çıkmasına hizmet ederdi. Muhammediye okumak da dinlemek de eğlenceliydi.

Yaşlıların sofraya oturmadan önce sünnet üzere ellerini yıkamaları bile merasimseldi. Evin genç hanımı bakır leğen getirir, ibrikle su döker, yaşlılar sırayla ellerini yıkayıp tutulan peşkirle kurularlardı. 

Çocuklar yaşlıların ağır ritmik hareketlerle abdest almalarını ilgiyle seyreder, seyrede ede abdest almayı öğrenirlerdi.

Kadınlar ise mukabeleye gider, büyük camileri gezerler, arka saflarda durup İstanbul’un en meşhur hocalarının imamlığında teravih namazı kılarlardı.

Eğer ramazan yaza denk gelmişse ailece mesire yerlerine gidilir, salıncaklara binilir, inancın ve geleneklerin “meşru” saydığı oyunlar oynanırdı.

Bütün bunlar ve benzerleri o devrin şartlarında insanı eğlendiren şeylerdi.

Özetlemek gerekirse, Osmanlı’da hayat ahirete dönüktü: Ahirete dönük olduğu için de hayatta fuzuliyata (gereksizlik) yer yoktu...

“Eğlence” mantığımız Avrupa’yı taklide başladığımızdan bu yana değişti.

Hayatımıza “vur patlasın, çal oynasın” ölçüsüzlüğü hâkim oldu. 

Ramazanı bile eğlenceye kurban ediyoruz!

Özellikle bazı belediyelerin “eğlence” anlayışı, sazlı-sözlü, şarkılı-türkülü bir duruma geldi. Günah kazanmak ve günahı yaymak için çuvalla para harcıyorlar.

Yarın devam edelim inşallah…

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23