• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Bir dâva adamı: Avukat Bekir Berk

14 Haziran 2019
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

1950 öncesinin “zindan ve hicran devri”nden, 14 Mayıs 1950’de iktidar olan Demokrat Parti devrine de bulaşan tortular, jakoben zihniyetin yönetimindeki “oligarşik bürokrasi” marifetiyle kendi halinde dindarlara yönelmiş, özellikle Risale-i Nur talebeleri, kâh “şeriat devleti kurmaya çalışmak”la, kâh “dini siyasete alet etmek”le, kâh “gizli cemiyet kurmak”la ve “laikliğe aykırı” davranmakla suçlanarak zindanlara atılmıştı.

İşte o günlerde, Demokrat Parti milletvekillerinden Dr. Tahsin Tola aracılığıyla durumdan haberdar olan genç bir avukat yerinden fırladı ve: “Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı var!..” diyerek, Ankara’ya koştu. Bediüzzaman Said Nursi’nin “Gençlik Rehberi” isimli eserini bastırıp dağıttıklarından dolayı tutuklanan Risale-i Nur talebelerine ulaştı. Demir parmaklıklar arkasında tutukluydular. Önce şunu sordu:

“Davanızı mı savunayım sizi mi? Sizi savunursam hemen çıkarsınız. Davanızı savunursam iş uzayabilir, hatta sonu mahkûmiyet bile olabilir.”

“Davamızı savunun!..” dediler ağız birliği içinde, “Biz kıyamete kadar cezaevinde kalmaya razıyız, yeter ki davamız anlaşılsın!”

Cesaret ve mertliğe tutkun Bekir Berk, bu cümle ile müvekkillerini sevdi ve davalarına bağlandı. Artık o Bediüzzaman ve talebeleri başta olmak üzere tüm “din mazlumları”nı savunuyordu.

Onu tanıdığımda müthiş enerjisinin ve kendini paralarcasına koşturmasının kaynağını keşfedebilecek yaşta değildim. Henüz çocuk sayılırdım. Fakat insanı kuşatan enerjisine, davalardan bahsederken yoğunlaşan heyecanına, hiçbir ayırım yapmaksınız her insana “insanca” davranmasına ve savunmalarını yalnızca avukatlık yeteneğiyle değil, imanlı yüreğiyle de yapmasına hayran kalmıştım.

Tanıdıkça ondan etkilendim, onunla kuşatıldım, adeta bütünlendim. Nihayet onunla birlikte çalışma keyfini ve stresini (çok titizdi, her şeyin mükemmel olmasını isterdi ve bunda da çok haklıydı) yaşadım. Onunla olduktan sonra stres de bir keyifti aslında. Çünkü o bir “Yürek Adam”dı: Bir yürek büyümüş, büyümüş de insana dönüşmüş sanırdınız.

Şartlara asla teslim olmaz, engel tanımazdı. “Çare yok” dendiğinde “naçar” kalmaz, “Meşru hedefine meşru vasıtayla yürüyen insanın önündeki engelleri Allah kaldırır” diyerek yola çıkar, çoğunlukla da hedefine ulaşırdı. 

Bayezit’deki bürosunda herkese göre iş vardı. Kim uğrasa bir iş verir, koştururdu. Ne kendisi boş oturur, ne de kimseyi oturturdu. Onun yanında gereksiz şeyler konuşamaz, kimseyi çekiştiremez, geçmiş başarılara nostalji takılamazdınız. Çünkü buna izin vermezdi. Kendisi günü yaşarken hep geleceğe bakar, gelecek hakkındaki düşüncelerinden, projelerinden söz ederdi. Etkilenir, kaynağı imanı olan hayat felsefesine hayran kalırdınız.

Zaman oldu bir duruşmaya yetişmek için katırla Zigana Dağları’nı aştı, zaman oldu yolunu kesen sel sularının içine atladı. İspanya fethi sırasında karşısına okyanus çıkınca atını denize sürerek “Beni durduramazsın!” diye bağıran Tarık bin Ziyad’a benziyordu.

Trabzon’da bir duruşma sırasında neden cübbesinin eski olduğunu düşünmekten kendimi alamamıştım. Sonra yağmurlu bir günde arkasında yürürken, ayakkabılarından birinin delik olduğunu fark ettim. Oysa tanıdığım herkesten fazla çalışıyordu. Aynı enerjiyi dünyaya hasretse, kuşkusuz Türkiye’nin en zengin avukatı olabilirdi. Fakat o dünyayı seçmemişti.

İngiltere’ye kanser tedavisine gittiğinde ben Almanya’daydım. Türkiye’ye dönüşünde, yıllar sonra ilk defa görüştük. Tanıdığım Bekir Berk’ten geriye ateşli bakışları ve secde izi bulunan geniş alnı kalmıştı. Ama bir süre sonra toparlanacak, iki seneyi aşkın bir zaman daha hizmet yolunda tavizsiz koşturacaktı. “Ben dâvâmın figüranlığına bile razıyım” diyordu.

Gün oldu ona kızdım, gün oldu küstüm kırıldım, ama onu sevmekten ve okumaktan (kitap gibi insandı) asla vazgeçmedim: Çünkü o hem “kitap adam”, hem “yürek adam”, hem “umut adam”, hem “hayat adam”, “sadakat adam” ve korkuyu bile korkutan “cesur adam”dı. 

Sonunda her fani gibi ölümü tattı. 14 Haziran 1992 günü Hakk’a yürüdü. O günden beri Eyüp Sultan sırtlarında, kuşların zikredip gelinciklerin şükrettiği sonsuzluk menzilinde, dostlarından bir Fatiha bekleyerek ebediyeti uyuyor. Ruhu şad olsun! 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23