• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Batı demokrasisi

25 Mayıs 2016
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

“Demokrasi” diye yırtınıyoruz, ama acaba demokrasi “ideal rejim” mi? Bundan daha iyisi olamaz mı?..

Demokrasinin özü parlamentodur: Parlamenterlere “vekil” diyoruz. Vekil, kendisinden oy aldığı kitleyi hakkıyla temsil ediyor mu?.. 

Vekiller vicdanları istikametinde mi, yoksa parti başkanının işaret ettiği istikamette mi oy kullanıyorlar?..

Parti başkanının istediği doğrultuda oy veriyorlarsa, tüm oylar tek oy haline gelmiyor mu?..

Bu durumda “diktatörlük”le “demokrasi” arasında ne fark oluyor?

Sözün burasında Comte de Marsigli’nin (diplomattır) tespitleri dikkate değer. 1732’de La Haye’de yayınladığı hatıratının birinci cildinin 28-29. sayfalarında Osmanlı idaresinden şöyle bahsediyor:

“Tarihçilerimizin hepsi Osmanlı padişahlarının diktatör olduklarını dünyaya ilân ediyorlar. Hâlbuki Osmanlı Devlet sistemiyle diktatörlük arasında en ufak bir bağ yoktur.”

Bu görüşü Osmanlı Devleti’ni ziyaret eden yahut diplomat olarak yıllarca içimizde yaşayan pek çok Avrupalı da paylaşıyor.

Şimdi gelin kendimize şöyle bir soru daha soralım: “Demokrasi” dediğimiz ve “nimet” saydığımız durumdan halkın çoğunluğu yararlanabiliyor mu?..

Meselâ sokaklarda yatmak zorunda kalan çulsuz biriyle bir iş adamına ya da mevki-makam sahibi birine, demokrasi, aynı imkânları mı sunuyor?

Ya da şöyle düşünelim: Demokrasinin sıradan bir vatandaşa yansımasıyla seçkin birine yansıması bir midir?

Kitapları ülkemizde de yayınlanmış olan meşhur Fransız tarihçi Ch. Seignobos, bu soruya kesin biçimde “Hayır” diyor ve şöyle izah ediyor: “Batı’nın eşitliği nisbidir. Aslında her alana müthiş bir eşitsizlik hâkimdir. Ülkemi (Fransa) ele alacak olursak evvela “asiller” ve rahipler” sınıfını görürüz. Onların alt katında üç sınıf daha var: Burjuva (Bourgeosie), Vilen (Vilain) ve Sarf (Serf yani esir, ya da köle)...

Asillerle rahipler, eski dönem boyunca tüm haklardan ve nimetlerden yararlandılar. Yeni döneme gelince: Demokrasi yine bu zümrelere çalıştı, çünkü mekanizmaya hâkimdiler, geçişi diledikleri gibi ayarlayıp, mekanizmayı istedikleri gibi işlettiler.” (Ch. Seignobos, Le Moyen Age, Paris 1907).

Böylece asiller ve rahipler sınıfı hem yönetime hâkim oldular, hem de ekonomiye. Bazı istisnalar hariç tutulursa, alt tabakaların başarı şansları hiç olmadı.

Hatta bazı sınıfların hayvanlar kadar bile hakları yoktu. Bütün angaryalar alt sınıfların boynundaydı. Derebeyleri topraklarını satmak istediklerinde “kelle” hesabıyla köylüleri de satışa sunarlardı.

Köylü, derebeylerine ait topraklarda bedava çalışmak zorundaydı. (Buna Corvé=angarya denirdi) Kaçmak istediklerinde dövülür, işkenceye tabi tutulur, hatta vurulurdu (Amerika’da zenciler ve Kızılderililer de yıllar boyu aynı muameleye tabi tutuldu).

“Köylüler, köylerinin sahibi olan derebeyinin her arzusuna, hiç bir savunma hakkı olmaksızın, boyun eğmek zorundaydılar. Çünkü isterse derebeyi onları yargılayabilirdi ve hüküm kesindi. Köylülerin ise başvurabilecekleri bir merci yoktu.” 

“Savaş güncel işlerdendi. Prensler, asilzadeler, şövalyeler durmaksızın birbirlerine savaş ilân ederler, savaş sebebiyle köylülerin ekinlerini mahvederler, hayvanlarına ve kalan ürünlerine el koyup kalelerine çekilirlerdi.” (a.g.e, s.236).

“Derebeyinin kendi malikânesindeki köylüler üzerinde ne gibi hakları varsa, şehirliler üzerinde de aynı hakları vardı. Bu haklar içinde halkın gözlerini oydurmak, burunlarını kestirmek, elleriyle ayaklarını kestirip o vaziyette kalabalığa teşhir etmek gibi kanlı uygulamalar olağan sayılırdı.” (a.g.e, s. 241).

Fransız Enstitüsü üyesi Funck-Brentano, “La société au moyen âge” isimli eserinde köylülerin “namuslarına sahip çıkma özgürlüğü” bile olmadığını yazar.

Bu “Demokratik Avrupa”nın hali, yarın “Osmanlı diktatörlüğü”ne bakalım…

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23