Batı bizi neden sevmiyor?
Şalvar yerine pantolon, cübbe yerine ceket, sarık yerine şapka, çarşaf yerine mini etek giydik mi? Giydik...
Eski hukuk sistemimizi, eğitim sistemimizi, harf sistemimizi değiştirdik mi? Değiştirdik.
Avrupa’nın dergilerine benzer dergiler, gazetelerine benzer gazeteler, kitaplarına benzer kitaplar yayınladık mı? Daha beterlerini, daha müstehcenlerini bile yayınladık.
Pespaye televizyon kanalları kurduk mu? Sürüyle: Hatta acayip dizi filmlerle toplumun ahlâkı üzerinde tepindik!
İyice Avrupalı olduk mu bari, Batılılaştık mı?
İşte bu konuda rivayetler muhtelif: Kimisine göre evet, iyice Avrupalılaştık; kimisine göre hayır, Avrupalılaşalım derken, arabeskleştik: Ne kendi kendimiz olabildik, ne de onlara benzeyebildik, iki arada bir derede kala kaldık!
Bu bizimkilerin tespiti…
Bir de Avrupalıların hakkımızdaki tespitleri var. Bunu çeşitli vesilelerle ortaya koyuyorlar. Mesela uluslararası zeminlerde ne hikmetse Batılı ülkeler bize hep karşı çıkıyor. Cephe oluşturuyorlar. Kâh insan hakları, kâh Kürt meselesi diyor, kendi ülkelerinde daha beter insan hakları ihlâlleri yaşanırken, durup durup bize sataşıyorlar.
Gerçi bizi NATO’ya aldılar, ama Kore’de de çok iyi kullandılar. Buna rağmen yıllardır Avrupa Birliği’ne almıyorlar. NATO’dan atmak için de fırsat kolluyorlar.
Oysa görünüşte kendilerinden bir farkımız kalmamış. Aynı ceket, aynı pantolon, aynı gömlek, aynı kravat, aynı fötr, aynı tayyör, aynı moda çizgiler, aynı şapka…
Hepsi bunlardan ibaret de değil. Avrupalılaşma, yani başka milletlere benzeme uğruna biz sakalımızdan, bıyığımızdan olmuş talihsiz bir milletiz (şimdi de sakal-bıyık “moda”, iyi mi?).
Buna rağmen bizi kendilerinden saymıyorlar. Hattâ topraklarımızın bir kısmının Avrupa Kıtası’nda olmasıyla da fazla ilgilenmiyorlar. Değil topraklarımızın bir kısmı, bütünü Avrupa’da olsa, bizi yine kendilerinden saymazlar. Nitekim Bosna-Hersek’te yurt tutmuş Boşnakları da Avrupalı saymıyorlar. Katliama yıllardan beri duyarsız kalarak fiilen Sırpları desteklediklerini gördük.
Çünkü Boşnaklar, Müslümandır. Çünkü biz de Müslümanız. Evet, onlar gibi pantolonluyuz, şapkalıyız, bıyıksızız, ama Müslümanız! Bütün mesele de budur. Ve Avrupalı yetkililer zaman zaman bunu ağızlarından kaçırmaktadırlar: “Siz Müslümansınız, Avrupa Topluluğu ise Hıristiyan kulübüdür” mânâsına gelen sözler sarfetmektedirler.
Kısacası bizim dışımızda Müslümanlığımızın herkes farkında. O kadar farkındalar ki, herhangi bir ihtilafta, taraflardan biri şayet Müslüman ise gözü kapalı karşı tarafı tutabiliyor, bu konuda hem uluslararası normları, hem de hak-hukuk-adalet gibi temel kavramları bir kenara itip teröristleri dahi destekleyebiliyorlar.
Çevremizdeki oluşumlara bakın, ne demek istediğimi anlarsınız.
Durum bu merkezde iken, siz tutun, hâlâ onlar gibi olacağız, ille onlara benzeyeceğiz ve onlarla birlikte hareket edeceğiz diye kendinizi zorlayın bakalım. Yeni tavizler verin. Vermedik taviz kaldıysa tabii…
Sahi vermedik taviz kaldı mı? Kadim kanunlarımızı, ahlâkımızı, kılık kıyafetimizi, kültürümüzü, hattâ geleneksel mimarimizi Batıya verdik. Millî karakterimizi verdik. Aile yapımızı verdik. Tasarruf alışkanlığımızı verdik.
Epeydir onlar gibi müsrifiz. Onlar gibi tüketim toplumuyuz. Onlar gibi bencil, onlar gibi duyarsız, sevgisiz hale gelmişiz. Ve en az onlar kadar mutsuzuz... Mutluluğumuzu bile verdikten başka, geriye ne kalır?
Sadece din. Anlaşılan Avrupa bu defa dinimize takmış. “Fundamantalizm” (kökten dinci) fobisini içimizde yaygınlaştırarak dinde dirilişi engellemeye çalışıyor. Çünkü geçmişteki büyüklüğümüzün özünde dini realitenin yattığını gördü. Gelecekteki dirilişimizin özünü de dinin teşkil edeceğini görüyor. İşte bunu engellemeye çalışıyor.
Bediüzzaman’ın müjdesini hep hatırlayalım. İslâm dünyasının neredeyse tarihten silindiği 1910’lu yılların kâbus şartlarında şöyle haykırmıştı:
“Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbatı içinde en yüksek gür sadâ, İslam’ın gür sadâsı olacaktır!”
Neden olmasın?