• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Şahsiyetli mü’min olmak!

10 Eylül 2016
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Kitaplardaki değil, hayattaki haliyle “Müslüman, kendini yitirmiş bir değerdir” denilse yeridir. En büyük hastalığı, “dünya hayatına fazla rağbet etmek” diye özetlenebilir. Çünkü yiyecek ve giyecek meselesinden başka hiçbir şeye yeterince önem vermiyor. Hatta ekonomik, siyasal ve mensubiyet çıkarlarını dini görevlerine ve din kardeşliğine tercih ediyor. Kimi Müslümanlar artık bir anlamda kendilerinin yokluğuna alışmışlar, batılda, seküler ortamda yeni bir kişilik kazanmışlardır. 

Anormalleri normal görme ve karşılama eğilimini giderek daha büyük ölçüde paylaşmaktadırlar. Oysa her Müslüman, gücü yettiğince İslam esaslarını eksiksiz yaşamak ve sorumluluğu altındakilere yaşatmakla yükümlüdür. Çünkü Müslüman “İslam’ı yaşama” azim, irade ve sorumluluğuna sahiptir. Bir başka ifade ile din ve dindarlık, gösteriye kaçmadan samimiyetle ve dürüstçe yaşanıp örneklendirilse kendisinden beklenen etkiyi gösterir. Buna bugün dindarlar dahil, her kesimde ve her kademede büyük ölçüde ihtiyaç bulunmaktadır. 

Giderek yaşayan değil, tartışan Müslüman olmaya başladık. Din, sadece iman değil, ameldir de. Anlamlı ve sağlıklı bir dindarlık için başkalarının dünyacı anlayış, uygulama ve telkinlerine kapılmadan, hayatı bize bahşeden Rabbimizin emirleri, uyarıları ve “alemlere rahmet” olan örnek kul son Resul Peygamber Efendimizin sünneti çerçevesinde yaşamak gerekmektedir.  İslam, insanlık dinidir. İnsanlığın olmadığı yerde İslamlıktan bahsedilemez. 

DİN KARDEŞİNE SAHİP ÇIKMAK

Müslüman, din kardeşleri yanı başında dururken onları bırakıp başka din mensuplarını ve dinsizleri dost edinemez. Çünkü Müslümanın dostu ancak Müslümandır. Müslüman, öteki Müslüman kardeşlerine buğz etmez, kin tutamaz, sırt çeviremez. Araya bir takım sun’î üstünlük ölçüleri koyamaz. Çünkü İslam’da üstünlük sadece ve sadece takva iledir.

Yaşanmayan, hayata intikal etmeyen, vicdanlara hapsedilmiş bir din ve iman sadece bir iddiadır. Dindarlık ise iddia ile olmaz. Dindarlık ve dine saygı, dini olanı, dinde olanı yaşamakla ve kullanmakla ispat edilebilir. Gerek fert, gerek millet olarak tercihlerini daima din kardeşlerinden yana kullanmak zorundadır. Günümüz dünyasında beynelmilel platformlarda Müslümanların birbirlerine arka çıkmaları, dünyadaki güç dengeleri bakımından fevkalade ehemmiyet arz etmektedir.

İnsanlık onuruna müdahale suçu, basit bir suç değil, “Allah yolundan alıkoymak” suçudur.

İnsan onuruna gerçek saygının insanoğlunun Allah’a kulluk görevini yerine getirebilmesine imkan vermek ve ona bu konuda asla herhangi bir şekilde engel olmamakla ispat edilebilir. Genelde insanları, özelde inananları Allah yolundan alıkoymak fitnenin bir türü olarak adam öldürmekten çok daha büyük, ağır bir vebal ve günahtır. Allah yolundan alıkoymanın temel niteliği/mahiyeti işte budur. Allah’a kulluk, insanın hem yaratılış sebebi hem hayat gayesidir. Dolayısıyla onun onur kaynağı ve çerçevesi kulluk konumudur. İnsanın şeref ve haysiyeti, aslında Allah’a kulluk konumuna endeksli bir kavramdır. 

DİNİ ZAMANA HEBA ETMEYELİM!

“Zamana uyma” propagandaları yanında, Müslümanları İslam dışı hayat tarzına zorlayıcı sosyo-ekonomik kurumların bol miktarda kurulmuş ve kurulmakta olduğu gerçeği, bu konudaki tehlikenin büyüklüğünü en açık ve en acı şekliyle gözler önüne sermektedir. Zamanın akışında erimek ve sonsuz sonu kaybetmek./ Zamanın akışına soylu bir karşı çıkışla hayatı hakka uydurmak ve sonsuz sonu (ebedî hayatı)  kazanmak.

Müslümanın Müslümanca yaşamakta kesin kararlı olması ve inançlarının kurtarıcılığına inanmasıdır. Müslüman, bu çalışmasını ikmal edemese bile, yapabildiği kadarıyla yapmalı, fakat asla bu şuur ve gayretten uzak kalmamalıdır. Hayatın gayesi, tek kelimeyle “Allah’a kulluk”tur. Kulluk ise hayatı, Allah’ın emirlerine uydurmak demektir. 

Dünya sevgisi” ve “ölüm korkusu” gibi, İslam’ın dünya-ahiret dengesinin iki azılı düşmanını Müslümanların zihinlerine hakim kılmak şahsiyetli mü’min düşüncesidir. 

İslam’ın Allah yolunda cihad ilkesinin terki, cihad gereği olarak geliştirilecek medeniyet ve terakkinin durması, dünyanın Müslümanların hakimiyetinden çıkmasını zorunlu kılar. Nitekim böyle de olmuştur. İmanın mü’mine yüklediği yüke (sorumluluğa) rağmen mü’min, kötülüklerin yayılmasına karşı tepkisiz kalamaz. Allah katında önemli olmayan bahanelerin arkasına sığınamaz. Şartları, siyasi menfaatleri, kişisel ihtirasları, kabile ve ülke menfaatlerini kollama gibi gerçeklerle Allah’a isyanın yayılmasına karşı sessiz kalamaz: hatta isyanın yayılmasına imanın gerilemesine karşı aktif görev sorumluluğunu “din görevlileri” adı altında resmi vasıflı bir kitleye de terk edemez mümin. İman bir nimetse her mümin o nimetin külfetine katlanmak zorunda olduğunu bilmelidir. Günümüzde müşahede edilen hal, din ve dindarlık konusunda seküler ve dindar çevrelerde yaşanmakta olan ihmal ve abartıdır. Sonuçta da ‘içi boşaltılmış dindarlık’ doğal/kabullenilebilir hale gelmiştir. Müslümanlar, bir gün mevcut evrensel düzenin bozulacağına, daha açıkçası Kıyamet’in kopacağına iman etmiş kimselerdir. Böyle bir inancın sahipleri, nasıl olur da günün şartlarına “değişmez/değiştirilemez” diye bakabilirler ve bu büyük çelişkiyi nasıl içlerine sindirebilirler?

Resulullah Efendimiz “Mü’minin ferasetine/öngörüsüne saygı gösterin. Çünkü o Allah’ın nuru ile değerlendirme yapar” buyurmuş sonra da “gerçekten bunda firaset/idrak/anlayış sahipleri için (yani fikr u feraseti olanlara) ayetler/ibretler vardır” ayetini okumuştur.

Hayatın her döneminde vahyi önceleyen bir düşünce ve yaşantıyı benimsemek, her zaman esası yakalayabilme mutluluğunu verir. Ayrıca vahiy öncelikli anlayış, kişisel görüş ve değerlendirmelerin (rey ve kıyas) yanlışlığından ve manevi vebalinden de kurtulma şansı tanır. Bunun sonunda ise, “olgun mü’min/iyi Müslüman” kalitesi ve erdemi yakalanmış olur.

KUR’AN VE HADİS IŞIĞINDA YORUM

Vahiy öncelikli bir fikir/ düşünce, inanç ve amel/eylem hayatına ihtiyaç bulunduğu açıktır.                 

Görüşleri dine dayandırmak/vahiy ile test etmek bir ilkedir. Buna, kendi kişisel değerlendirmelerini aşma, aklın önüne vahyi koyma ilkesi diyebiliriz. Hadisimizdeki “Mü’min Feraseti”nin, kaynağı bu ilkedir. Olayları “Allahın nuru ile değerlendirmek” ancak vahyi önceleme sonucudur. Sahabilerin yaptığı gibi cemaati iltizam/tercih etmek, yani “vahyi önceleyen, Kitap ve Sünnet bağlılığını esas alan ehl-i sünnet ve’l-cemaat içinde kalmaktır. 

Şahsiyetli Mü’min olma meselesinde şu âyet ve hadisi hiç unutmayalım: “Mülkün gerçek ve yegane sahibi Allah’tır. Mülkü, iktidarı dilediğine verir, dilediğinden alır. Dilediğini yüceltir, aziz kılar, dilediğini alçaltır, zelil eder. Her türlü hayr O’nun tasarrufundadır ve O, her şeye kadirdir.” Peygamber Efendimiz: “Hiçbiriniz duyguları/his ve hevesleri benim getirdiğime uymadıkça olgun mü’min olamaz” buyurmuştur.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23