• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Ramazan ayına girerken

20 Mayıs 2017
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Cabir b. Abdullah’a ait bir kervanın Medine’ye Cuma vakti girişi üzerine Allah Rasulü’nü hutbe verirken on iki erkek, bir kaç kadın dışında Rasulüllahı camide yalnız bırakıp bütün cemaat kervana koştu. Peygamber Efendimiz, kendisini yalnız bırakan bu insanları şöyle uyarıyordu. “Sizin için bundan böyle yoksulluktan korkmuyorum. Sizin için asıl korkum, tıpkı sizden öncekiler gibi dünyaya kapanmanızdan, onların mal yarıştırdığı gibi sizin de mal yarıştırmanızdan korkuyorum.” Allah Rasulü bu olay üzerine “Eğer mescidde kimse kalmasaydı şu vadiyi ateş seli basardı. Müslümanların üzerine ateş yağardı” buyurmuşlardı. 

   Peygamber Efendimizi çok üzen bir başka olay Huneyn seferinin ardından yaşanmıştı. Hevazin ganimetleri pay ediliyordu. Akra b.Habis ve Uyeyne b.Hısn gibi henüz müslüman olmadığı halde Müslümanların saflarında yer alan bedevi liderlerinin kalplerini İslam’a ısındırmak için ganimetten fazla fazla pay verilmişti. Bu duruma itiraz eden Ensar’ı, “Onlar mal ile dönerken siz Allah’ın Rasulüyle dönüyorsunuz” diyerek teskin etmişti. Peygamberimize bu esnada çok daha yakışıksız olaylar yaşattılar. Peygamber Efendimiz, ganimet dağıtırken etrafına toplanan bir kısım aç gözlü insanlar onun orasını burasını çekiştirmeye başlamış, hatta bu itiş-kakış sonucunda elbisesi yırtılırken pelerini de omuzundan düşmüştü. Bu güruh Allah Rasulünü öylesine zor durumda bırakmışlardı ki, o kendine has haliyle “Elbisemi bırakın! Elbisemi bırakın!” diyordu. Daha da çirkin olanı, bu sırada sözkonusu güruhun içinden birinin paylaşımın âdil olmadığını ifade ederek zalim bir kavme adalet öğreten Rasulüllaha “Adil ol ey Muhammed!” diye çıkışmasıydı. Bu terbiyesizlik Allah Rasulü’nü öylesine kızdırmıştı ki, çok kızdığı ender zamanlarda kabaran alın damarı yine kabarmıştı. Allah Rasulü kendisine yapılanları İsrailoğulları’nın Hz. Musa’yla yaptıklarıyla kıyaslayacaktı: “Allah ve Rasulü âdil olmasın da kim âdil olsun? Allah, Musa’ya rahmet etsin. Kendisine bundan fazla eziyet edildi, yine de sabretti.” 

Bugünkü dünyevileşme mantığıyla, kadim çağlardaki “ilkel” dünyevileşme mantığı arasında şaşılacak kadar benzerlik buluyoruz. Aslında bu şaşılacak bir şey de değil. Çünkü insanın tabiatı, zaafları, zamanın değişmesiyle değişmiyor. İnsanın hakikat karşısında aldığı tavırlar, genellikle aynı. Bizim “dünyevileşmiş tip” dediğimiz bu insanın bütün zamanlar ve mekanlar da bir tek dini vardır: Madde, para, ekonomi, şan, şöhret, makam ve mevki. 

   Dünyevileşmiş çağdaş insan tipinin dini ekonomi, imanı para. Bir de buna belki magazin, futbol, bilgisayar-internet teknolojisi ilave edilebilir. Dünyevileşmiş tip, dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, davası varsa davasını her fırsatta paraya tahvil etmenin yollarını arar. Karunlaşmış bu tip, Müslüman olduğu zaman, “Allah rızası, hizmet, tebliğ, davet, ihlas, cihad, bereket, tekbir” gibi dinin kavramlarını kullanarak sömürür. Hepsinin de mantığı, ortak özelliği tek. Hepsi de tüketimi körükler, rantçıdır, menfaatlerini dinlerinden, imanlarından, ideolojilerinden önde tutarlar. Hepsi de menfaatlari neyi gerektiriyorsa o zaman her şey olurlar. Hepsi de iktidar ve güç odaklarının etrafında pervanedirler. Sabit çivileri olmadığı için daire de çizemezler. Her yerde oldukları için hiçbir yerde değiller. 

İster yozlaşma deyin, ister dejenerasyon, ister dünyevîleşme. Adını ne koyarsanız koyun “koruma barajları” yıkıldı. Önüne geleni sürüklüyor. Yalnız başımıza veremeyeceğimiz bir mücadele başladı. Derdi, sancısı, iç sızısı olan, kemiyete değil, keyfiyete bakan insanların bir araya geleceği, birbirine sahip çıkacağı bir mücadele. 

   Başörtülülerin sayısının fazla olması, namaza giden gençlerin artması, gönüllü kuruluşların hizmetleri, vs. gidişatı görmemize mani olmamalı. Muhafazakâr kanalların programına çıkan tesettürlü bayanların hali bile içler acısı. Başörtülülerin sigara alışkanlığı, laubali halleri, kişiliğinden ziyade dişiliğini önceler vaziyetleri, evinin hanımı olmaktan ziyade işin/işyerinin/para kazanmanın/refah ve konforun hanımlığını tercih eder halleri Müslümanları ‘iç bünyenin dertleri olarak görmeliler. Edeb-hâyâ, sadelik, tabiilik, meşrû zemin, helal-haram, günah sevap hassasiyeti nerede kaldı? Sarsılan “aile depremi” kimin umurunda! İnternetin yıktığı yuvaları, yaşarken öksüz bırakılan yavrulara, meşrûiyet kazandırılmaya çalışılan haramları, “kaçamak”ları, dine uyma değil de dini kendine uydurmaya kalkan müçtehidleri(!) ne yapacağız? İç dünyamıza, zihnimize, melekelerimize uyuşturucu zerk edilmiş de haberimiz mi yok? Herkes memnun, herkes hayatını yaşıyor. Hassasiyetlerimiz, duygusallıklarımız, şefkat-merhamet, sevgi-saygı dolu dünyamız gitmiş, “robotlar dünyası”nın mekanik hayatı ikame edilmiş sanki.

Dinimizi dünyevî ve uhrevî saadetimizi sağlayan bir hayat tarzı olarak görme hassasiyetimiz de kayboldu. Şu âyete bakınız. “Dinlerini, şeriatlarını, medeniyetlerini bir oyun ve bir eğlence konusu yapan; oyunları ve eğlenceleri dinleri haline getiren ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bir tarafa bırak. Kur’ân’ı onlara tebliğ et, Kur’ân ile onlara öğüt ver:

Hiçbir kimse, işlediği ameller sebebiyle felâkete dûçar olmasın; Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden bir veli, bir koruyucu, bir otorite, bir dost ve şefaatçinin olmadığını herkes bilsin. O azaptan kurtulmak için bütün varını feda etse, fidye karşılığı azaptan kurtulamaz. Onlar işledikleri ameller, yüklendikleri günahlar yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda devam etmeleri, küfre saplanmaları sebebiyle kaynar bir içecek ve can yakıp inleten müthiş bir azap vardır.” (En’am Sûresi 70. Âyet)

‘Dinlerini oyun ve eğlence haline getiren kimseler’ veya ‘oyun ve eğlenceyi din haline getiren kimseler’ olma tehlikesine çok dikkat etmemiz icap eder. 

   İnşaallah Ramazan ayına girerken ruh bakımını, beden bakımından öne alacağız. Sosyal hayatın içindeki bir Mü’min olarak bu ayda, sahip olduğumuz bütün nimetlerin Rabbimiz tarafından imtihan için emanet edilmiş değerler olduğunu unutmayacağız. Paylaşabilenler, bu imtihanı kazanabilirler. Gönlünü Ramazana açanlar, elini ve kapısını da ihtiyaç sahiplerine açarlar. Yoksullaşanların iç dünyasını da doyururlar. Din ve iman bakımından fakirleşmiş insanları da ihmal etmezler. Mesele, insanı insan eden değerlerin zaafiyet içinde bulunanlara takviye edilmesi, onların beslenmesi, Kur’an ile irtibatının sağlanmasıdır. 

Kur’an’ın hayatımızda olması için, kişiliğimizi Kitabımıza inşa ettirmeliyiz. Kendimiz ve diğer insanlar için Kur’an’ı getiren Ramazan ayını Kur’an ile karşılayacağız. Okuyacağız, düşüneceğiz, O’nu hayatımıza taşıyacağız. İman/amel/ihlas yoluyla…

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23