• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Ne zaman normalleşeceğiz?

16 Ekim 2016
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Ne kadar zor bir mücadele döneminden geçtiğimizin farkında mıyız? Bu şartlardan kurtulmanın tek çaresi Allah ve Rasulü’nün ölçüleriyle hareket etmektir. Şeklî dindar gözükenlerin yaptıkları yanlışlıkları dine mal edip dinden soğuma yerine Dinimizi, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i ve onun uygulayıcısı ‘iki ayaklı Kur’an’ olarak vasıflandırılan Peygamberimizi sahih kaynaklardan öğrenmeden, öğrendiklerimizle amel etmeden kurtulamayız.

Ne kadar zor bir mücadele döneminden geçtiğimizin farkında mıyız? 

Büyük bir İstiklal ve Çanakkale savaşlarından, 1920 TBMM açılışından sonra tarihimizi, yapılanları, Cumhuriyetin ilanını, Tek Parti (CHP) dönemini, yapılan inkılapları, İstiklal Mahkemeleri marifetiyle idamla öldürülen yüzlerce hatta binlerce insanımızı, demokrasiye geçişi, demokrasi adı altında devrin Başbakanı ve iki Bakanının idam edilmeleri, vs. bütün bunları ilmî, objektif olarak konuşup yazamaz haldeyiz. Hâlâ karma eğitimden kurtulamadık. Hâlâ özel Dini okullar açamadık. Hâlâ şahısların putlaştırılmasından kurtulamadık. Adam sağmış gibi anıt kabrinin başında deftere sanki bizim yazdıklarımızı okuyormuş gibi yazılar yazıp, heykellere selamlar çakıp, çelenkler koymaya devam ediyoruz. 

27 Nisan’ları, 28 Şubat’ları yapanlar ayrı, sanki 15 Temmuz’u yapanlar ayrı askerlermiş gibi toplumu şartlandırmaya çalışıyorlar. Güzel ve milletinin, ümmetinin insanlığın faydası için çalışanların takdir edilip yardımcı olunması gerekirken, aynı düşmanların kin ve öfkesini taşıyanlarla, vatan/millet/devlet düşmanları veya ihanet içinde olanlarla, bu zihniyeti taşıyanlarla ne yapabiliriz? Neyi paylaşabiliriz ki… 

Ne kadar zor bir mücadele döneminden geçtiğimizin farkında mıyız? Bu şartlardan kurtulmanın tek çaresi Allah ve Rasulü’nün ölçüleriyle hareket etmektir. Şeklî dindar gözükenlerin yaptıkları yanlışlıkları dine mal edip dinden soğuma yerine Dinimizi, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i ve onun uygulayıcısı ‘iki ayaklı Kur’an’ olarak vasıflandırılan Peygamberimizi sahih kaynaklardan öğrenmeden, öğrendiklerimizle amel etmeden kurtulamayız. Din devlet ayrılığı müdahalesizlik ve tahakkümsüzlük çerçevesinde, karşılıklı anlayış ve yardımlaşma istikametinde gerçekleşmelidir. 

Bizde uygulanan laiklik değil, dinin devlet denetiminde ve vesayetinde bulunması sistemidir. 

Bunun en bariz delili, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatının mevcut durumunu kendi isteklerinde kullanmak. Şu anda aydın geçinenlerin istediği; ‘Din devletin denetiminde, yönetiminde, vesayetinde olmalıdır. Din, bir vicdan hadisesi olarak kalmalı, dünya işlerine karışmamalıdır. Din, devlete karışmamalı ama devlet dine karışmalıdır. Hıristiyanlığa verilen haklar o haliyle dahi İslam’a verilemez. Biz, yarım-laik olmak zorundayız. Gerekirse çağdaşlık adına demokrasiden vazgeçebilmeliyiz. Demokrasiyi terk etmek çağdaşlığa aykırı değildir. Ama üniversiteli kızların başlarını örtmesi çağdaşlığa aykırıdır! Diyanet teşkilatı, din hizmeti için değil dini kontrol için kurulmuş idari bir zabıta teşkilatıdır ve öyle kalmalıdır.’ Bu görüşü paylaşanlar için de öyleleri vardır ki; laiklik meselesinde hiçbir ilmi-fikri-hukuki hasbilik ve safiyet özelliğine sahip değildirler. Sosyalist de olabilirler, mason da batıcı da. Ama laiklikleri her halükarda tepeden inmecidir. Milletin doğruyu seçebileceğine güvenmezler. Diğer vasıfları, laikliklerini değil laiklikleri diğer vasıflarını tayin eder. Halkçı iseler halka rağmen halkçıdırlar. Demokrat iseler demokrasiye rağmen demokrattırlar. Batıcı iseler batıya rağmen batıcıdırlar. Milliyetçi iseler millete rağmen milliyetçidirler. Hatta İslamcı iseler İslâm’a rağmen öyledirler. Kısaca her iyi şeyin yarısına taliptirler. Her şeyi madde ile ölçme hastalığından kurtulamıyorlar. Manevî yapısı sağlam olan bir toplum, nisbî gelir seviyesi düşük olsa da mutludur. Acıların ve sıkıntıların olması, ayrı bir konudur. İç dünyası zengin olan bir cemiyetin acıları ve sıkıntıları bile güzelliklerle doludur. Maddeyi ölçü yapmak, yanlıştır. Bunu söylemek maddeyi ihmal etmek değil; yerli yerine koymaktır. Yerine konulmamış maddî değerler, kendi muhasebe mantıklarının dahi olumsuzluklarından kurtulamazlar. Aslonan mânâ-madde dengesidir. Madde her zaman topaldır, kazandıracağı imkânlar zamana bağlı olarak değişir ve gelişir. Dengenin mânâ aleyhine bozulması, madde aleyhine bozulmasından daha vahimdir. 

Biz de samimiyet içinde ikazlarımızı yaparız. Doğruları söyleriz. 

Meselâ, vermek istediğimiz mesaj var, “Kalkınıyoruz, ilerliyoruz sanılmaktadır ama, geçmişe göre madde-mânâ dengesi mânâ aleyhine her geçen gün biraz daha bozulmaktadır” diyoruz. Esasen dert Batı’nın derdidir ve bize daha azgın şekliyle musallat olmuştur. Batı’cıyız ya! “Her ferd zenginlik peşinde koşarsa cemiyet kalkınır mutlu olur” formülü Batı’nın canına okudu, elma şekerinin şekeri bitti. Yaladığımız, elma şekerinin sopasıdır. Kıyaslamaların maddi ölçüsü de yanlış. Yerine konulmamış maddenin göstergesi doğru çalışmaz! 

Aydın geçinenlerin tek yaptıkları kutsalı olmadan yaşamak. 

Âdeta hayvanların içgüdüleriyle yaşadıkları gibi. 

Yaşadığımız çağ, geçmiş asırlara nispet edildiğinde; dünya hayatının belki de en şaşaalı bir şekilde ön plana çıkarıldığı çağdır. Bu hayatın gelip geçici bir hayat olduğu bütünüyle unutulmuştur. Dünya harpleri, toplu cinayetler, kazalar ve tabiî âfetlerle belki de bu kadar haşır neşir olmuş bir çağ da yoktur; ama bütün bunlar, kolay kolay insanlığın gözünü açacağa benzememektedir. Yine her şey ebedî kalınacak bir dünya ve ebediyen sürüp gidecek bir hayat hesabı üzerine bina edilmekte, reklam ve propagandalar her satırı ve her karesiyle zımnî bir beka vaadini içermekte, her şey dünya etrafında dönmektedir.

Aydın geçinenlerin hastalığı bu. Dünya sevgisi gönülleri öylesine kaplamıştır ki, zahiren dinî içerikli söylemler bile dünya hayatına getirdiği konfor itibarıyla değerlendirilmektedir. Dünya hayatını küçümseyecek en küçük bir îmâya tahammül gösterilmez; o sevgiliye asla toz kondurulmaz. Dinî yükümlülüklerimizi azaltan, böylece dünya hayatını mümkün olabilecek en geniş ölçüde dinin elinden kurtaran kimse baş tacı edilir.

Dünya hayatının kutsallığına herhangi bir şekilde leke konduran, bu hayatın fâniliğini hatırlatan, ölümden söz eden ve dünya itibarıyla herhangi bir fedakârlığı gerektirecek yükümlülüklerimizi önümüze koyan insan hiçbir şekilde makbul addedilmez; böylelerinin derhal “irtica” gibilerinden bir damga ile saf dışı edilmesi ve şu dünya üzerindeki keyfimizi kaçırmasına izin verilmemesi gerekmektedir. Düşüncelerinin, felsefelerinin, dünya görüşlerinin hepsi bu! Bunun üzerine bina edilmiş.

Oysa Allah’ın kitabında ve Allah Resulünün hayatında, dünyanın bu kadar yüceltildiğini hiçbir şekilde göremezsiniz. Her şeyin önünde âhiret vardır; dünya ona göre bir değer kazanır. Çünkü bâki olan hayat, âhiret hayatıdır. Bâki olan, fâni olamaz. Bu gelip geçici hayat, eğer bir değer ifade edecekse, yani bizim şu dünya üzerinde nefes alıyor olmamızın bir sebebi varsa, o da bize âhireti kazandırması itibarıyladır. Kur’ân’ın düzinelerce âyetinde son derece açık ifadelerle vurgulanan şey, sadece dünyayı isteyenin âhiretten hiçbir nasibi olamayacağı, dünya hayatıyla tatmin olanın ahirette cezadan başka bir şeyle karşılaşmayacağıdır.

Yeni bir anlayışa, bir zihniyet inkılabına muhtacız. Durmadan tekrarlanıp duran “değişim” kavramının bizim için gerçek manası budur. Buna kavuşmadan, ne tarih, ne iktisat, ne siyaset, ne fikir hürriyeti, ne ilim, ne medeniyet, ne de diğer kavramlarla ilgili meseleleri; bırakınız çözmeyi, seviyelice münakaşa etmek dahi mümkün olmaz.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23