• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Müslümanlar olarak böyle mi olmalıydık?

22 Temmuz 2017
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Yanlışa yürüyoruz

İmtihan dünyasındayız. Dünya nimetleri Müslümanları abluka altına aldı. İktidardan sınırlı bir şekilde faydalanma noktasında bir gayret sarf edildi. Müslüman kesim büyük nispette sosyal ve kültürel bir dönüşüme maruz bırakıldı. Değişim; aidiyetimizi, mü’min kimliğimizi aşındırdı. Bu süreçleri yaşamaktayız. Televizyon dizilerinden tutun da pek çok konuda bunu yer yer görmemiz mümkün. Vasıta ile gaye karıştırıldı. 

Müslümanlar başörtü ile okullara, Meclise bile giremezken başları kapalı olarak kamusal alana girdiler. Ancak kamusal alanın dönüştürücü gücüyle onlar da dönüşmeye başladı. Kamusal alana alınmayı bir hedef olarak gördüler. En büyük yanılgı buydu. Oraya katılmak bir hedef olmamalıydı. Müslümanların yapmaları gereken şeylerden biri kamusal alanı tahlil etmekti. Çünkü günümüzün kamusal alanı o bildiğimiz kamusal alan değil. Her şeyi gösteriye dönüştüren bir kamusal alan! Bulunduğu yere değer katan, bulunduğu yerle değer kazanan değil. Dinin de gösteriye dönüşmesi bilerek ya da bilmeyerek kaçınılmaz hale geldi/getirildi. Şu anda gördüğümüz de budur.  

Evler, yuvalar terk edildi. Aile Davası unutuldu/unutturuldu.

“Ev”lerini terk ettikleri günden itibaren değerlerini kaybettiler. Belki bunu evi terk etmeden düşüneceklerdi. Müslüman erkek kamusal alana katıldığında kapitalizmin nesnesi oldu. Bu erkekteki helal ve haram duygusunu alt üst etti. Müslüman kadın ise feminizmden büyük oranda etkilendi. Bu da kadının zihnini eşitlikçi bir zihniyete dönüştürdü ve kadın her şeyde başta kadın erkek ilişkileri olmak üzere eşitlik aramaya başladı. Ama unutmayalım İslam adalet dinidir, eşitlik dini değil. Adalet üzerinde yeterince tefekkür etseydik bu ikisi arasındaki ontolojik farkı anlayabilirdik. Kamusal alan Müslümanları aşındırmaya başladı. Düne göre çok özgür olan Müslümanlar gelecek nesiller hakkında endişe taşıyorlar. 

Haram/helal hassasiyetimiz aşınıyor, kayboluyor. 

Hadis-i Şerif’teki gibi Müslüman elinden dilinden kimseye zarar gelmeyen insandır. Bu emin vasfımızı giderek ve hızla kaybettiğimizin farkında değiliz. Haram/helal hassasiyetimiz aşınıyor, kayboluyor. Müslümanlar için çok büyük kayıp. Çünkü bazı şeyleri kaybettiğinizde kolay kolay yerine koyamazsınız. Koymak istediğinizde de çok büyük gayret ve zamana ihtiyacınız olur. Müslümanlar bunu telafi etmek isterse birkaç nesil alır. Küreselleşme ile gelen süreçlerin içinde yer alma arzusu ya da sınıf değiştirme kaygısı içindeki Müslümanlar ‘biz kalarak değişmek/değişerek biz kalma’yı unutuyor, bunu şimdilik erteliyor, düşünmekten kaçınıyor. Bu tutarsızlığın getirdiği en büyük yıkım imanla amel arasında büyük bir makas açılımına sebep olmasıdır. Bunun diğer adı sekülerleşmedir. Geçmişte birçok kavmin başına gelmiştir. Buradaki temel mesele, imanla amel arasında bir açılım söz konusuysa, böyle bir süreçte Müslümanlardan kendi akidelerine bağlı ameller beklemek giderek zorlaşır. Biz böyle bir süreçten geçiyoruz. Buna bağlı olarak da emin vasfımızı kaybediyoruz. İçinde yaşadığımız sosyal gerçeklik bu makasın açılmasını teşvik ediyor. Bu da Müslümanın şuurunda ciddi bir kırılma meydana getiriyor. Müslümanların bu karmaşık süreçlerde elde etmekte olduğu yeni zihin dünyasının İslam’ın kurmak istediği zihin dünyasından ciddi şekilde bir ayrılma dönüşüm ve kopuşa giden bir süreç yaşadığının muhasebesini yapması gerekirken âyet ve hadisten kaçınır hale geliyor. 

Biz Müslümanlar dünyaya Müslümanca bakamıyoruz. 

   Çünkü Müslüman olmakla dünyaya Müslümanca bakmak arasında fark vardır. Bu ‘şuur kayması’ halinin tamir edilmesi gerekir. Günümüze hâkim ‘özgürlük telakkisi’ ciddi şekilde problemlidir. Çünkü bu özgürlük daha çok insanın nefsi boyutunu özgür kılan ona öncelik veren bir özgürlüktür. Tabiri caizse günümüzün dünyasında haramlar yaklaştırılıp helaller uzaklaştırılmıştır. Böyle bir durumda Müslümanların değerlerinin iç anlam dünyaları boşalmaktadır. Yapılanlara ‘helâl mı haram mı? Meşrû mu gayrı meşrû mu? Günah mı sevap mı?’ soruları sorulamaz hale getirilmiştir. ‘Dünyevîleşme hastalığı’ hastalık olarak görülmeyip hayat tarzına dokunulmaz hale getiriliyor. 

Kavram kargaşası da oluşuyor. 

   ‘Şahadet’ kelimesi bile mana kaybına uğruyor. ‘Demokrasi şehidi’ benimsenir, kabul edilir hale getiriliyor. ‘Şeriat’ın tehlike olarak yansıtılması, dinin bir hayat nizamının dışına çekilmesi, Ramazan’ların rûhi, manevî havadan uzaklaştırılıp bir festival ve eğlencenin zemini olarak organizesi, algı değişiminin yapılması mutlaka üzerinde düşünülüp çare bulunması gereken en önemli meselelerimizdir. Batı’nın şartlarında ortaya çıkan ‘laiklik’ bizde dinin hayattan çıkarılıp vicdanlara hapsedilmesini sağlayan çok önemli bir ilke olarak yutturuluyor. Kimlikler bir anlam ifade etmiyor kimse için. Dindar insan; ‘hak yemez yahut yalan söylemez, rüşvet almaz, faiz yemez; hayvana, ormana, havaya, suya başka nazarla bakar. Sorumluluklarının farkındadır’ diyemiyoruz. İşler böyle yürümüyor. Sistem, ne pahasına olursa olsun kazanmak uğruna düzenlenmiş. Çaresizliğini gizlemiyor kaybının farkında olanlar.  “Kuralları biz koymadık. Var olmak için ya herkes gibi davranacaksın ya da ‘ben yokum’ deyip geri çekileceksin” mazeretine sığınıyor çoğu insanlar.

Din, yüzlerce yılda yaşantımızı, dünyamızı düzenleyen bir “hayat tarzı” olmaktan çıkarıldı. Sosyal bilimcilerin modernleşme dediği dönüşüm, Hıristiyanlığı kiliseye hapseden Batı’nın yeni dünya kurgusuydu aslında. Ve bu dünyada ahiret üzerine yapılan hesaplara yer yoktu. Adını da koydular: Sekülerleşme!

   Şunu görelim artık: Bu toplum sekülerleştikçe, siyasî olarak dağılmanın ve parçalanmanın; sosyal olarak ayrışmanın kültürel olarak etnik miyoplaşmanın ve psikopatlaşmanın eşiğine sürüklenecektir. Geniş muhafazakâr kesimler, biraz da kolayca sınıf atlamanın verdiği sarhoşlukla, önceleri hayat-memat meselesi olarak gördükleri temel meseleleri sanki halledilmiş gibi vurdumduymazca bir hayat yaşıyorlar. Egoizmin ortamı. Toplumun geniş İslâmî kesimlerinin tek terdi, daha fazla kazanmak, daha lüks bir hayat sürmek, daha fazla tüketmek. Daha fazla tükettikçe, daha lüks tüketim maddelerine saldırdıkça, daha fazla tükendiklerini göremez hale getirildiklerinin farkında bile değiller. Bu insanlar, İslâmî kesimlerin sekülerleşmelerinin, yozlaşmalarının, ahlâkî değerleri, varoluş ilkelerini yitirmeleri, duyarsızlaşmaları, bu ülkenin omurgasını teşkil eden alanlarını, direnç noktalarını kaybetmelerinin bu ülkeye faturasının son derece ağır olacağını görebilecek entelektüellerinin ikaz yapamaz hale gelmeleri de ayrı bir dert.   

Bu milletin yegâne temeli olan dinî hayatın yaşanmasını hızla terk ediyorlar. 

   Süratle, açgözlülükle, sekülerleşiyorlar. Kendi değerlerini unutmayan ilim ve fikir adamlarımız, dünyevileşme bedelimizi sekülerleşme ile özdeş olarak görebiliyorlar. Sekülerleşme, özgürleşmek demek değil; sekülerleşme dünyevîleşmek, duyarsızlaşmak, ahlâkî kaygıları terk etmek, konformistleşmek… Yolsuzlukların normalleşmesi, haram-helâl ayırımının unutulması, kul hakkının hiçe sayılması, etnik duyarlıkların putlaştırılması; dolayısıyla bu toplumu birbirine bağlayan, tutuşturan, rapteden tutkalın, ruhun, kardeşliğin yok olması demek. Sekülerleştikçe, bu ülkenin varlık sebeplerini yok ediyorlar; bu ülkenin tehlikeli bir sosyolojik, siyasî, zihnî, etnik parçalanmanın, ayrışmanın, husumetin, çözülmenin, yozlaşmanın eşiğine sürüklenişinin tohumlarını ekiyorlar aslında. 

İçi boşaltılmış bir dindarlık! 

Günümüzde, yazının ve sözün ağırlıkta olmadığı ama her şeyi görüntünün belirlediği bir kültürün dünyasındayız. Âdeta her şey görüntüye indirgenmiş, muhtevası ihmal edilmiş, önemsizleştirilmiş ve insanımızı ilgilendirmemektedir. Dindarlığı dışlaştıran, görünüşe indirgeyen dindarlığın azaldığı yeni bir dindarlıkla karşı karşıyayız. Bu daha çok sözde, arabada dinlenen kasette, tesettürde, sakalda kendini gösteren, fakat muhteva olarak giderek fakirleşen bir dindarlık! Zaten o içsel zenginlik enfüsi zenginlik giderek azaldıkça dışarıya sarkan görünüşü öne alan bir dindarlık. İşte böyle bir dindarlıkla karşı karşıyayız. İçi boşaltılmış bir dindarlık! 

Biz İslâm medeniyetinin çocukları olarak yeni bir model üretmek zorundayız. O model, Peygamberimizin oluşturduğu modeldir. Yeni bir çağ açan, zulüm çağını kapayan model!  

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23