• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yaşar Değirmenci
Yaşar Değirmenci
TÜM YAZILARI

Demokrasi İstismarı ve Düşündürdükleri

03 Eylül 2016
A


Yaşar Değirmenci İletişim: [email protected]

Bir Batı demokrasisini düşünelim. Amerika’yı, yahut İngiltere’yi, Almanya’yı. Oralarda darbe eğiliminde olduğu hissedilen yahut itaatsizlik meyli gösteren ve varlığı şart olan güveni gölgeleyici biri var ise, delil-ispat gibi işlemlere tevessül etmeden, o kişi görevinden alınır, pasif bir duruma getirilir. Yani ‘adli’, değil, ‘icrai’ bir konu olarak mütalaa edilir. Görevden alma, bir suçun varlığını ve onun ispatını orada gerektirmez. Devletin kurumsal varlığındaki istişari değerlendirme öyle bir kanaate varmışsa, gereken tedbir alınır ve uygulanır. Demokratik devlette öyle görevler vardır ki, “Beni bu görevden mahkeme kararı olmadan alamazsınız” yahut “ben burada mahkeme kararıyla otururum” denilemez. Hiçbir zaman o noktaya gelinmesi tasavvur bile edilemez. Milletin iradesi vardır, seçilmişler vardır. Kurumların temsilcileri ve yetkilileri, kamuoyu, medya vardır. Hepsinin bileşkesi olarak bir genel güven teminatı vardır.

Demokratik devlet yapısında ve hayatında ‘güven’, esastır. Milletin seçtiği iktidara güveneceksin. Çeşitli sınamalardan ve elemelerden geçerek üst seviyedeki görevlere getirilmiş kişilerin iyi niyetine güveneceksin. Aksi sübut bulmamışsa, güveneceksin. Demokratik toplumda bu güven ilkesinin büyük önemi vardır. Bir öğretmenin, bir din adamının dahi toplumda farklı bir derecede güvenilir olmasına demokratik toplumların ihtiyacı vardır. “Onlar yalan söylemez, onlar aldatmaz, çıkar istismarı yapmaz, iftira etmez” gibi. Onların şahadeti, kefaletleri ayrı bir önem taşır. Milli birliğimiz, tarihi-kültürel beraberliğimizin mahsulüdür. Aydınların millete güvenmemesi, bizim demokrasimizin bel kemiğindeki bir hastalıktır. Bir türlü rahat yürüyemiyoruz, sık sık düşüp kalkıyoruz. Demokrasimiz dik durmuyor. Millî iradeye karşı tedbir alma gibi anlamsızlıkları getiriyor. Bu durum kimsenin kimseye güvenmediği ve sahte güvenilirliklerin oluştuğu bir toplumsal yozlaşmayı tahrik ediyor; düşünce gelişemiyor, Sorumluluk bilinci bu yüzden kökleşemiyor. Millete güveneceksin ki, güven kaynağı bütün toplumu ve demokratik yapımızı besleyebilsin, kurumsallaşma gerçeklik kazanabilsin. 

Lafını çok ettiğimiz bazı kavramlardan ne anlıyoruz? Mesela ‘demokrasi’ nedir bizim için? Bireysel ailevi toplumsal hayatımızın neresine koyuyoruz demokrasiyi? Demokrasi, bir ‘güzellikler iyilikler doğruluklar’ dinamiği olarak kendiliğinden mutluluk neşreden sorumluluk şuuru kazandıran, herkesi ‘akıllı fikirli faziletli’ kılan bir sırlı sihirli varlık mıdır? Her şey onunla başlayıp bitiyor mu? Böyle bir demokrasi anlayışı nerede ne zaman var olmuş, hangi düşünürler tarafından yazılmış, hangi toplumların hayatında yaşanmış? Böyle bir masal ve fantezi bile yok. Demokrasi, tarihin çeşitli gelişim ve çalkantı dönemlerinden sonra, çeşitli sosyal-siyasi-iktisadi-kültürel özelliklerin muhassalası ve bileşkesi olarak şekillenmiş bulunan bir yönetim biçimidir. Üstelik ciddi problemleri ve zaafları da vardır. Batı’da, bunlara çare aramakla meşgul olan düşünce insanlarının sayısı da çoktur. Meselesiz insanların tek konusudur demokrasi; ama sadece lafını ederler, istismarını yaparlar. İşte bizim ‘birey’lerimiz oraya doğru gidiyor, sürükleniyor. Öyleleri var ki derin bir ahlak meselesine hiç önem vermiyor, sadece demokrasi konuşuyor. Kişilik, tutarlılık, sorumluluk şuuru, denge ve itidal aklı, bilgi, düşünce, ahlak, vicdan, sevgi hiç ilgi çekici konular değil! Şükür ve dua duyarlılıklarımız dahi belirsizleşti. Bütün ilgilerimiz, demokrasi kavramı etrafında dönüp duran birtakım anlamsız içeriksiz asabiyetlerden, tepki nakaratlarından yahut geyik muhabbetlerinden ibaret. 

Demokratik hakları savunmak  güzeldir, ama bu savunmayı yapanlar bölücülüğün yanlışlığını ve ona bağlı terörün insani olmadığını ifade eden sözler de söylemelidir. Birileri sadece demokratik hakları dile getiriyor ve fakat bölücülüğün terörün yanlışlığından çirkinliğinden hiç söz etmiyor ise; ortada sağlıksız bir durum ve çözümü mümkün olmayan bir kısır döngü var demektir. Mesele demokrasiyi sindirememek, algılayamamak, bizim milletimizin demokrasiye layık olmadığı ve seçmesini bilmediği saplantısından kurtulamamak meselesidir. Ve bu bir ‘aydın meselesi’dir. Demokrasi 1950’den beri çeşitli müdahalelerle ve müdahale teşebbüsleriyle aksadıysa; bu bir düşüncenin, bir aydın tavrının, bir seçkincilik felsefesinin eseridir. ‘Demokrasi’ de bizim aydınlarımızın kutsalı haline getirilmiş. Neredeyse ‘Din’ yerine koyacaklar.  

Ruhumuzla, kanımızla bin senedir tarih içinde yoğrulan biz, millet olamadık mı daha? Böyle mi görüyor dünya bizi? Bu dünya bizi, “Gen tahlilleri yaptırtıp, laboratuar sonuçlarına göre coğrafi bölgeler tesis ettirme muamelesine tabi tutma” komedisini yutacak kadar ilkel ve şaşkın mı görüyor? Bu dünyanın böylesi oyunlarına kanacak aydınlarımız nasıl var olabiliyor? “Demokratikleşme” adı altında her türlü bölücülüğe, terörün faaliyetlerine serbestlik talebinden bahsediliyor. Demokrasi öyle gerektirmiş! Bu “demokrasi” denilen şeyin manevi-milli icapları yok mudur? Siz bu demokrasi kelimesini takvim yaprağından mı öğrendiniz? Bu demokrasi muhabbetini nereye oturtacaksın? Hangi temele, hangi değer ölçülerine, hangi müesseselere, hangi düşünce birikimine, hangi kadrolara, hangi dengelere? Liberalizmin de Kapitalizmin de iflasa doğru gittiğini en açık belirtilerle gösteren tecellilere rağmen, bu zavallı insanlık acaba İslâm’a doğru yönelmeyecek mi? Asıl mesele budur! Yanlış uygulamalar, İslâm’dan kaynaklanmayan örnekler, yüzünden şifa vesilesi ilaçlar “acaba beni zehirler mi?” tereddüdüne mi yol açıyor? Bu tedirginlik ve tereddütler, İslâm’a yönelmeye mani bir hal mi oluşturuyor acaba? ‘Sûi misalin emsal olamayacağını’ unutmayacağız. 

Milletin basiretine, milletin seçtiklerine ve ileri demokrasinin bizde uygulanabileceğine inanmıyorlar. Kendi arzu ve isteklerinin dışındaki her gelişmeyi “tehlike” olarak görüyorlar.

Bir polisin başörtüsüne bile tahammülleri yok. Demokrasiden anladıkları kendi ideolojilerinin dışındakilere hayat hakkı tanımamak! Onların “oy”ları bile farklı olmalı. Devletin bütün imkanlarını senelerce kullanma imtiyazlarını kaybetmenin telaşı hiç üzerlerinden gitmedi.  Halkın seçtiği Cumhurbaşkanının bir tören vesilesiyle davetine bile katılmayacağını bildiren muhalefet liderinden, bazı baro gibi kuruluşların üyelerine varıncaya kadar bu hazımsızlık ve tahammülsüzlüğü neyle/nasıl izah edersiniz? Üstelik ’15 Temmuz’da yaşananlardan sonra bazı protesto mitinglerine katılan Cumhuriyet Döneminin en zalim Partisinin devamı ve varisi olan Muhalefet Partisinin liderinin samimiyetsizliğini, oturmamış kişiliğini, gelişmemiş fikir, düşünce ve inanç yapısını nereye koyacaksınız? Böyle bir toplumun fikir hayatı olamaz. Fikir hayatı olmayınca demokrasinin köklerine su yürümez, güven ve sevgi yürümez. Demokrasi bir korkuluğa döner. 

İleri demokrasiye giden yolun ilk adımı, başlangıcı, sırrı, formülü ‘önce millete’ güvenmektir. Demokratik toplumlarda halkın seçtiklerine güvenme, onlara inanma ihtiyacı vardır. Son gelişen vahim, ahlaksız ve çirkin olaylar “inanma ve güvenme” melekelerini zedelemiştir. Yapılan fahiş hatalar, gayri ahlaki haller, ortaya çıkan kızarmaz ve utanmaz yüzler, bu Milleti derinden yaralamıştır. Ne hakkınız var bu Milletin mukaddesleriyle oynamaya. Yanlışa yaslanarak, yanlışa taviz vererek, bile bile yanlış yaparak, varılabilecek hiçbir doğru yoktur. Bütün doğrular İslam’ın özünden gelir. İslam’ın özünü yanlış bilen, tarihi-sosyolojik doğruları da kendini de hayatı da öğrenemez. Her cenazede haykırılan “Şehitler ölmez! Vatan bölünmez!” sözlerinin temelinde “din” yok mudur? Şehit ailesi o imanlı insanlar toprağa verdikleri evlatlarının arkasından, “vatana-millete feda olsun” sözleriyle “şahsiyet âbidesi” duruşlarıyla, vakur halleriyle muhataplarını iz’ana, insafa davet etmiyorlar mı? 

Dinle-imanla Allah’la, Peygamberle aranızı düzeltin. Açmadığınız kitabı okuyun. Uzak kaldığınız değerlerinizi kaybettiğiniz bir malınız gibi arayıp bulun. Kutsalınızı “kendi mukaddesleriniz”den alın. Milleti millet yapan değerlere sahip olmadığınız müddetçe; vatan-millet düşmanlarıyla mücadele edemezsiniz. Tarihi, bilgi ve kültürünüzü gözden geçirin. İmansız, Kur’ansız bir tane kazanılmış zaferin olup olmadığını araştırın. Milletimizin diğer milletlerden üstünlüğünün neler olduğunu, bu üstünlüğün menbasının ne olduğunu inceleyin. Bütün bunlardan sonra; İç dünyanıza dönüp bir “nefs muhasebesi” yapın! 

Her şeye rağmen gönül kusuru olmayan bu millet, hatadan dönenleri affeder.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23