• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Süleyman Önsay
Süleyman Önsay
TÜM YAZILARI

“Keşke bunu bilselerdi!”

19 Ocak 2018
A


Süleyman Önsay İletişim: [email protected]

Din karşıtı bir düşünce ve hayat çizgisini benimseyenler için Yüce Rabbimizin “(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” buyruğunu açıklayan bir yorumu arz etmiştik.

Bu ayet-i celile bazı “..kesimlerin algıladığı anlamda bir dünya görüşünün yanlışlığına dikkat çekmekte; bu anlayışla yaşanan bir dünyanın sadece sıradan, gelip geçici zevkler ve hazlardan ibaret olduğu uyarısında bulunmaktadır. Halbuki insan için önemli olan, ‘âhiret yurdu’ndaki asıl hayatı kurtarması, oradaki mutluluk ve esenliği için çalışmasıdır” denilmektedir. 

Peki bu hedef için çalışmak ne anlama gelmektedir? Şu satırlar buna cevap niteliğindedir:

“.. insan, hedefini dünyanın geçici zevkleriyle sınırlamayıp kendini ‘baki kalan sâlih işler’e(Kehf 18/46) adadığı takdirde sadece âhireti için çalışmakla kalmayıp dünyasını da anlamlı kılmış olur. Artık bu insan, kendisine ‘Yeri göğü yaratan kimdir?’ diye sorulduğunda sadece ‘Allah’tır’ demekle kalmaz; aynı zamanda din ve dünya ile ilgili bütün işlerinde Allah’ı tek ve mutlak otorite olarak görür, yalnız O’na kul olur, O’na itaat eder; yanlış ve yanıltıcı olması asla düşünülemeyecek olan ilâhî iradeye uygun bir hayat sürer; dünyanın güzelliklerini de âhiretin güzelliklerini de O’ndan bekler.(Bakara 2/201) nihayet bu iman ve ihlâs ile yaşadığı sürece her iki güzelliği de elde eder.” (1)

Hal böyleyken bugün bizler ortaya koyduğumuz yaşantımızla hangi konumdayız? İşte bu hayati soruya ışık tutan çok çarpıcı bir değerlendirmeyi birlikte izleyelim:

Tenkit edenler ve etmeyenler, bozulmanın farkında olanlar ve olmayanlar her kim varsa modernizmin ve modern hayatın az veya çok etkisi altındadırlar ve başka şartlarda olabileceği nispetle farklı bir yaşantı içindedirler. Dine, örfe ve âdete bağlı nice telakkiler, alışkanlıklar, kurallar ve uygulamalar değişti; bu değişime de az veya çok uymayan yoktur. Kullandığımız aletler, kılık ve kıyafetlerimiz, ev düzenimiz, aile ve akraba ile ilişkilerimiz, dünya ahiret dengesine ait hesaplarımız ve davranışlarımız, israf ve lüks konularındaki telakki ve amelimiz, sosyal yardımlaşma ve dayanışma ile ilgimiz... hasılı hayatımızın her alanında değişmeler var; bunların bir kısmı, İslam’a göre “bozulma”dır, bir kısmı ise zaten değişmeye açık alanda olmuştur ve bozulma sayılmaz. 

Sekülerleşme ve bozulmayı sık sık gündeme taşıyanlar, ama kendilerine bakmaksızın hep başkalarını hırpalayanlar önce kendilerine bakmalılar; öz eleştiriye kendilerinden başlamalılar ve şu soruyu sormalılar: “Ben sekülerleşmenin neresindeyim?”. 

Sekülerleşme iki şekilde oluyor: 

1. Dünyaya aşırı meyil.

2. Dinin hayatımızda olması gereken alanlarını daraltma. 

Dünyaya olması gerekenden daha fazla meyletme hastalığı yeni değildir ve İslam ahlakçıları her zaman ve zeminde bu manevi hastalığa dikkat çekmiş, tedavisi için gayret etmişlerdir. İnsanlar yaşadıkları gibi inanmaya meyilli oldukları için “dünyaya ölçüsüz pay ayırma” şeklindeki sapma zaman içinde meşrulaşıyor, insanlar bundan rahatsızlık duymamaya başlıyorlar. Bu arıza günümüzde de oldukça yaygındır. 

Dinin mümin hayatında olması gereken alanlarını teorik olarak daraltma manasındaki sekülerleşme bir yandan din yorumcuları, diğer yandan uygulayıcılar eliyle oluyor. 

Dini yorumlayanlar laik ve liberal demokrasi ile İslam’ın bir arada nasıl olabileceğine kafa yoruyorlar ve bunların bir kısmı: 

“Bu ikisi arasında uyuşma ve uzlaşma olmaz, bunlardan biri varsa diğeri -en azından tam uygulama bakımından- yoktur, İslam’ın değişmezlerini değiştirmeden onu, liberal laik demokrasiye uydurmak mümkün olmaz, bu sebeple eğer böyle bir düzende yaşamak mecburiyeti varsa müminler, inanç ve telakkilerini muhafaza ederler, uygulamayı ise imkan dahilinde yaparlar” derler. Ben de böyle diyenlerden biriyim. 

Diğer bir grup (İslam modernistleri) ise “İslam iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir, diğer alanlarda dinin kuralları (Kur’an ve Sünnet’in açıklamaları) sürekli ve bağlayıcı değildir; siyasi, hukuki, ictimai, iktisadi, medeni... alanlarda müminler çağın gereklerine (liberal laik demokrasinin kurallarına) uyarlar ve buna İslam engel değildir” diyorlar.

Sekülerleşmenin en kötü olanı İslam’ın değişmezlerini değiştiren, imanda, fikirde, anlayışta meydana gelen sekülerleşmedir. 

Kötü olmada bunu takip edeni ise “önce bazı alanlarda uygulama bakımından İslam’ı terk etme, sonra bunu bir şekilde meşrulaştırma”dır. 

Bu konuda bir başka problem de “imkansızlık, zorluk, yani zaruretler sebebiyle İslam’ın eksik uygulanmasının zaman geçtikçe tabiileşmesi, normalleşmesi ve böylece kıblenin şaşırılmasıdır.

Dini, müminlerin hayatında kamil manada gerçekleştirmek ve korumak isteyen mürşidler, bir yandan zaruretleri görmek ve buna göre geçici çözümler üretmek,diğer yandan da kamil olana doğru yolculuğu devam ettirmek için çaba göstermek durumundadırlar. 

Sözlerimizi ayet-i celilenin mealiyle noktalayalım:

“(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” (Ankebût Sûresi, 64)

....

1- Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/264-265.

2- Hayrettin Karaman, [email protected], 09 Ocak 2011

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23