Müslümanlar, “kaos çağı”nı yaşıyor
Kaosun temeli, ahlâk zafiyetidir.
İslami tefekkür, İslâm ahlâkının muhtevasını keşfetme meselesidir.
Ahlâk olmadığında, İslami tefekkür değil, batı entelektüellik söz konusudur ki, Müslümanlar için bu durum ancak “serkeşlik” olarak ifade edilebilir.
•
İslam medeniyetini inşa eden ve bugün medeniyetin ihyası için gerekli olan kurucu kavramlar; ilim, irfan, tevhid, iman, ahlâk, ıslah ve adalet.
İlimsiz yol bulunmaz, irfansız kemâle erilmez, tevhidsiz iman, imansız kulluk olmaz, yol yürünmez, ahlaksız felâh bulunmaz, ıslah yoksa ifsat vardır, ifsadın olduğu yerde de adalet yoktur. Bu kavramlardan biri dahi devre dışı kaldığında medeniyet veya medeniyet perspektifi çöker. (1)
•
Müslümanların Anadolu’da yeniden bir medeniyet hamlesi gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engellerden biri ‘modernite’ kavramıdır. Modernite, verdiğinden çok almasıyla meşhur olan sinsi ve dünyevî savruluştur.
Modernite, güneşin battığı karanlık coğrafyanın suni ışık altında ürettiği bir makyajdan ibarettir ve karanlık coğrafyaya bile faydası olmamıştır. Ne var ki, karanlık coğrafya güneşten mahrum olduğu için o makyaja mahkûmdur, buna mukabil Müslümanlar güneşe sahip oldukları için makyajsız halleriyle parıldarken, ‘gardırop inkilapçılığı’nın tesiri altında kalmış ve o soluk dünyanın taklidini marifet bilmeye başlamıştır. Müslümanlar ‘mânâ’ ve ‘maksat’larını kaybettikleri an, ‘Eşref-i mahlûkat’ makamındaki ‘ahsen-i takvim’ tahtından inip ‘Esfel-i safiliyn’ derekesindeki şeytanın tahtına oturmaktan kurtulamazlar. (2)
•
İnsanlık tarihinin benzersiz tefekkür hamlelerinden birini gerçekleştirdik ve bir medeniyet dili inşa ettik, adına da Osmanlıca dedik. Bal gibi Türkçeydi, ne ki hiç kimse Orta Asya’daki Türkçe’nin böyle bir oğul verebileceğine inanamadı. Deliden dâhi doğmuştu ve tabii ki inanılmazdı. İmanın ne olduğunu anlamayanlar için inanılmazdı, zira ana rahmini iman döllemişti. İmanın kendisi zaten bir mucizeydi, neticeleri de öyle oldu ve imandan nasibi olmayanlar anlayamadı o muhteşem hamlenin ne anlama geldiğini.
•
Asırlar sonra birileri daha anladı, güneşin battığı tarafta. Sır; iman ve dilde mahfuzdu. O ikisi yerli yerinde durduğu müddetçe medeniyet kendini yeniden doğuracaktı. Orta Asya Türkçesi’nden medeniyet dili inşa eden bu millet, medeniyet dilini muhafaza ettiği müddetçe tekrar dirilecekti. Güneşin battığı karanlık coğrafyanın kanalizasyonlarında yaptılar hain ve sinsi plânlarını. Dediler ki, ‘Dillerini ve imanlarını almalıyız!’. Güneşin doğduğu bu topraklarda ışığı medeniyete tahvil eden bir dil, idrak ve iman havzası vardı ve bütün dünya buradan aydınlanıyordu. Güneşin battığı topraklar ancak buradaki medeniyet kristalinden yansıyan ışıkla idare ediyordu. Ne ki tabiatları karanlığa alışık olduğu için, ışığın kaynağını kuruttu yarasalar.
Dil devrimi yaptılar, artık ‘mefhum’larımız yok ‘kavram’larımız var. ‘fehmetmeyi’ bıraktık, ‘kavrama’ya başladık.
‘İdrak’ etmeyi bıraktık, ‘algılama’ya başladık. Bunlar arasındaki fark ise, ‘medeniyet’ ile ‘vahşet’, arasındaki fark kadardır.
•
Aile birliğinden, içtimai müessesesine, buhran içindeki gençliğinden ıstırap ve hafakan yüklü cemiyetine kadar her bir köşesinde fokur fokur kaynayan batının çatır çatır çöktüğünü görmek bizim nesle nasipmiş. Batı’nın büyük gürültüyle çöken enkazının altında kalmayanlara ne mutlu.
Yeni bir medeniyet ve tasavvurundan ve yeni bir medeniyet hamlesinden bahseden Müslümanların olması ümit vericidir.
Bu ümidi muhafaza etmenin ilk şartı ise batının bilgi telâkkisinden kurtulmaktır.
Batı uygarlığının epistomolojik evreninde ‘hakikat’ yoktur. Oysa bizim medeniyetimiz, Allah (CC) ile insan arasındaki münasebetin muhtevasını ve usulünü tayin eden hakikat kaynaklıdır. Hakikat, ‘Mutlak İlim’ olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’den ibarettir. Mutlak ilim yoksa, bizdeki ilim ve batıdaki bilim, ‘zan’ ile ‘vehim’den ibarettir! (2)
•
Alihan Haydar
Metin Acıpayam (Terkip ve İnşâ-İslam Medeniyet Tasavvuru)