Üniversiteler yeniden 1950 öncesine dönebilir!
Sayın Cumhurbaşkanının akademisyenlerin önündeki engellerin kaldırılması anlamında “yardımcı doçentlik kaldırılsın” demesi YÖK ve MEB’i harekete geçirmişti.
Bu hafta muhtemelen TBMM’de konu ile ilgili kanun görüşülmeye başlanacak.
Söz konusu kanun taslağında tam olarak nelerin yer aldığını bilmemekle beraber, basına yansıdığı kadarı ile ana hatları biliniyor.
Yardımcı doçentliğin kaldırılmasının neleri getireceği ya da neleri götürüleceği tartışılabilir.
Yani, bilinen haliyle bir isim değişikliğinin neyi ne kadar çözeceğini, kanun yasalaştığında ve uygulandığında daha net olarak görülecek.
Benim üzerinde durmak istediğim, ya da milletvekillerimizin dikkatini çekmek istediğim husus “Doçentlikle ilgili düzenleme”dir.
Henüz kanun maddelerini görmediğimiz için endişelerimiz, belki de karşılığını bulmayacak ama biz yine de bir akademisyen olarak görüşlerimizi “testi kırılmadan” paylaşma görevimizi yerine getirelim.
Aldığımız duyumlara dayanarak söyleyebiliriz ki “Doçentlik unvanının alınması aşamalarından bazıları” üniversitelere bırakılıyor.
Üniversitelerin akademik özerkliğini sonuna kadar savunan bu camianın bir üyesi olarak, özlük hakları ile ilgili tasarrufların tümüyle üniversitelere bırakılmasına karşıyım.
Nedenim kişisel değil.
Ben zaten geleceğim yere bir “profesör” olarak gelmişim.
Benim endişem gelecek nesillerimiz için.
Rahmetli Özal döneminden önce kurulan üniversitelerin büyük bölümü, sol kökenli belli mihrakların tekelinde bulunuyor.
Bu durum, atanan aklıselim rektörlerle bazı üniversitelerde bir nebze gevşemiş olsa da, hâlâ büyük üniversitelerimizin kahir ekseriyetinde “Kemalist, ateist, din düşmanı” aşırı sol fikirlerin mensupları, akademik kadroları muhafazakâr akademisyenlerle paylaşmamak adına “kuş uçurtmuyor”.
Benim endişem, bırakılacak mevcut durumdan daha fazla bir “inisiyatifin”, kimilerinin bir yerlerde diş gıcırdatarak özlemle beklediği üniversiteleri “1945 anlayışına” götürmesidir.
“Beşer nisyan ile malüldür” demiş atalarımız.
Ama biz yine de bazı yaşanmışları unutmamalıyız!
TUS merkezi sınavı gelmeden, belli çevrelerin görüşlerini paylaşmayanların, “tıpta uzmanlık yapamadığı” gibi...
“Kafayı çekmeyenlerin üniversitelerin kapısından bile geçemediği” gibi…
Aile fertlerini ya da eş dost ahbap çocuklarını üniversitelere sokarak dededen toruna “üç nesil akademisyenlik garantisi” gibi…
Kendi ideolojisini benimsemeyenlerin, “akademisyenliği ancak rüyasında görebildiği” gibi…
Örnekler daha da artırılabilir.
Şimdilik bunlarla iktifa edelim.
Netice-i kelam, ilgili kanun taslağı Mecliste görüşülmeye başlandığında, Sayın vekillerimizin ki içlerinde çok sayıda akademisyen ve hukukçu da var, kılı kırk yararak, meseleyi aslımıza ve asrımıza yaraşır şekilde çözeceklerine…
Ve bizi 1945’lere götürecek inisiyatifleri üniversitelere bırakmayacaklarına…
İnancım tamdır.
İnşallah yanılmam.
Hayırlı Cumalar…