• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Latif Erdoğan
Latif Erdoğan
TÜM YAZILARI

Fethin yorgun günlerinde...

18 Şubat 2017
A


Latif Erdoğan İletişim: [email protected]

“Allah’ın yardım ve zaferi geldiği zaman; ve insanların topluluklar halinde Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün vakit; hemen Rabbini hamt ile tespih et ve O’ndan af dile. O, tövbeleri bolca kabul edendir.”(110/1-3) Hak dine dehalet gibi, dünya ve ahiretin en büyük nimetini, onlara bir nimet olarak ihsan eden Rabbinin şanı ne yüce, ne büyüktür. Sen de bu büyük nimetin onlara ulaşmasına Allah’ın seçtiği bir vesilesin. Hem senin hem de onların böylesine ilahi ikrama mazhariyeti elbette o nimet ölçüsünde hamt ve sena ister. Sen hem kendi adına hem de insanlar adına bu vazifeyi yerine getirmeye çalış. Ne ki, böylesi büyük bir nimetin şükrünü eda etmek beşer takatini aşar; ne kadar çok şükredilse yine de çok eksik kalır. Bu eksiklik de seni tövbe ve istiğfara yöneltsin. Hiç şüphe etme ki, Rabbin tövbeleri, edilen tövbe ve istiğfarların zati kemiyet ve keyfiyetlerine göre değil, kendi rahmeti büyüklüğü ve enginliği ölçüsünde kabul edendir.. Toplu dehaletlerde insanı istiğfara zorlayan en önemli etkenlerden biri de adalet-i mahza denilen ve ferdin haklarını topluma feda etmeyen gerçek adaletin ikamesinde baş göstermesi muhtemel eksikliklerdir. Hele kelepir dönemi başlamış ve herkes ayrı bir sevdaya düşmüşse.. Böyle süreçlerde başkasında kusur arama yerine herkes kendi eksikliklerini gidermeye uğraşmalı ve bol bol istiğfar ile günahlarından arınmaya çalışmalıdır. Ve hem kendi manevi hayatında (ruh, kalp ve latifelerinin hakkına riayet gibi) hem de başkalarını ilgilendiren hususlarda adaleti mahza ölçüleri dışına çıkılmamalıdır. Başarı sürecinin en önemli önceliklerinden biri de hiç kuşkusuz otokontrol mekanizmasının sağlıklı işletilmesidir. Otokontrol hem içsel hem de dışsal anlamda her zaman mühim olmakla birlikte, özellikle başarı ve fetih dönemlerinde daha bir önem arz eder. Öyledir, çünkü söz konusu dönem, aksiyonun hız ve yoğunluğu sebebiyle, tefekkürün az-çok ihmale uğradığı bir dönemdir. Dış kültürlerle temas nedeniyle negatif etkilenme daha çok muhtemeldir. Manevi beslenmede inkıta ve kesilmeler daha çok mümkündür. Ruhsatlarla amel fetvasından kaynaklanan bir gevşeme ile azimetlerden uzaklaşmış bulunmak daha bir kaçınılmazdır. Başarılarla gelen keyif verici nefsani hazlara ülfet ve bu ülfetin getirisi benlik, bencillik, gurur, kibir gibi olumsuzluklara düşmek riski bu dönem ve dönemlerde daha bir fazladır. Ve şevk denilen metafizik gerilimin, kuru coşku, gereksiz şımarmalarla örselenerek bu motive edici gücün işlevsiz hale gelmesi böylesi dönemlerde daha sıkça görülen arızalar cümlesindendir.. Reel durum bu olduğu içindir ki, İlahi Beyan’da savaş için topluca seferber olunması gereken hallerde bile bazı kişilerin savaşa katılmayarak dinde derinleşmeleri istenmiş ve söz konusu kişilere toplumu irşat görevi verilerek şöyle denilmiştir: “Müminlerin hepsinin topluca seferber olmaları uygun değildir. Öyleyse her topluluktan büyük bir kısmı savaşa çıkarken, birtakım da din hususunda derin bilgi sahibi olmak/ dini hükümleri iyice öğrenmek için uğraşmalı, savaşa gidenler döndüklerinde, kötülüklerden sakınmaları adına toplumu uyarmalıdır.” (9/122) Dinde derinlemesine bilgi edinmek (tefekkuh), bilinmesi gerekenleri bilmek yanında yapılması gerekenleri de yapmakla elde edilebilecek nihai tecrübeler yekûnudur. Bu yönüyle de pratikten yoksun salt bilginin bu kavramın ön gördüğü muhtevayı ifade ediyor olması imkansızdır. Durum böyle olunca da, toplumu irşat edecek bilgin ya da bilgelerin aynı zamanda ameli bağlamda da topluma örnek olmaları, uyarılarını sözle olduğu kadar hal diliyle de yapmaları zarureti vardır. Ancak böylesi irşattır ki, istenen ölçüde verimli olur, kendisinden beklenen neticeyi semere verir. Söz konusu hassasiyet içinde dini bilgilere öncelik tanınması gayet normaldir. Çünkü yozlaşmanın, bireysel ve toplumsal kokuşmanın ana merkezinde dini hassasiyetin azalması, hatta tamamen yitirilmesi bulunmaktadır. Durum böyle olunca, çareyi de yine dine dönüşte aramak en mantıki, en rasyonel yoldur. Otokontrolün içsel boyutu, bireylerin, nefis muhasebesi denilen özeleştiri bilincini uygulamalı etiğe dönüştürmeleri sonucunda elde ettikleri koruyucu halin adıdır. Peygamberimiz Efendimizin: “Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekin” buyrukları doğrultusunda yaşanan bu keyfiyetli hal, esasen hem fertlerin hem de toplumların bozulmalarını önleyecek çok yönlü mükemmel tek çare mevkiindedir.. Bu çareye yöneliştir ki, kişiye hatalarını, kusurlarını, yanlışlarını hatırlatır. Hatırlamalar ne kadar güçlü olursa vicdan o derece güçlü olarak devreye girer. Neticede vicdanın ikna edici beliğ nutku, nefsin mesnetsiz mazeretlerine karşı galebe çalar.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23