• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Prof. Dr. İbrahim Bektaş
Prof. Dr. İbrahim Bektaş
TÜM YAZILARI

Tanklar gerçeği gördü

22 Temmuz 2016
A


Prof. Dr. İbrahim Bektaş İletişim: [email protected]

Öncelikle milletimize ve İslam coğrafyasına geçmiş olsun.

Allah, büyük bir musibetten -Sayın Cumhurbaşkanımızı sağ bırakarak- hepimizi korudu.

Bugün sizlerle “tanklarla ilgili duygularımı” paylaşacağım.

Özgürlük savaşlarında tanklarla tanışmam ilk kez Ahmet Güner’in “Tanklar gerçeği biliyor” kitabı ile oldu. 

II. Dünya savaşından sonra SSCB blokunda yer almak zorunda kalan Avrupa ülkeleri, Batı blokunda yer alan halkların yaşadığı “hür ortamı” gördükçe, kendi ülkelerinde de yaşama istekleri uyandı. 

İşte, Ahmet Güner’de kitabında, SSCB blokunda yaşanan bu “uyanış hareketlerinin” bastırılmasının hikayelerini anlatıyordu. 

Özellikle Macaristan’da 1956 yılındaki direnişte, halkın üzerine tanklar sürülerek binlerce insan tankların altında can vermişti.

Daha sonra Polonya direnişinde Lech Walesa ve arkadaşlarını tanklara direnirken izledik.

Ancak 1990’a kadar tanklara karşı duruşun sembolü olan “1956 Macar direnişi”, yanına 1991’de yeni bir “tank kahramanı” daha ekledi: Boris YELTSİN.

Yeltsin, 1991 de SSCB başkanı Gorbaçov’a karşı sertlik yanlıları tarafından düzenlenen askeri darbeye direndi. Kızıl meydanda tankların üzerine çıkarak, darbeci komünist askerlere karşı Dünya’da “tanka karşı direnişin” sembolü oldu.

Bu direnişin üzerinden geçen 25 yıl, gözlerimden ve hafızamdan “tank üzerindeki Yeltsin duruşunu” silmeye yetmedi.

Çünkü bu duruş, hür dünya ve İslamiyet’tin üzerine çöken “komünist kâbusun”, ebediyen (inşallah) yok oluşu anlamına geliyordu.

O yıllarda, Yeltsin’in bu “hür duruşuna” gıpta ile bakar, onun gibi kahramanların özlemini çekerdim.

Çünkü benim ülkemde de tanklar, 1938-1950 milli şef dönemlerinde, 1960 ve 1980 askeri darbelerinde “hürriyete ve insanlığa karşı”, yürütülmüştü ama “tanklara direnen” olmamıştı.

Oysa Rus Boris Yeltsin ve dava arkadaşları, bizim tanklarımızdan çok daha güçlü Kızıl ordunun tanklarını durdurmuştu.

Boris’e hayranlığım bu noktadan geliyordu.

Ve son olarak, Sincan’ın RP’li Belediyesinin 30 Ocak 1997’de düzenlediği “Kudüs’ü anma gecesinde” Hizbullah ve Hamas liderlerinin posterlerinin asılması ve Filistin direnişinin sembolü “intifada” hareketinin canlandırılması, TSK içerisinde kümelenmiş bir grup “din düşmanı azınlığı” rahatsız etti.

Merhum Özal’ın İslami uyanışa yönelik adımlarından da oldum olası gocunan bu azınlıklar, Kudüs’ü anma gecesinin sabahında “Tankları Sincan sokaklarında yürüttü”.

Ve ne hazindir ki yine tankların karşısına çıkacak bir “Boris Yeltsin’imiz” yoktu.

Tanklar “demokrasiye balans ayarı yaparak”, 28 Şubat post modern darbesini, Müslümanların üzerinden bir kere daha geçirdi.

28 Şubat süreci, Özal ile başlayan “İslami uyanışı inkıtaa uğratmıştı”.

Ancak, söndürememişti.

O günden sonra “İslami Türkiye gençliği”, geçmişten dersler de çıkararak, daha disiplinli ve bilinçli hareket etmeye başladı.

“28 Şubat” sürecindeki baskılar, İslami hareketler içerisindeki “posaları” ayıklamış, arındırmış ve daha diri bir gençliğin temellerini de atmıştı.

Yine bu dönem, tankların üzerine çıkmayan, ancak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığında sergilediği “siyasi duruşla” milletin ilgi odağı olmaya başlayan bir liderin doğuşunun da habercisi olmuştu.

28 Şubatçıların, “muhtar bile olamaz” dediği “O lider”, bugün “Cumhurunbaşı”dır.

Sayın Erdoğan’ın “yükseliş yolculuğu” hepimizin malumudur.

Bunu tekrar anlatmaya gerek yok.

Ve 7’den 77’ye hepimizin yüreğini ağzına getiren “15 Temmuz alçaklık darbesi”, benim için çok mutlu bir ironi ile noktalandı.

O güne kadar, içimde buruk bir özlem olarak yaşattığım “tank kahramanı” mı “15 Temmuz gecesi buldum: Erdoğan’ın önderliğindeki “Türk milleti”.

Benim kahramanlarım “isimsiz”, ama ne Macarlardan ne de Boris’ten daha geri değil.

Evet, tarih tankların üzerine çıkan nice kahramanları kaydetmiştir.

Lakin hürriyet ve demokrasi için “öleceğini bile bile bedenlerini paletlerinin önüne siper edenleri” kaydetmemiştir.

İşte “15 Temmuz’u” diğerlerinden farklı kılan budur.

Bu nedenle ben, 15 Temmuz’u kalkışma değilbir “direniş günü” olarak anacağım.

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23