Sayın Kılıçdaroğlu’ndan bir ricam var!
Mevcut parlamenter sistemde “muhalefetin görevi muhalefet etmektir”.
Bunu biliyoruz.
Burada temel sorun neye, nasıl, ne zaman ve nereye kadar muhalefet edileceğidir.
İlla da muhalefet edeceğim diye, herkesin menfaatine olan şeylere karşı çıkmak, muhalefet etmek olmasa gerektir.
1950’den beri bütün Dünya değişti.
Hatta Alevileri Dersim’de bombalatan partinin başına Alevi bir genel başkan bile geldi.
Ama CHP bir milim değişmedi.
Bence Türkiye ana muhalefetinin temel sorunu, 1960 ve 70’lerin ‘muhalefet etme tekniğini’ 21. Asra taşıma basiretsizliğidir.
Evet, itiraf etmeliyiz ki, o yıllarda, “yaptırmam, sattırmam, kurdurmam, açtırmam, dokundurmam, seçtirmem, kırarım, yakarım, yıkarım, dökerim, asarım, keserim” türü ucuz kahramanlıklara “rey” veren seçmenler vardı.
Bu yüzden muhalefetin bunlara sarılması doğaldı.
Çünkü bu tür politik tıkamalar, 1980’lerin sonlarına doğru yerini, daha olumlu olan “politik sallamalara” bıraktı.
Bu yıllarda daha çok prim yapan argümanlar, “anahtarlardan” oluşuyordu.
Mesela, “her seçmene bir ev” gibi altı boş ve son derece “kof” bir atmasyon bile seçmenden “rey” çalabiliyordu.
Nitekim bu tür boş laflarla, bir dönem iktidarı koparanlar bile oldu.
Ancak, bu ve benzeri laf kalabalıkları günümüz seçmenini ikna etmiyor.
Bunu halk biliyor, iktidar biliyor, ancak bilmesi gerekenler –mesela ana muhalefet– bilmiyor.
Bunun en canlı örneğine TBMM’de devam eden ‘Anayasa değişikliği görüşmelerinde” şahit oluyoruz.
Mecliste Anayasa değişiklikleri görüşülmeye başlandı.
Yavru muhalefet, iktidar partisi tarafından ikna edilerek, yeni bir sisteme geçiş amacı ile hazırlanan “Anayasa değişiklik taslağı”, TBMM’de komisyona geldiği günden beri, CHP tarafından “yaka-paça” ve “kavga-dövüş” engellemeye çalışılıyor.
Konu ile ilgili yapılan PM toplantısında, “milletvekillerinin TBMM’de direnişi sürdürmesi” kararı alındı.
Ne dersek diyelim “huylu huyundan vazgeçmeyecek” ama yine de benim Sayın Kılıçdaroğlu’ndan bir ricam var;
Her ne kadar bugüne kadar sol bir partiye oy vermemiş olsam da, hâlâ sizin için de “potansiyel” bir seçmen statüsündeyim.
Türkiye gibi “seçmen zemini kaygan” bir ülkede bile, çok partili sisteme geçilen 1950’den beri bir parti tek başına iktidara gelemiyorsa, ümmetin –istiklal mücadelesi için- gönderdiği paralarla banka kurularak cukkalanan mangırlarla sağdan soldan, otellerde, motellerde, kırmızı plakalar, alengirli koltuklarla, bölük pörçük yamalarla, bin bir zorlamalarla, içerden dışardan sahte payandalarla ancak iktidara ortak olunabiliyorsa, yapılacak şey bellidir.
Ya partiyi kapatarak, ülkeyi “ana muhalefetsizlikten” kurtarmak, ya da “dediğim dedikçi”, “paylaşmadan ve uzlaşmadan uzak” politikalardan vaz geçmektir.
Bir seçmen olarak, ana muhalefet partisinden ve onun liderinden, Türkiye’nin geleceği için son derece önemli bir konuda, bugüne kadar uyguladığınız “inatçı ve sığ” politika biçimini bırakarak, söz konusu değişiklikle ilgili görüşlerinizi, örneklendirerek, delillendirerek, gerçekten bizleri bilgilendirmeye yönelik olarak ortaya koyacağınız argümanlarla dinlemek istiyoruz. ABD ile Fransa ile diğer ülkelerdeki sistemlerle karşılaştırın, mevcut durumla kıyaslayın.
Artısını eksisini ortaya koyun.
Sonra da karşı çıkacaksanız yine çıkın.
Bunun için öncelikle, laiklik saplantısından çıkın.
“İslamofobi” korkusundan kurtulun.
“Nasıl olsa Erdoğan kazanır” duygusundan sıyrılın.
Sonra da manevi ve milli değerlere saygılı, milletin lehine akılcı politikalar üretmeye gayret edin.
Mesela, 2019’da yapılması muhtemel başbakanlıkla güçlendirilmiş ilk “Cumhurbaşbakanlığı” seçiminde siz “Cumhurbaşkanı” seçileceğinizi varsayarak, politika geliştirin.
Toplumun önünde, pozitif olarak tartışılmasına fırsat tanıyın.
Eğer yine de bir ana muhalefet lideri olarak değişikliğe karşı iseniz, size saygı duyacağım.
Ve gönül rahatlığı ile “Türkiye’de de bir ana muhalefet” var diyebileceğim.
Ne dersiniz, Sayın Kılıçdaroğlu,
Sizce de deneme değmez mi?