• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Prof. Dr. İbrahim Bektaş
Prof. Dr. İbrahim Bektaş
TÜM YAZILARI

Gerçekte kim rahatsız?

03 Mart 2017
A


Prof. Dr. İbrahim Bektaş İletişim: [email protected]

Hürriyet’in, sonraları imza sahiplerinin de kullanıldıklarını itiraf ettiği Şubat 2008’de ‘411 el kaosa kalktı’ manşeti, üniversite öğrencilerine başörtüsü yasağını kaldıran bir kanun maddesinin AK Parti ve MHP milletvekillerince desteklenerek yasalaşması üzerine atılmıştı.

Yine aynı Hürriyet, yine bir Şubat sabahı fakat 10 yıl sonra, yeni bir kara manşete daha imza attı: ‘Karargâh rahatsız’.

Şüphesiz karargâhlar, her ülkede sivil otoritelerin bazı icraatlarını beğenmeyebilir.

Bu ABD’de de, dünyanın diğer ülkelerinde de olabilir ve normaldir.

Buradaki hassas nokta, demokrasisi gelişmemiş ülkelerde, “karargâh rahatsız” denince akla darbenin, gelişmiş ülkelerde ise “istifanın” geliyor olması. 

15 Temmuz’un failleri tasfiye edilince, TSK’da denge birilerinin lehine bozulmuş olabilir.

Atılan manşetin görünen yüzü, ihtimaldir ki, bu fırsatı değerlendirmek üzere karanlık mihraklarca Hürriyet’in ileri sürülmüş olmasıdır.

Gerçekte, TSK’da bu tür bir oluşum var mı, sanırım bu noktadan sonra devletin ilgili kurumları bunun peşine düşecektir.

Ancak, atılan manşetin, ordu içerisindeki yapılanmayı imadan öteye bir anlamı olduğunu düşünüyorum.

Öte yandan, bu fitne şebekesinin tam da referandum arifesinde ortaya çıkmasını da manidar buluyorum.

Bu, şüphesiz birden çok sebebe dayanıyor.

Bir kaçını sıralayalım;

BİR: Manşetin attırıldığı gün öncesinde, Türkiye EL BAB’ı bitirmiş, RAKKA için de pazarlıklara başlamıştı.

Bu sonuçla Türkiye, Osmanlı’nın son kez toprak kazandığı 1672’deki Bucaş Antlaşmasından beri (Kıbrıs’ı saymıyorum. Çünkü zaten biz orada vardık), tam 345 yıl sonra ilk kez sınırları dışında dolaylı da olsa kazanımlar elde etmeye başladı. 

Açıktır ki, bu “başarı” tarihi Türk düşmanlarında “büyük korku” oluşturmuş ve Türkiye’nin bu “tarihi şahlanışını” durdurmak için derhal maşaları devreye sokulmuştur. 

Hamas ve Hizbullah gibi İslami direniş örgütlerince, Türkiye’nin de açık desteği ile “Arz-ı mevud” hayali suya düşürülmek üzere olan Siyonistler, Türkiye’nin bu başarısı ile de hepten ümitsizliğe kapılmış ve son çare olarak maşaları ile var olduklarını umdukları paşalarını harekete geçirmek üzere, bir hamle yapmıştır.

Ancak, son yıllarda kazandığı tecrübe ve basireti sayesinde bu tür hamleleri her defasında boşa çıkarabilen Türkiye, bu defa da Üsküdar’ı çoktan geçmiştir.

Ve ABD ve efendisi istemese de Türkiye, sınırlarının güvenliği için gereğini yapmaya devam edecektir.

İKİ: 16 Nisan’da milletin kararı ‘EVET’ olursa, bunun en önemli sonucu, egemen güçlerin istismarına açık, din karşıtı sol ideolojinin Türkiye’de “sittin sene” iktidar olamayacağıdır. 

Solu kontrolü altında tutan ağababaları, doğal olarak bu gidişten memnun değiller.

Bu odakların eski güçlerine dönebilmeleri veya en azından mevcut durumlarını koruyabilmeleri, ancak güttükleri sol siyasetin iktidar olması ile mümkündür.

Bu nedenle, 16 Nisan öncesi seçmeni baskı altında tutmak ve istedikleri sonuca ulaşmak isteyenler, orduyu işin içine çekmeye çalışıyor.

Bu cephe için, TSK işin içinde olmasa bile, oluşturulacak algı da yeterli olabilir.

Benim için, hakiki sosyal demokratlar bu kapsamın dışındadır. İnsan haklarına ve inançlara saygılı sol sosyal demokratlar –bir gün var olursa-  niçin iktidar olmasın?

ÜÇ: Çok sığ bir yaklaşım da olsa, orduda başörtüsünün serbest bırakılması, Türkiye’de dindarların yaşam şartlarındaki iyileşmeden oldum olası rahatsızlık duyan iç ve dış mihrakları harekete geçirmiş olabilir.

Çünkü bunların iplerini ellerinde tutanların yayın organlarında konu olanca kışkırtıcılığı ile yer buldu.

Örneğin New York Times (22 Şubat) olayı, “Bayan askerlerin başörtüsü takmasına izin verilmesi kararı, Erdoğan’ın ülkeyi laik bağlarından koparmaya çalıştığı yönündeki endişeleri derinleştiriyor” diye yorumladı. 

BBC (22 Şubat) de “(Askere başörtüsü izninden sonra) büyük bir çoğunlukla dışlanmış hissettiğini söyleyen Türkiye’deki laik kesimler, Erdoğan yönetimini, sadece muhafazakârlık ve dindarlığa hizmet etmekle suçladı” şeklinde ifade etti.

Ben de söz konusu Siyonist uzantısı medya organlarına şunu sormak isterim; Acaba sizin ordunuzda başörtüsü serbest olunca ayarınız bozulmuyor da, niçin bizde olunca kıyamet kopuyor?

DÖRT: Rahmetli ÖZAL döneminde başlatılan ve devam eden yapısal reformlar sonucu, Türk sermayesinde genişlemelerin ve el değiştirmelerin yaşanmaya başlanmış olması.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 1920’lerde kurulmasından sonra, sermaye bilinçli olarak bazı kesimlere peşkeş çekildi.

Bu kesimler ilerleyen yıllarda devletin de desteği ile sermaye üzerinde “yegâne” söz sahibi oldu.

Ancak, Özal’dan sonra günümüze kadar atılan adımlar sayesinde sermayede yapısal değişimler ve yeni hissedarlar ortaya çıkmaya başladı.

Bu da doğal olarak, pastayı paylaşmak istemeyenlerde büyük bir sıkıntı oluşturdu.

Aklıselim hükümetlere içten içe “diş gıcırdatan” söz konusu sermayedarlar için de hassas dönemlerde, “başörtüsü” vurulacak en zayıf nokta idi, fırsattı kaçırmadılar.

Olay bundan ibarettir.

Gerisi lafügüzaf... 

Vesselam. 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23