• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Prof. Dr. İbrahim Bektaş
Prof. Dr. İbrahim Bektaş
TÜM YAZILARI

Fidanın hikâyesi

05 Haziran 2015
A


Prof. Dr. İbrahim Bektaş İletişim: [email protected]

Asr-ı Saadet geride kalmış, Ümmet adına şaşaalı bir Hulafa-i Raşidin dönemine geçilmişti. Hz. Osman (ra), Hz. Ali (ra) ve Hz. Hüseyin (ra)’nin şahadeti ile bir duraklama göstermiş ise de, kısa süre sonra İslam’ın ihtişamı yeniden tüm dünyada hissedilir olmuştu.

Derken, mukaddes şahlanış, Emevîlerle Endülüs’te, Abbasîlerle Kuzey Afrika’da, Selçuklu ile Orta Asya’da ve Osmanlı ile Adriyatik’ten Çin seddine kadar geniş bir coğrafyada yükselmeye devam etmişti.

Her alanda İslam fikri “Huzur ve adaletin teminatı” olarak dost-düşman herkesçe kabul görmüştü.

Sonra felaketler bir birini kovalamış ve son olarak Osmanlı’nın çöküşü ile İslam Dünyası için zor günler başlamıştı.

Her durumda son sözü söyleyen bu ihtişam, artık söz söyleyemez olmuş. Söylese de kimseye dinletememiştir. 

7. Asırda başlayan şahlanış, 20. Asırda Birinci Dünya savaşının sona ermesi ile hazin sonla buluştu.

Savaşın sonunda, Cihan Devletinin küllerinden Batı tarafından devşirme bir fidancık çıkarıldı. 

Anadolu toprağına adapte edilmeye çalışılan bu devşirme körpe fidan, ecnebilerden ithal edilen su ile sulandığı, hormonlu ithal gıdalarla beslendiği için bir türlü büyüyüp “beklenen meyveyi” veremiyordu.

Özelikle ergenlik döneminde milli şefle yaşadığı kuraklık, belini öylesine bükmüştü ki, Merhum Menderes’in Anadolu kaynaklarından temin ettiği saf ve temiz su bile, ancak kısmi bir canlılık sağlayabildi. 

Ve bu yıllarda sürdüğü birkaç santimlik sürgün, 1960’ta milli şefin gözetiminde türetilen düzmece bakım ekibince suyuna asit katılarak, dal budak budanarak kurumaya terk edildi.

Yıllar ilerlemiş devşirme fidancık artık delikanlılık çağına girmişti. Ancak kabukları dökük, yaprakları kuru, gövdesi eğri büğrü idi. 

Çünkü geçen dönemlerde, nadiren Anadolu’nun buz gibi soğuk ve berrak suları kullanılsa da, çoğunlukla ithal ve kirli kaynaklardan beslenmişti. Yine de, kökleri tâ asırlar ötesine uzanan bu fidancık özündeki “Birlik akidesine” dayanarak, ayakta durmayı başarıyordu.

1980 öncesi bu genç delikanlının suyuna kanalizasyondan mikroplu sular bilerek katılıyor, genç delikanlı, bir türlü hastalıklardan ve kargaşadan kurtulamıyordu.

Ve 1980’de sadece ithal sulama ile kalınmayarak, tümüyle başka mecralara devirebilmek için Asr-ı Saadet’e kadar uzanan kökleri bir bir kesilmeye başlandı.

Bu çağında dallı budaklı gür olması gereken delikanlı, fütursuzca köklerinin kesilmesinden dolayı, yeterli sağlıklı gıdayı alamayıp, ecnebi gıda ve suları ile kurutulma aşamasına getirildi.

Artık yolun sonuna geldiğini düşünmeye başlamıştı ki, Merhum Özal genç delikanlının imdadına yetişti.

Koparılan kökleri onarılmaya, Anadolu’nun tertemiz pınarlarından sulanmaya ve yurtiçinden/dışından temin edilen helal gıdalarla beslenmeye başlandı. 

Bütün benliğini kaybetmek üzere olan genç delikanlı, bir anda canlanmaya, silkinerek gövdesini doğrultmaya, dal budak vererek serpilmeye başladı. 

Böyle giderse, birkaç yıla kalmaz meyve verecek duruma gelecekti.

Hatta tam olgunlaşmamış olsa da birkaç öncü meyvesi de alınmıştı.

Fakat, her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de, genç delikanlının düşmanları boş durmadı. 

O ana kadar, genç delikanlının eğri büğrü, yamuk yumuk büyümesi için denemedik yol bırakmayanlar, fırsat arayışına girdiler.

Yıllarca milleti pembe yalanlarla kandıran muhterislerin de desteği ile aradıklarını, 90’lı yılların başında buldular. O zamana kadar ki en sadık bakıcılarından birini zehirleyerek, genç delikanlıyı tekrar dış menşeyli asitli sularla ve hormonlu gıdalarla beslemeye başladılar.

Meyve vermesi beklenen genç delikanlı için kâbus geri dönmüş, kurak ve zor günler başlamıştı.

Özal’ın fidanın olgunlaşıp meyve vermesi için yaptığı her şey tersine döndürüldü. Helal gıdalar yasaklandı. Haramlara helal damgası vurularak, fidana zorla enjekte edilmeye çalışıldı. Su ithal ve kirli, gıda haram ve zehirli idi.

Artık ne fidanda ne de meyvesini devşirmeyi bekleyenlerde, en küçük bir ümit ışığı kalmamıştı. 

Genç delikanlının geleceği için endişe edenler de yok değildi. Lakin bunların sayısı az, 28 Şubat zorbalarınca kısıldığı için sesleri gayet cılızdı.

O günlerdeki yaygın kanı, genç fidanın olgunluk çağını göremeden, genleri ile oynanarak başka bir ecnebi türe dönüştürüleceği şeklinde idi.

Ancak, ne pahasına olursa olsun Kıyamet’e kadar fidanı yaşatmakta kararlı bir nesl-i ati bu oldubittiye teslim olmak niyetinde değildi.

Bu samimi, fedakâr nesil, kimsenin ummadığı bir anda iki binli yılların başında düştüğü yerden ayağa kalktı ve genç fidanı aslına rücu’ ettirebilmek için harekete geçti.

Bütün engellemelere rağmen, geçen on küsur senede yapılan doğru bakım sayesinde, fidan olgunlaştı ve meyve vermeye başladı. 

Şimdi çırpınma, daha doğrusu çırpındıkça batma sırası, genç fidanın tarihi iç ve dış düşmanlarında idi.

Bize düşen de, bıkmadan usanmadan şimdilerde nerede ise yüzüne merdiven dayamış “Şecere-i Ümmet-i Muhammed (sav)e”, özüne uygun yöntemlerle, “Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı varsa ve dikmeye vakit bulabilirseniz onu dikin” diye buyuran Zat (sav) hürmetine, hizmete devam etmektir. 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23