• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Hasan Karakaya
Hasan Karakaya
TÜM YAZILARI

“Bayat haber”lerden “çalıntı parka”ya ve “yalı devrimcilerinin işsizliği”ne!

06 Mayıs 2015
A


Hasan Karakaya İletişim: [email protected]

“Medya”ya bir haller oldu...

Ortalık toz-duman!..

Kimi “belgesel”(!) çekip “mağrur”larla “mağdur”ları bir arada oynatıyor, kimi de “90 koca eskitmiş karı”ları, “kız oğlan kız” diye kakalamaya çalışıyor!.. Kimi “hırsız”lardan “kahraman” çıkarmaya, kimi de “villa”larda oturanları “gariban” göstermeye yelteniyor!..

Hangi birinden başlasak?..

İşin doğrusu; “Romantik(!) devrimci Can Dündar”ın Genel Yayın Yönetmeni olduğu Cumhuriyet, o “bayat haber”i yapmasaydı, belki bu konuya hiç girmeyecektim..

Gördüğüm şu: Can Dündar’ın Cumhuriyet’in başına geçmesinden bu yana, gazeteye bir haller oldu!..

Aklı sıra, hem “devrimcilik” yapıyor, hem de “Paralel’in kucağında” oturmaya devam ediyor!..

Tabii, “zevk” meselesi!..

İsteyen istediği yerde oturur!..

Ama, “bayat numara”ları ısıtıp ısıtıp halkın önüne “taze” gibi koyarsa, zaten “Can çekişen” Cumhuriyet; korkarım bir gün “mevta” olabilir!..

O HABER BAYATLADI!

Efendim, olay şu:

Birgün gazetesi, 13 Şubat 2015 tarihinde bir haber yayınlar!..

Başlığı da şudur:

“Liselerde Erbakan yarışması!”

Doğrudur, o yarışma, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği “Bitmeyen Mücadele... Prof. Dr. Necmettin Erbakan” konulu bir “kompozisyon yarışması”dır!..

Ne var ki;

Yarışma, 12 Şubat 2015’te okullara duyurulmuş, 23 Mart-3 Nisan tarihleri arasında “dereceye giren eserler” belirlenmiş!..

“Ödül töreni” de;

Nisan 2015’te yapılmış!..

Yani, geçen ay!..

Peki, Cumhuriyet ne diyor?..

“İstanbul’daki tüm liselerde, Erbakan Vakfı’nca, Erbakan konulu bir kompozisyon yarışması YAPILACAĞI öğrenildi!”

Düşünebiliyor musunuz;

Yarışma yapılmış!.. Ödül alanlar belirlenmiş ama Cumhuriyet, hâlâ “yapılacak” diyor!..

“Bayatlamış haberi,

Taze diye yutturuyor!”

Hani, Osmanlı askeri “Yeniçeri”lerden biri, bir gün bir “Yahudi”nin gırtlağına sarılıp, “Hazreti İsa’yı çarmıha geren sizmişsiniz!.. Ben de seni şimdi öldüreceğim” deyince, Yahudi demiş ki; “İyi ama, o olay 2 bin yıl önceydi!”

“Olsun” demiş Yeniçeri;

“Ben daha yeni duydum!”

Cumhuriyet’in yaptığının da, “Yeniçeri”nin yaptığından hiçbir farkı yok!..

“Yarışma yapılmış!.. Ödüller belirlenmiş!.. Kazananlar, bugün-yarın Mescid-i Aksa’ya gönderilecek!”

Ama, Can Dündar’ın Cumhuriyet’i, bizim Yeniçeri gibi, “olayı yeni duymuş” olmalı ki, atmış başlığı;

“Erbakan konulu yarışma yapılacak!”

İyi de, madem HDP ve CHP’ye uyup, “Din-Diyanet düşmanlığı” yapacaksın, bari “taze haber” bul be Can!..

Kalkmış, “bayat” bir haberi “taze” gibi kakalıyorsun!.. Tıpkı, birilerinin “9 koca eskitmiş bir karı”yı makyajlayıp, “kız oğlan kız” olarak pazarlaması gibi!..

Merak ediyorum;

Can Dündar, bu “makyajlama”yı, kucağında oturduğu “Paralelciler”den mi öğrendi?!?.. Öyle ya; “Montaj, dublaj, makyaj” onların “çok iyi bildiği” bir iştir!..

Uzun lâfın kısası;

“Cumhuriyet cephesinde değişen bir şey yok!.. Eski tas, eski hamam!”

Bunu, hep yapıyorlar!..

Din düşmanlıkları eski!..

Hele hatırlayın;

1952 yılında, “keçisi çalınan imam”la ilgili haber de, Cumhuriyet’in 1. sayfasında; “İmam keçi çaldı” başlığı ile verilmişti!..

ANARŞİSTLER DEVRİMCİ OLDU!

Anlayacağınız;

“Din”e karşı, büyük bir “kin” besliyorlar!.. “Dindar”a karşı, son derece “kindar”lar!..

Amma...

“Militan”lara, “anarşist”lere, yani “dünün teröristleri”ne karşı büyük “sevgi”leri, “sempati”leri, “övgü”leri var!..

Biliyorsunuz, bugünlerde bir “yazı dizisi” başlattılar... Adı, “Büyük Firar!”

“Beş devrimcinin, Maltepe Askeri Cezaevi’nden nasıl kaçtıklarını” anlatıyorlar!..

Dünün “anarşist”lerine, dünün “militan”larına, dünün “terörist”lerine öyle “güzelleme”ler yapıyorlar ki; zannedersiniz, Mahir Çayan’lar, Ulaş Bardakçı’lar, Deniz Gezmiş’ler, Ömer Ayna’lar, Cihan Alptekin ve Ziya Yılmaz’lar birer “militan” değil de, “kahraman”dır!..

Sanki, hiç adam öldürmediler, hiç “kan” dökmediler, hiç “katil” damgası yemediler!.. Cumhuriyet, dünün “eli kanlı katil”lerini, bugün bir “kahraman” gibi, bir “romantik” gibi gösteriyor, onların “aşk hikâyeleri”ni anlatıyor!..

Ama, Can Dündar da haklı!..

“Yeni kankası Ekrem Dumanlı”nın, daha düne kadar “eli kanlı katil” dediği Abdullah Öcalan’a, bugün “Sayın Öcalan” dediği bir atmosferde, Can Dündar’ın da, dünün “eli kanlı katiller”ini, bugün “kahraman” gibi göstermesi gayet normaldir!..

Ne yani;

12 Temmuz 1951 tarihli Cumhuriyet’in birinci sayfasında, Nazım Hikmet’in fotoğrafını koyup; “Doya doya tükürün yüzüne” derken, bir-iki yıl önce, aynı Nazım Hikmet’e “güzellemeler” yapıp, “aşk”(!)larını anlatmadılar mı?..

DENİZ GEZMİŞ’İN PARKASI!

Her neyse...

“Deniz’in parkası üzerine bugüne dek birçok hikâye anlatıldı... Bazıları onu bir Amerikan askerinden zorla aldığını söyler. Bazıları ise Amerikan pazarından satın aldığını... Ancak parkanın gerçek hikâyesini kendisi de bir 68’li olan grafik tasarımcısı Yılmaz Aysan ortaya çıkardı. 

İletişim Yayınları’ndan çıkan Afişe Çıkmak adlı kitapta o dönemin tanıklarından Hasan Barutçu, Deniz’in parkayı ODTÜ’de düzenlenen bir maskeli balonun vestiyerinden aldığını söylüyor. 

İşte Barutçu’nun ağzından, Aysan’ın kaleminden o meşhur sembolün hikâyesi: 

“Maskeli balolar, 68 döneminde Ankara gençliğinin en çok önem verdiği eğlencelerden idi. Her yıl hevesle beklenirdi ve yüzlerce genç, çeşit çeşit kılıklarda, kız erkek doluşurlardı. 

Davetiyeler paralıydı. Paranın önemli bir kısmı masraflara, dekora, müzisyenlere gitse bile gene de devrimci harekete iyi para bırakırdı. 

(...)

Bu balolardan bir iki hafta öncesinden başlayarak bütün Ankara’ya ülkücülerin baloyu basacakları söylentisi yayılırdı. Kimse de buna itibar etmezdi, çünkü ODTÜ’de güvende olacaklarını bilirlerdi. Bu da boşuna değildi. Ankara gençliği baloda eğlenirken kapılarda, çatıda, bahçede onlarca silahlı militan koruma nöbeti tutarlardı.

(...)

ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki son balo 1970’i 71’e bağlayan kış yapılmıştı. 

O zamanlar Deniz (Gezmiş) bir suçtan İstanbul’da aranıyordu ve o nedenle ODTÜ’de kalıyordu. Ben her şeyin yolunda gittiğine emin olmak için kapıları denetlerken Deniz’le karşılaştık. 

Yurtta sıkılmış, ne oluyor diye bakmaya gelmiş. Davetlilerin paltolarını bıraktıkları portmantoya gözünü dikmişti. 

Birden bankonun arkasına geçti. 

Askıdan yakası kürklü çok güzel bir uzun boy parka aldı. Önce ceplerini yokladı. Boş olduklarına emin olunca sırtına giydi ve çıkıp gitti. 

Giderken de, “Siz halledersiniz, çocuk mağdur olmasın” dedi ve kayboldu. 

Biz gecenin sonunda ceketini bulamayan delikanlıya istediği bedeli ödedik ve olay tatlıya bağlandı. 

Deniz Gezmiş’in yakalandığı sırada sırtında bulunan, bütün fotoğraflarda çıkan ve kendisine çok yakışan yakası kürklü parka, odur.”

Can Dündar’ından Fatih Yağmur’una, Ahmet Şık’ından Murat Aksoy’una, Hasan Cemal’inden Derya Sazak’ına, Bekir Coşkun’undan Ayşenur Arslan’ına, Gürkan Hacır’ından Rıdvan Akar’ına, Sibel Oral’ından Tuğçe Tatari’sine kadar, hemen herkes dert yanıyor;

“Mağduruz da, mağduruz!.. Bizi mağdur eden de Tayyip Erdoğan ve AK Parti’dir!”

İddiaları böyle!..

Erdoğan ve AK Parti iktidarıyla “işsiz” kalmışlar, “mağdur” olmuşlar!.. Hani, neredeyse; “Açlıktan nefesimiz kokuyor” diyecekler!..

Tamam, “işsiz, aç ve açıkta”sınız, “son derece mağdur”sunuz da, o “görüntü”ler ne öyle?..

Gazeteci Tuluhan Tekelioğlu’nun yönetmenliğini yaptığı, “Parası İsveç İstanbul Başkonsolosluğu tarafından ödenen” ve “işsiz gazeteciler”in konu alındığı “Persona Non Grata” adlı belgeseldeki görüntülerde;

l“Can Dündar, villasından lüks aracı ile çıkıp, Çağlayan’a geliyor!”

l“Derya Sazak; rüya gibi ağaçlık bir yoldan, Beykoz Konakları’ndaki muhteşem malikanesine geçiyor!”

l“Sonra, Bekir Coşkun... O görüntüler, Ayvalık Cunda Adası’nda deniz kıyısındaki muhteşem evinde mi çekildi acaba?”

2 TRİLYONLUK MALİKANE!

Hani, “işsiz”ler ya, hani onları “AK Parti ve Erdoğan mağdur etmiş” ya, hani “basın özgürlüğü yok”muş, bu yüzden “mağdur” edilmişler ya; merak ettim o “villa”ları, “malikane”leri, “muhteşem evleri” hangi parayla ve ne zaman aldılar acaba?..

Derya Sazak, Beykoz Konakları’ndaki “muhteşem malikane”sini eleştirenlere diyormuş ki; “Fazla abartmayın!.. Alt tarafı 700 bin dolarlık bir ev!”

700 bin dolar!!!..

Yani, “2 Trilyonluk bir ev!”

Peki, sormazlar mı adama;

lO günün şartlarında 700 bin dolar olan villayı hak etmek için nasıl bir gazetecilik yaptın?

lO dönem medyada çok paralar kazandığımız dönemdi derken, o dönemin özelliği neydi?

lİlkesizliğinin ve Erdoğan düşmanlığının arkasında, bugün kazanamadığın o çok paralar mı var?

l700 bin dolar için çok küçük bir para diyorsun, senin için büyük para ne kadar?

lEski patronun Aydın Doğan, Beykoz’daki bu villayı sana hangi sebeple aldı?

lYayın yönetmeni olduğun o günlerde gazeteciler nasıl çok para kazanıyordu?

AYDIN DOĞAN DA MAĞDUR!

“İsveç İstanbul Başkonsolosluğu’nun finanse ettiği belgesel”de en ilginç, en komik, en iğreti duran adam kim miydi, biliyor musunuz?..

Aydın Doğan!..

Evet, evet; Hürriyet’in, Posta’nın, CNN Türk ve Kanal D’nin sahibi Aydın Doğan!..

Bu nasıl “basın özgürlüğü” belgeselidir ki, içinde; bir “işten kovulanlar” var, bir de “işten kovanlar!”

Söyleyin Allah aşkına;

“Bu villa ve malikane sahibi işsiz(!) gazetecileri gazetelerinden kovan Aydın Doğan değil miydi?”

Onun ne işi var, o “belgesel”de?..

Ne yani;

O da mı işsiz, o da mı mağdur?..

PARALEL MAĞDURLARI NEREDE

Buyrun, bir ilginçlik daha:

O belgesel(!)de; “Paralel İhanet Çetesi”nin mağdur ettiği, iftira attığı, kumpas kurup, cezaevlerine gönderdiği ve hâlâ da “dava bombardımanı”na tuttuğu gazeteciler niye yok?..

“Villa”ları, “malikane”leri, “deniz kenarında muhteşem evleri” ve “lüks otomobilleri” olmadığı için mi?!?..

Uzun lâfın kısası;

Türkiye’de yaşayan insanları; gerek siyasi düşünceleri, gerekse yaşam tarzları ile sürekli eleştiren malum isimler; Can Dündar, Hasan Cemal, Bekir Coşkun ve Derya Sazak gibi gazeteciler hem villalarından çıkıp lüks jiplerine binerken görüntü veriyorlar, hem de işsizlikten, eşitsizlikten dem vuruyorlar.

Kendi yaşantıları ile söyledikleri arasında büyük tezat olduğu görülen isimlere, sosyal medyada büyük tepki yağınca, birbirlerine giriyorlar!..

Kimi, “Beni Aydın Doğan’la bir tuttunuz” diyor, kimi de “Beni işten atan yöneticileri mağdur gösterdiniz, isyan ediyorum” diyor!..

Demek oluyor ki;

“İsveç parası” ile çekilen “belgesel”, ancak böyle oluyormuş!..

Anlamadıkları şu:

İsveç Konsolosluğu o parayı, sizin kara kaşınıza, kara gözünüze hayran olduğu için mi verdi?.. Onların derdi, sizin “işsiz”(!)liğiniz mi?.. Adamlar, o belgeseli çektirmişler ki, dışarıda “Türkiye aleyhinde” bir imaj oluşturacaklar!..

Sizler de;

“Piyon” oldunuz, “figüran” oldunuz!..

Resmen ve alenen “kullanıldınız!”

Bakın Can Dündar’a!..

Hâlâ, “Yalı’da devrimcilik” yapıyor!..

Hem “yalan” haber veriyor,

Hem de “sansür”den dem vuruyor.

N’aapsın, “görev”ini icra ediyor!..

Eski “ağababa”ları da öyle yapardı...

“Yalı”sında Boğaz’a karşı oturup, “viski”sini yudumlar, “Amerikan sigarası”nı tüttürür, sonra da, “Go Home Amerika” derdi!..

Bugünkü “yeni kanka”ları gibi!..

Maksat “din düşmanlığı” ise, 

Gerisi teferruat!..

O “malikane”leri boşuna mı veriyorlar?

 ********************************************************************************

İşsiz(!) gazeteciler “malikane”de, biz çalışanlar “gecekondu”da!

Gazeteci Tuluhan Tekelioğlu’nun yönetmenliğini yaptığı “Persona Non Grata” adlı belgeselde, “görüş, haber ve yazıları sebebiyle işsiz bırakılan gazeteciler”in hikâyeleri, kendi anlatımlarıyla dile getiriliyor.

Röportaj esnasında Tuluhan Tekelioğlu soruyor Sazak’a: “Bu ev Aydın Doğan’ın size hediye ettiği ev mi?” 

Cevap veriyor Derya Sazak:

“Hediye değil. Hayır hediye söz konusu değil. Ben Ankara’dan geldikten sonra, ikinci yılın sonunda, yalnız bana değil, Ertuğrul’a (Özkök) ve Mehmet Ali Yalçındağ’a da gazetedeki mukavelemizin gereği olarak alınan ev!.. 

Gazeteci olarak Ankara’dan geldim. Bir yerde oturmam gerekiyordu. O yıllarda medyada çok iyi para kazanılıyordu. Sözleşmemin karşılığı olarak alındı.  O zaman yüksek bir rakam da değildi, 700 bin dolara alındı.” 

Şu hâle bakın;

Adam, “700 bin dolarlık ev”de oturuyor ama, “Yüksek bir rakam değildi” diyor!..

“Bugün 2 trilyon lira” değerinde olan bir ev, “küçük bir rakam”sa,  bizlerin oturduğu evlere, herhalde “gecekondu” denilir!..

Onların “lüks otomobil”lerinin yanında da, bizim otomobillere “Murat 124” denilse, yeridir!..

Adamlar, hâlâ ağlıyor!..

Biz ne yapsak?.. Ölsek mi?..

Şükredin be adamlar, şükredin!..

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23