• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Faruk Köse
Faruk Köse
TÜM YAZILARI

CUMHURBAŞ(BA)KANI...

10 Ağustos 2014
A


Faruk Köse İletişim: [email protected]

Bana göre “Demokrasi”, tarihin gelmiş geçmiş en şedit “Monarşizm”idir. Zira önceleri “şahıslar”ın (“Mutlak Monarşi”), “sınıflar”ın (“Oligarşik Monarşi”) ya da “aileler”in (“Aristokratik Monarşi”) monark haline gelerek devleti ve toplumu yönetmesi sözkonusu iken, “Demokrasi” icad edildiğinden bu yana “monarjizmin türü” değişmiş, monarklar “kamuflaj”a bürünmüştür. Demokrasilerde ya bir “İdeoloji”, ya da  bir “Derin Yapı” monark haline gelerek “devlet ve toplum hayatının hukuksal ve kurumsal yapısı”nı biçimlendirip sevk ve idare etmekteyse de; kimse bunun farkında değildir. Çünkü “Demokrasi Beşiği”ne yatırılan toplum, “kendi kendini yönettiği ninnisi”yle uyutulmakta; bu arada arkaplândaki “şedit monarşizm”, vitrine çektiği “Demokrasi Kamuflajı”yla hüküm sürmektedir.

Dünyanın içine düştüğü bu “sarmal”dan Türkiye’nin nasibini almadığını düşünüyor olamazsınız. Zira bugün “Demokrasi” ile yönetildiği söylenen Türkiye’de, kelimenin tam anlamıyla bir “Demokratik Monarşizm” hüküm sürüyor. Her ne kadar kimine göre aşındığı ve eski gücünde olmadığı söylense de, -ki buna katılmam mümkün değil-, Türkiye’nin “Demokrasi kamuflajı” giydirilmiş “monark ideoloji”sinin “Kemalizm” olduğunu bilmeyen olamaz. Ülke el’an “Kemalist Devrimler ve İlkeler”le biçimlendirilen “kurumsal ve hukuksal yapı”ya bağlanmış halde ve “ipleri elinde tutan derin yapılar”a meşruiyet ve hayat sahası açan da yine Kemalist İlkeler ve Devrimler...

Bu böyle gitmez, gidemez, gitmemeli, gitmeyecek de... Çünkü artık “toplumsal bilinç”in, “toplumsal bünyeye uymayan bu yapı”nın mahiyetini anlamış, “gereken değişimi yapacak hamle” için iradesini ortaya koymaya hazır hale gelmiş olması lazım. Bunun ilk adımı, mevcut “kurumsal yapı ve işleyiş”i ayakta tutan “tepe noktası”ndaki “dinamik değişim” olabilir. Bunun için, eğer mevcut yapı değiştirilecekse, öncelikle “değişimi sağlayacak büyük devrim”in ilk kıvılcımının çakılması lazım. İşte bugün yapılan seçim bunun için önemli ve eğer gerçekten “yapısal ve dokusal değişim”i getirecekse, gerçekleştirecekse, sağlayacaksa, buna yönelikse... anlamlı.

Konuya bu açıdan bakarsak, bugün yapılacak seçimin “sıradan bir Cumhurbaşkanı” seçimi” olmadığı, ya da olmaması gerektiği anlaşılır. Zira bu zamana kadar “statüko”nun Cumhurbaşkanlarına yüklediği ana görev, rejimin statik yapısıyla Hükümetlerin -sınırlı da olsa- dinamik icraatları arasında, “statükonun hayatiyetine halel getirmeyecek bir denge ve tampon işlevi” görmekti. Hükümetler, “politik endişeler”le eğer “statükoyu aşındıracak icraatlar” yaparlarsa, Cumhurbaşkanları bunu bloklar ve statükoyu korurdu.

Ancak bugünkü seçim, işlevi/görevi böyle olan bir “Cumhurbaşkanı” seçimi değil, “statüko”yu değiştirecek, yeni bir “kurumsal ve hukuksal yapı”ya sahip “yeni bir rejim”le yönetilen “yeni bir ülke”nin inşası için “lüzumlu olan değişim”i sağlayacak ve “gereken devrim”i yapacak “Cumhurbaş(ba)kanı” seçimi olma fırsatını doğurduğu için rutin dışı bir seçim olma niteliğini ve önemini haiz. Bu bakımdan seçilecek kişinin, “onay-tampon-denge” üçlemesini icra edecek “statüko koruyucusu” değil, statükoyu değiştirerek rejimi/sistemi “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne uygun hale getirecek devrim için, gereken “cesur adımlar”ı atacak bir “devrim önderi” olması niteliği/vasfı, seçmenin araması gereken esas nitelik olmalı. Böyle biri var mı yok mu, varsa hangisi, sanırım seçmen buna bakmayı ihmal etmeyecek ve tercihini ona göre yapacaktır.

Sözünü ettiğimiz devrimi yapacak bir kişi varsa, bu kişinin, seçilmesi halinde sadece “Cumhurbaşkanı” olarak görev yapmayacağı, aynı zamanda fiilen “Başbakanlık” görevlerini de yürüteceği ya da Başbakanın icraatlarına da yön çizip niteliklerini belirleyeceği sanırım biliniyor olsa gerek.

İşte bu iki görevin birlikte yürütülmesini ifade bakımından, yani seçilecek kişinin hem “resmen ve hukuken Cumhurbaşkanı”, hem de aynı zamanda “fiilen Başbakan” olarak çalışacağını ifade bakımından, “Cumhurbaş(ba)kanı” kavramını kullanıyor, bu seçimin bir “Cumhurbaşkanı seçimi” değil, aslında bir “Cumhurbaş(ba)kanı seçimi” olduğunu da özellikle vurguluyorum. Bu seçim, önce “fiilen yarı Başkanlık”, sonra da “hukuken Başkanlık” sistemine doğru bir gidiş için de ayrı bir önem taşıyor.

Ancak, kimin seçileceğine göre de sonuç değişecektir. Çünkü “Cumhurbaşkanı” olmak isteyen de var, “Cumhurbaş(ba)kanı” olmak isteyen de... Bakalım seçmenin ilgisini hangisi çekecek. Seçmen “Cumhurbaşkanı” mı seçecek, “Cumhurbaş(ba)kanı”  mı?

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23