• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Mehmet Doğan
Mehmet Doğan
TÜM YAZILARI

AK Parti ANAP’laşır mı?

24 Nisan 2014
A


Mehmet Doğan İletişim: [email protected]

28 Şubat sonrasında ortaya çıkan AK Parti ile, 1980 darbesinden sonra Turgut Özal tarafından kurulan ANAP arasında benzerlik bulunabilir mi? Esasen AK Parti başlangıçta bu benzerliğin kurulmasını ister bir tavır takınıyordu. “Muhafazakâr demokratlık” şiarının dahi böyle bir benzerlik sağlamaya yönelik olduğunu söylemek mümkündür. Şimdi ise, benzerlik olmadığı, olmayacağı yönünde bir yaklaşım var. Esasen bu şaşırtıcı değil. Çünkü AK Parti’nin siyasî tesiri, ANAP’ı bir hayli geride bırakmıştır. 

Zor olan, zafer sonrası konuşmak! Türkiye’yi 12 senedir yöneten bir siyasî hareket bütün seçimleri kazanarak bugüne geldi. Zaferlerle mutlu olmak kadar, muhasebe yapmanın da zamanı. 

Türkiye, Mustafa Kemal Paşa’dan bu yana, Tayyip Erdoğan gibi müessir/muktedir bir lider görmedi. Erdoğan, sistem kurucu bir lider olarak güçlü bir tesir uyandırıyor. Onun öncü karakteri, sürükleyici enerjisi, karizmatik etkisi Parti’yi aşan bir parlaklıkta. Bunun elbette ülkemiz ve milletimiz yararına sonuçlar verdiğini söylemek durumundayız. Türkiye nadir istikrar dönemlerinden birini yaşıyor. Türkiye’nin 10 yıllık istikrarının dost-düşman dış dünyada uyandırdığı rahatsızlık, bilhassa son bir yıldır görünürleşmiş durumda. 

Böyle bir dönemde, geleceğe yönelik adımlar atılırken, en fazla nefs muhasebesine, kendi kendini tenkit veya özeleştiriye ihtiyaç duyulur. Bünyeyi sağlamlaştırmak için ilk yapılması gereken budur. 

İktidar, güç, kudret hükmünü bütün kurumlarda icra eder. AK Parti 12 yıldır iktidarı elinde bulunduruyor, Türkiye’de güç ilişkilerini değiştirecek bir tesir uyandırıyor. Dolayısıyla, yeni güç/iktidar ilişkileri kuruluyor ve bunun merkezinde lider ve parti bulunuyor. AK Parti kurulduğunda dipten gelen bir dalga, öz yurdunda parya muamelesine maruz kalanların hareketi idi. Kuruluşun üst kademesini teşkil edenlerin büyük çoğunluğu alt ve orta sınıflardan geliyordu. Parti’nin üst yönetiminin kısmen bu durumunu muhafaza ettiği söylenebilir. Buna rağmen partinin hâlâ alt ve orta tabakaların partisi olduğunu söylemek güçtür. 

Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderliği, Parti’nin ve vitrine çıkan unsurlarının zaaflarını görünmez kılıyor, hatalarını perdeliyor. Tahakkümcü /tazallümcü tavırlar, tekebbür edaları, üstten alta geçiyor; bazı ahvalde alttan üste doğru yayılıyor. Bakan olduktan sonra izini kaybettirenler, tebrik etmek için bile ulaşılamayan devletliler, bakanlık makamına uğramak zahmetine katlanmayı bile gerekli görmeyenler... Bunlar olağan Ankara manzaraları olarak gözlerimize çarpıyor. 

Tayyip Erdoğan’ın parlak imajı, kusurları, defoları, hataları görünmez kılıyor. Başbakan hâlâ halkın arasına karışıyor, en dip köşe yerlere girip çıkıyor, fakir fukara ile hemhal olabiliyor. Onun adına hüküm yürütenler ise, artık güç, nüfuz ve iktidar sahibi olmayanların elini bile sıkmıyor!

Siyasetin tabiatı böyle! 1930’larda Trazon meb’usu, meşhur hiciv şairi Halil Nihat Boztepe’yi Dolmabahçe sarayından çıkarken görenler ondan şu cevabı alıyorlar: “Seçim bölgemi ziyaret ettim!”

1930’larda milletvekillerini yazları Dolmabahçe sarayında ikamet eden Cumhurreisi seçiyordu. Ona yaranmak, ona görünmek, onu memnun etmek siyaset için yeterliydi. 

Bugün de milletvekillerini halkın seçtiğini söyleyebilir miyiz?

Vekiller liderler tarafından seçiliyor. Liderlerin seçtikleri arasında halk tercihte bulunuyor. Bu tercihte vekilden çok liderin ağır basması kaçınılmaz. 

Böyle zamanlarda tabasbusla tahakküm aynı şahıslarda temerküz eder. En üste veya bir üste tabasbus, bir alta/alttakilere tahakküm ne yazık ki, bu dönemde de değişmeyen bir tavır haline gelmiştir. 

Üç dönem kararından vazgeçilirse, bu tavrın daha yaygın bir hal alacağından şüphe edilmemelidir. 

Parti’nin halkla ilişkisini Başbakan tek başına sağlıyor. Teşkilatın böyle bir kaygısı yok. Parti’nin tepesinde “sivil toplum kuruluşu” denilince Odalar Birliği, sendikalar vs. anlaşılıyor. Adı geçen kuruluşlar ve benzerleri “baskı grubu”dur. Kendi zümrelerinin, sınıflarının menfaatlerini korumak için yönetimi baskı altında tutan bu kuruluşları sivil toplum sanmak siyasi bir körlük olabilir. Sivil toplumda gönüllülük esastır. Kâr, menfaat güdüsü yerine umumun, halkın kültür, eğitim, sanat, fikir ve ideal arayışlarını gönüllü kuruluşlar temsil eder. Siyasî iktidarların baskı gruplarına yaklaştıkça gönüllü kuruluşlarla, sivil toplumla mesafesi açılır. 

Sonuç olarak, “AK Parti ANAP’laşır mı?”sorusunun cevabı, “hayır” olmakla beraber, bu cevaptan AK Parti’nin bu gidişle gücünü sürgit devam ettirebileceği anlamı çıkmaz.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23